1980'den günümüze neo-liberal belediyeciliğin en önemli uygulama örneklerinden biri olan Aytaç Durak dönemi belediyeciliği, "özelleştirme şampiyonu" bir belediye yaratmış ve özelleştirmeler ile başlayan süreç, ilerleyen yıllarda özelle işbirliğine dönüşerek neo-liberal belediyeciliğin az bulunur örneklerinden birini oluşturmuştur.
1984-1989 yılları arasında bir dönem ve 1994'ten günümüze dek kesintisiz olarak dört dönem Adana Büyükşehir Belediyesi'ne başkanlık yapan ve toplamda beşinci kez başkanlığa seçilen Aytaç Durak, 1938 yılında Adana'nın Karaisalı İlçesi'nde doğmuştur. İnşaat mühendisliği eğitimi gören Durak, 1963-1965 yılları arasında Devlet Su İşleri Adana içme suları şefi olarak, 1965-1968 yılları arasında da Yol Su Elektrik Adana il müdürü olarak (günümüzdeki adıyla Köy Hizmetleri Adana il müdürü olarak) görev yapmıştır. 1963-1980 arasında 17 yıl Adalet Partisi üyesi olarak Adana belediye meclis üyeliği yapmış olan Durak, aynı zamanda Adana Ticaret Odası meclis üyeliğinde de bulunmuştur. Bu dönemde belediye meclisi üyesi kimliği ile ve inşaat mühendisi olan iki kardeşiyle ortak olarak müteahhitlik yapmıştır. 1984 yılında ANAP'tan Adana belediye başkanlığına seçilen Durak, 1989 yılında tekrar seçilemeyince müteahhitliğe geri dönmüştür.
1994 yılında tekrar ANAP'tan Adana Büyükşehir Belediyesi başkanlığına seçilen Durak, 1995 yılında yapılan milletvekilliği genel seçimleri öncesinde kardeşi Veli Andaç Durak'ın DYP'den milletvekili adayı olmasını ve annesinin her ikisini aynı partide görmek istemesini gerekçe göstererek ANAP'tan istifa etmiş ve bir süre DYP'ye geçmiştir. Kardeşinin DYP'den milletvekili seçilmesinin ardından Aytaç Durak, 1999 yerel seçimleri öncesinde DYP'den istifa ederek tekrar ANAP'a katılmıştır. 1999 yılında üçüncü kez ANAP'tan kazandığı başkanlık seçimini 2004 yılında AKP'den ve son olarak 2009 yılında da MHP'den kazanmıştır.
Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kendisine güç temeli yapan Aytaç Durak, bu görevine bağlı olarak Türk Belediyecilik Derneği başkanlığı, Türkiye Belediyeler Birliği başkanlığı, Adana Demirspor kulüp başkanlığı gibi görevlerde de bulunmuştur. 12 Eylül öncesi dönemde 17 yıl belediye meclisi üyeliği, 12 Eylül sonrası dönemde ise 20 yılı aşkın süre belediye başkanlığı yaparak Adana'nın yerel siyasetine damga vurmuş olan Durak, 1950'lerin ikinci yarısında Demokrat Parti gençlik kollarında atıldığı siyasi hayatını, AP, ANAP, DYP, AKP ve MHP'ye geçmek suretiyle toplam 6 siyasi parti içerisinde sürdürmüş ve Türk sağının prototipi haline gelmiştir.
1984-1989 arasındaki ilk başkanlık döneminde çöp toplama, temizlik, vergi toplama ve toplu taşıma gibi belediye hizmetlerini özelleştiren Aytaç Durak, kendi deyimiyle "itfaiye, zabıta, teftiş kurulu ve kendi makamı hariç ne varsa" özelleştirmiştir. Belediye hizmetlerinin daha ucuza ve daha kaliteli verilebilmesi amacıyla özelleştirilmesi gerektiğini iddia eden neo-liberal yaklaşımın tipik bir uygulaması olan Adana örneği, çok geçmeden bu uygulamanın "rekabeti azaltıcı" bazı yanları olduğu gerekçesiyle kimi -radikal sayılabilecek- değişikliklere gitmiştir. Özellikle halk otobüsleriyle ve dolmuşlarla yapılan toplu taşımacılıkta ve ekmek üretiminde görülen denetimsizlik, bu alanlardaki fiyat kontrol yetkisini yitiren belediyeyi daha önce özelleştirdiği bu alanlarda tersi girişimlere zorlamıştır. Belediyenin otobüsler alarak ucuz toplu taşımacılığa ve halk ekmek fabrikaları açarak ucuz ekmek üretimine geri dönmesi, Durak yönetiminin, daha sonraki dönemlerinde en önemli oy kaynağı olarak değerlendirilebilecek uygulamalarıdır.
Durak yönetimi, "Yeni Adana Projesi" ile kenti kuzeye taşımak suretiyle yüzlerce müteahhide de "yeni" iş kapısı yaratmıştır. Kendisiyle yapılan mülakatta Aytaç Durak, beşinci kez başkanlığa seçilmiş bir kişi olarak belediyede yaptığı en önemli şeyin belediyeye siyasi ayrıcalığı sokmamak ve kentin kuzeye taşınmasını sağlamak olduğunu ifade etmiştir:
Belediye başkanlığım süresince yaptığım en önemli şeyler nedir dersek şimdi bunu ikiye bölebiliriz. Biri belediyeye siyasi ayrıcalığı sokmama prensibini dayatmak, ısrarla bunun peşine takılmak, bu konuda tavırlı olmak. Buna soyut bir şey diyeceksiniz. Bir de somut bir şey söyleyeyim proje olarak, şehrin kuzeye taşınması. Bu projenin dünyada eşi olmadığını Amerikan konsolosu Amerikan büyükelçisine şu masada [başkanlık makamındaki toplantı masası - T.K.] söyledi. Ayrıca bizim Turgut Özal zamanında bir bakan burada Yeni Adana için "ben Avrupa'yı karış karış bilirim, bunun Avrupa'da eşi yok" dedi. (21 Temmuz 2009 tarihli görüşme)
Aytaç Durak pek çok yolsuzluk iddiasıyla karşılaşan ve sıklıkla bu konudaki gerilimlerin hedefi durumunda bulunan bir belediye başkanı olmuştur. Bunda sık sık parti değiştirmesi nedeniyle bir önceki partisi ile arasında yaşanan hesaplaşmalar kadar, belediye başkanı olduğu yıllardan itibaren kendisi ve ailesine ait malvarlığındaki ciddi artış da etkili olmuştur. Sahibi olduğu 2 bin dönüme yakın arsanın, genellikle imar izinleri ile kentin gelişim yönü olarak belirlenmiş Kuzey Adana'da bulunması bu konudaki iddiaların temel dayanağıdır. Bu konuda, bir mülkiye başmüfettişinin 2001 yılındaki denetimi sonrası kaleme aldığı ve Durak hakkındaki iddialarının bulunduğu rapor dikkat çekicidir. Bu raporun sonuç bölümünde yer alan ifadeler, Adana'da yayın yapan ve 2009 yerel seçimleri öncesinde AKP'ye yakın bir çizgi izleyen yerel nitelikli Adana Haber gazetesinin 20 Mart 2009 tarihli sayısında şu şekilde dile getirilmiştir:
Adana kamuoyu, belediye başkanı olmadan önce icra dosyaları ile boğuşan Aytaç Durak'ın, nasıl olup da başkanlık dönemlerinde dosyalar dolusu tapu sahibi olduğunu tartışıyor. Akıllara mülkiye başmüfettişinin 2001 tarihli raporu geliyor. Raporda Durak ailesinin hızla zenginleştiği vurgulanıyor ve bu durum sorgulanıyor. Raporun sonuç bölümünde, "Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak hakkında, belediye başkanı olmadan önce 1979-1984 tarihleri arasında icra müdürlüklerince borcunu ödemediği veya ödeyemediği için hakkında 8 adet takip dosyası açıldığı, başkan olduktan sonra kendisi ve kardeşlerinin yoğun bir şekilde taşınmaz mal edinmeye başladıkları, kendisi ve eşi Fahriye Durak'ın üzerine kayıtlı 1 milyon 703 bin 589 metrekare taşınmazın olduğu..." ifadesi yer alıyor (Adana Haber, 2009).
Hakkındaki yolsuzluk iddialarına, belediyenin yayın organı niteliğindeki Önce Adana gazetesinde ve oğluna ait Çukurova TV'de yanıt veren Durak, bu iddiaları sert bir dille yalanlamıştır. Kendisine yolsuzluk yaptı diyenleri mahkemeye verdiğini ve iddialarını kanıtlayamadıkları için bu kişilerin hapis cezası aldıklarını ifade eden Durak, halkın parası ile müteahhit zengin etmediğini veya hiçbir yolsuzluğun içinde yer almadığını, bu iddialarda bulunanların mutlaka hesap vereceğini belirtmiştir. 2009 yerel seçimlerinden birkaç ay önce dile getirilen benzer iddialar konusunda söylediği şu sözler, Durak'ın yolsuzluk iddialarına verdiği yanıtları özetler niteliktedir:
Allah'a şükür bana 'çaldı, çırptı, beceriksiz, hizmet yapmadı' diyemiyorlar. Mal varlığımı ortaya atıyorlar. Müteahhitlik geçmişimden dolayı bir arazi varlığım var. Varsa ne var, olsun. Kuyumcunun kasasında altın, mobilyacının deposunda kereste, terzinin atölyesinde kumaş olur. İnşaat müteahhidinin de arsası olur. Ben 2 binden fazla konut yapan bir şirketin sahibiydim. Onlarca konut kooperatifi arsası satın aldım. Hiçbirini de devletten, belediyeden almadım... Kimse bana 'yolsuzluk yaptı' diyemez, ağzına tıkarım o lafı. Bu ülkede savcılar, hakimler var (Önce Adana, 2009).
Hakkındaki tüm iddialara rağmen Durak'ın yolsuzluk yaptığı konusunda kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmamaktadır. Bununla birlikte 2009 yılı başında Kamu Görevlileri Etik Kurulu tarafından yapılan inceleme sonucunda Aytaç Durak hakkında, Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğe uygun davranmadığı sonucuna varılmış ve bu karar 27 Ocak 2009 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.
Karara konu olan şey bir arsadır. Etik Kurul, Aytaç Durak'ın, eşi Fahriye Durak'a ait Adana'nın Seyhan İlçesi'nde bulunan 11 bin 260 metrekare yüzölçümlü arsa ile ilgili olarak Adana Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 19 Kasım 2007 tarih ve 198 sayılı kararı ile 1/1000 ölçekli uygulama imar planında değişiklik yapılarak, parselin bulunduğu alanın mesken bölgesinden çıkarılıp ticaret alanına dahil edildiği, inşaat taban alanının 0,40'tan 0,60'a çıkarıldığı, bu değişiklikle arsa sahibine haksız kazanç sağlandığı, bu durumun etik kurallara aykırı olduğu yönündeki iddiaları incelemiştir.
Aytaç Durak konuya ilişkin Etik Kurul'a verdiği yazılı savunmasında, imar planı değişikliğinde etik kurallara aykırılık bulunmadığını, plan değişikliğinin sadece eşine ait parsele ilişkin olmayıp 5 kilometrelik şeridi ve 338 bin metrekare alanı kapsadığını, planla getirilen imkanlardan diğer parsel sahiplerinin de yararlanabileceğini, ayrıca söz konusu imar planı değişikliğine ilişkin Büyükşehir Belediye Meclisi'nin ilgili toplantısına ve kararına katılmasında, plan değişikliğinin büyük bir alanı kapsaması nedeniyle hukuki sakınca bulunmadığını belirtmiştir.
Ancak Kurul, 5393 Sayılı Belediye Kanunu'nun 'başkan ve meclis üyelerinin görüşmelere katılamayacağı durumlar' başlıklı 27. maddesini hatırlatarak; 'belediye başkanı ve meclis üyeleri, münhasıran kendileri, ikinci derece dahil kan ve kayın hısımları ve evlatlıkları ile ilgili işlerin görüşüldüğü meclis toplantılarına katılamazlar' hükmü uyarınca; "Aytaç Durak'ın, eşine ait taşınmazı da kapsayan imar planı değişikliğinin görüşüldüğü toplantıya katılmaması gerekirken, aksine davranışı Kanun'un yukarıda anılan hükmüne açık bir aykırılık teşkil etmektedir" kararına varmıştır.
Kararda; "Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak'ın, eşine ait taşınmazı avantajlı bir duruma getiren imar planı değişikliğine ilişkin iş ve işlemlere katılmak suretiyle Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesinde düzenlenen 'Dürüstlük ve tarafsızlık' ile 13. maddesinde düzenlenen 'çıkar çatışmasından kaçınma' ilkelerine aykırı davrandığına, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasına ve taraflara tebliğine, tebliğinden itibaren 60 gün içinde idari yargı yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verilmiştir" ifadeleri yer almıştır (Resmi Gazete, Tarihi: 27 Ocak 2009, Sayı 27123).
Hakkındaki tüm iddialara ve Kamu Görevlileri Etik Kurulu'nun seçimden iki ay önce yayımladığı karara rağmen, 2009 yerel seçimleri ile beşinci defa Adana Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı'na seçilen Aytaç Durak, önceki dönemlerinde toplu sünnet gibi halkın beğenisini kazanmaya dönük uygulamalarda bulunmayı ihmal etmemiş, 2004-2009 arasındaki döneminde ise, ASKİ tarafından yollanan su faturaları ile birlikte kentteki hemen her eve, belediyenin faaliyetlerinin övüldüğü ve haftalık yayın yapan Önce Adana gazetesinin dağıtılmasına büyük özen göstermiştir.
Bu dağıtıma, 2009 yerel seçimleri öncesinde, faturalara iliştirilen ve bir hafta sonra toplanacağını belirten bir ibare taşıyan anket formları eklenmiştir. Bu formlarda abonelere, Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinin faaliyetlerinin başarılı bulunup bulunmadığı sorulmuştur. Formdaki en dikkat çeken unsur soruların soruluş şeklidir. Örneğin formun Büyükşehir Belediyesi bölümünde "büyük parklardan, piknik alanlarından yüzme havuzlarından vs. memnun musunuz?" türünden sorular varken, ilçe belediyeleri bölümünde "cadde ve sokaklar çukur ve çamurdan kurtuldu mu, ilçe belediye başkanınız Büyükşehir Belediyesi ile uyumlu çalışıyor mu, yazın sivrisinekle mücadele yeterli oldu mu?" türünden sorular bulunmaktadır.
2009 seçimleri öncesinde evlere dağıtılan iki şey daha vardır. Bunlardan biri, "Aytaç Amca'dan çocuklara resim çizme ve boyama kitapçığı" başlığını taşıyan ve Aytaç Durak'ın değişik mekânlardaki görüntülerinin çizimleştirilmiş hallerinin boyanacağı boyama alanları da içermekte olan boyama kitapçığıdır. Diğeri ise görsel olarak oldukça gösterişli biçimde hazırlanmış olan ve kuşe kağıda basılı "bayanlara pratik yemek tarifleri" başlıklı broşürdür.
Adana'da halk katılımının düzeyi
Durak'ın belediye başkanlığı yaptığı dönemlerdeki halk katılımına ilişkin olarak, belediyenin üst düzey yöneticilerinin ve bizzat başkan Durak'ın yapılan birebir görüşmelerde sorulan sorulara verdiği yanıtlar oldukça ilginçtir. Belediyenin aldığı kararlarda halkın ne düzeyde etkili olduğu, alınan kararlarda halkın eğilimlerinin dikkate alınıp alınmadığı yönündeki sorulara başkan Aytaç Durak şu şekilde yanıt vermiştir:
Acaba halkın eğilimlerini almak doğru mu? Bu da tartışılabilir. Dün sayın Başbakan 'ya davulcuya ya zurnacıya gider' diye bir deyim kullandı. Bu bizim atasözümüz. Ben Türkiye'nin o olgunluğa eriştiğini düşünmüyorum. (21 Temmuz 2009 tarihli görüşme)
Aynı sorulara Aytaç Durak'ın ekibinden olan, Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 25 yıllık bir üyesi şu yanıtı vermiştir:
Bu şehirde halkın fikirleri hiç alınmaz. Yani halk katılımından söz etmek mümkün değil. Ama bu bir memnuniyetsizlik de yaratmaz. Aldığın kararlarda adil olursan, halkın yararlarına kararlar alırsan halk sesini çıkarmıyor. Ama halkın aleyhine birtakım şeyler olursa, su zammı gibi veya ulaşımdaki zamlar gibi şeyler olursa o zaman tabi halk tepki gösteriyor. (22 Temmuz 2009 tarihli görüşme)
Kentteki halk katılımı konusundaki sorulara Durak'ın danışmanlarından biri ise şu yanıtları vermiştir:
Şimdi başkan Durak'ın iki çok böyle bariz görebileceğiniz karakteri var. Bir tanesi zaman lehte veya aleyhte bir sonuca gidiyorsa cesaretle karar alabilir. İki, belli bir fikir oluştuğunda veya bir örnek çalışma gördüğünde, önce bu çalışmayı kendi kalıbımızda değerlendirir kendi kafasında. Ona bir proforma şekil verir. Sonra da kendi yakınlarına bu konuyu açar, ya böyle bir şey yapılsa ne olur, birileri yapmış sizce iyi mi kötü mü diye. Konuya göre uygun sorularla bunu çevresindeki danışmanlarına, daire müdürlerine, belediyenin üst düzey çalışanlarına, bazen ziyaretçilerine bir fikir olarak atar. Bir süre sonra bu cevapları toplamaya çalışır. Ve biz artık yanında uzun süredir çalışanlar biliriz ki böyle bir soru sorulduğunda bizim onu iyice irdelememiz gerekir. Ve bunları toplar sözlü olarak. Çoğu kez de birbirimizden habersiziz. Biz başkana bunu kısa cümlelerle anlatırız. Daha sonra bu bir proje haline gelir. Başkanın kafasında bir proje haline gelir. Sonra bu projeyi ilgili daireye iletir, böyle bir çalışma yapın der. O çalışma üzerinde yine değişik kişilerin görüşleri alınır. O alana kim daha çok yakınsa ona özellikle ağırlık verilir. Ve bu şekilde olgunlaşmış, süzgeçten geçmiş, herkesin değil ama Adana'yı temsil edebilen kişilerin, Adana'nın koşullarını değerlendirebilen kişilerin süzgecinden geçen, Adana'ya ve belediyeye uygun, Adana'ya uygun, bu kentin halkına uygun bir şekil alır o proje... Bir de başkanın şöyle bir özelliği var, her projesini halka anlatır. Halkın benimsemediği hiçbir projenin başarı şansı yoktur der. (22 Temmuz 2009 tarihli görüşme)
Belediyenin aldığı kararlara kent sakinlerinin ne düzeyde katıldığı konusu kentteki yerel demokrasinin niteliği bakımından oldukça önemlidir. Ancak bu durumun Adana'da pek önemsenmediği verilen cevaplardan açıkça anlaşılmaktadır. Alınan kararların halkın ihtiyaçlarını veya taleplerini ne derece karşılayabildiği sorunu belediyenin çekirdek kadrolarının kararlarına bırakılmıştır. Dolayısıyla Adana'da, karar mekanizmalarının toplumsal tabana eşitlikçi, açık ve dengeli bir şekilde dağıtılması olgusundan söz etmek olanaksızdır.
Adana'da belediye yönetimi nezdinde etkili bir katılım mekanizmanın bulunmamasına ilaveten, bu durum belediye yönetimince bir eksiklik olarak da görülmemektedir. Bu "ihtiyaç" yalnızca belediyenin Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı aracılığıyla, Kent Konseyi aracılığıyla ve kentteki sermaye sahipleri ile (Adana Ticaret Odası, Adana Müteahhitler Birliği gibi) sürdürülen yakın ilişkiyle karşılanmaya çalışılmaktadır.
Asimetrik kentleşme
Adana'nın son 50 yıllık kentleşme pratiğine bakıldığında, başta çevre illerin kırlarından olmak üzere aldığı yoğun göçün ve kent topraklarındaki rant baskılarının kent mekânının şekillenmesinde belirleyici bir rol oynadığı görülmektedir. Kentlerin inşa edilmesi sırasında hazırlanan projeksiyonların uzun vadeli olması gereği Adana'da ihmal edilmiş görünmektedir. Önceleri bilimsel ve güncel gelişmelerin gerisinde kalan planlama anlayışı, daha sonraları ise yetkinin yerel idarelere devriyle başlayan kentsel rant yaratma anlayışı, tüm ülkede olduğu gibi Adana'da da sağlıklı bir kentsel gelişimin önünü tıkamıştır. Kentte nüfus grupları arasında büyük yarılmalar ve alt yoksulluk bölgeleri oluşmaya başlamıştır.
Her geçen gün bu yarılmalar daha da derinleşmektedir. Kuzey-Güney, Doğu-Batı ekseninde var olan çeşitli din, köken ve sosyo-ekonomik farklılıklardan kaynaklanan önyargı ve ayrışmalar kentin en belirgin özellikleri haline gelmiştir. Kentleşme sürecindeki plansızlık ve denetimsizlik, yanlış arazi kullanım politikaları, kaçak yapılaşma ve imar aflarıyla Adana modern bir kent olma özelliğine henüz ulaşamamıştır. Günümüzde Kuzey Adana (Yeni Adana) zenginliğin simgesiyken Güney Adana (Eski Adana) yoksulluğun simgesi durumundadır.
Adana il merkezine, ilçelerine ve köylerine yönelen ve çeşitli nedenlerle oluşmuş olan göç dalgası, özellikle 1980'lerin sonundan itibaren, kent nüfusunun hızla artmasına ve kent çevresinde elverişsiz yaşam alanlarının, gecekondu bölgelerinin, varoşların oluşmasına ve kentin kuzey-güney eksenli gelişiminin hızlanmasına yol açmıştır. Çarpık kentleşme, altyapı ve konut yetersizliği gibi sorunlara ek olarak 1990'lardan itibaren yaşanan yoğun iç göç dalgasının en önemli ekonomik sonucu, daha önceleri büyük ölçüde kırsal kesimde yoğunlaşmış olan işsizliğin kentleşmesidir. Kırsal kesimde yaşayan işsiz kitlelerin özellikle 1990'lı yılların başından itibaren çeşitli gerekçelerle kente göç etmesi sonucunda kırsal işsizlik kentsel işsizliğe dönüşmüştür. Yoğun göç alan kentteki işsizlik oranı yüzde 22'nin üzerindedir.
Adana Valiliği'nin 2009 yılı verilerine göre, nüfusunun yüzde 87'si okur-yazar olan Adana, Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) 2003 yılı verilerine göre, okur-yazarlık oranında 81 il içerisinde 40'ıncı, toplam kadın nüfusu içerisinde okur-yazar kadın oranı açısından ise 37'nci sıradadır. Bu verilere göre, sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi sıralamasında Türkiye'deki sekizinci il olan Adana'nın eğitim konusunda aynı düzeyde bir başarı sağlayamadığı ve ülkedeki pek çok ile oranla geri kalmış olduğu görülmektedir.
İlde Sosyal Güvenlik Kurumu'na bağlı olarak çalışan nüfus 356.545 kişi ile il nüfusunun yüzde 18'lik kısmını oluşturmaktadır. Bununla beraber Adana Valiliği verilerine göre 2009 yılı Haziran ayı itibariyle ilde toplam 322.525 kişi yeşil kartlıdır. Yeşil karttan yararlananların sayısının Sosyal Güvenlik Kurumu'na bağlı olarak bir işte çalışanların sayısına bu denli yakın oluşu kentteki yoksulluğun önemli bir göstergesidir. Buna ek olarak, Adana Valiliği'nden edinilen bilgilere göre Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü 2007 yılında toplam 2.067 kişiye, 2008 yılında ise toplam 2.832 kişiye ayni ve nakdi yardım yapmıştır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ise 2008 yılında toplam 130.370 kişiye, 2009 yılının ilk altı aylık döneminde ise toplam 187.967 kişiye ayni ve nakdi yardım yapmıştır.
Bu veriler, kentte kalkınmadan anlaşılan şeyin ekonomik yönlü gelişim olduğunu, göstermekte, fakat sosyal sınıflar arasındaki iktisadi dengesizliklerin giderilmesi, ekonomik bakımdan zayıf durumda bulunan sosyal sınıfların, diğer sosyal sınıflara karşı korunması gibi bir kavramsal çerçeve içinde tanımlanabilecek sosyal adaletin, yardım mekanizmaları dışında, bütünüyle görmezden gelindiğini göstermektedir.
1980 sonrasının belediyecilik pratiğine hakim olan neo-liberal belediyecilik anlayışına uygun olarak, belediyecilik faaliyetlerinin taşeronluk sistemi ile ve özel sektöre kaynak aktarıcı ihale yöntemleriyle görülmesi, bu alanlardaki genel istihdam biçimini, her geçen gün daha fazla sayıda kişinin açlık sınırında yaşatılması anlamına gelen asgari ücretle istihdam haline getirmektedir. İnsanların açlık sınırında yaşamalarını sağlayarak "toplumsal adalet"in sağlanacağını öne süren bu anlayış, Adana örneği incelendiğinde tüm açıklığıyla görülebilmektedir. Ayrıca, sözü edilen belediyecilik pratiği, kentsel siyasetin ekonomik eksenini ön plana çıkararak, toplumsal eksenini geri plana itmiştir. Kent mekânını sermaye birikiminin bir aracı olarak kullanmak suretiyle ekonomik gelişmeyi desteklemek amacında olan ekonomik yaklaşım, başta ücretli çalışan kesimler olmak üzere, kentte yaşayanların kolektif tüketim hizmetlerinin ve iş gücünün yeniden üretimine yönelik hizmetlerin karşılanmasını öne çıkaran toplumsal ekseni geriletmiştir.
Neo-liberal belediyecilik anlayışında kentsel siyasetin toplumsal ekseni, yalnızca sosyal riskin kontrol altında tutulması ve kamusal mekânların görsel olarak estetize edilmesi gibi dar bir çerçevede ele alınmaktadır. Özellikle inşaat sektöründe faaliyet gösteren sermaye çevrelerinin spekülatif taleplerini karşılamayı hedefleyen ve bu yolla büyük sermayenin kentselleşmesine hizmet eden, personel giderlerini ve kolektif tüketim hizmetlerini mümkün olduğunca budayan, işgücünün yeniden üretimine yönelik hizmetlerden çok sermaye birikimine hizmet eden, belediyeleri kamu kurumu olmaktan çıkarıp birer hizmet şirketi haline dönüştüren bu anlayış, kentleri girişimciler için "cazibe merkezi" haline getirmekte, bu anlayışa uygun yatırım ve hizmetlere öncelik vermekte, "yarışan yerellikler" yaratarak yerellikler üzerinden kalkınma anlayışını hakim kılmakta ve özelleştirme ve taşeronlaştırmayla taçlandırılan bir belediyecilik pratiği sergilemektedir.
Yerel siyasetin ülke genelinde baskın olan milliyetçi/muhafazakâr sağ siyaset zemininde yürütüldüğü Adana'da gözlenen durum da aynen böyledir. Kentin siyasal ve toplumsal dokusunun hızla sağcılaşması ve kent yönetiminde tek bir siyasi çizginin baskın hale gelmesi neo-liberal politikaların kolayca uygulanmasının zeminini hazırlamıştır.(TK/EÜ)
* Taylan Koç, Dr., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi.