Bir hafta arayla doğunun batısından doğusuna, önce Adıyaman sonra Bitlis'e konuk oldum. Ortalarında Diyarbakır'dayım, gittim ve döndüm. İki dağa gönül bağlamış iki şehri Kürt coğrafyasının.
Biri zirvesine binler yıl evvelinin hükümran krallarının heykellerini koymuş. Güneşin doğuşuna da batışına da hükmediyor ve "ben buradayım" diyorlar adeta.
Öbürüyse dağın içi adeta kudretli bir güçle oyulup ikisi büyük beş göle ve havzaya yayılmış bir doğa harikası. Batıdaki kudretli muktedir hükümran Nemrud. Doğudaki insanı, yanıbaşında, bağrında kendisiyle hemhal olmaya davetkâr Nemrut. İkisinin de yeri ayrı ve iyi ki varlar.
Neyse, gelelim kitabiyat ve fuara dairliğe. Adıyaman'ın kapalı fuar alanı vardı ama çok acemilikler söz konusuydu. Örneğin söyleşi esnasında elektrik kesildi. Ve bağırarak konuşmaya başladık. Arka sıralarda oturanlar yerlerinden kalkıp ön taraflara geldi ve ayakta izlemek/dinlemek zorunda kaldılar. Bir jeneratörü dahi akıl edememişlerdi!
Bitlis'te ise şehrin gözbebeği kurumlarından BETAV işe el atmıştı. Evet, ilk fuarlarıydı, kapalı fuar yerleri yoktu ama gönüllerinin olanca zenginliğini açmışlardı. Sırtımızı dört asır evvel Kürtlere yadigar bıraktığı Şerefname'sini yazdığı Rojkanlı Şerefxanê Bedlîsî'nin mekânı İhlasiye Medresesi'ne dayamış ve ondan güç alarak öylece konuşuyorduk.
Daha önce defalarca Bitlis'e gitmeme rağmen medreseyi görmemiştim. Rica ettim bir yerlerden anahtar bulup içeri girmemizi sağladılar. Yakın zamanda boşaltan ve epey bir süre burayı kullanan kurum doğrusu çok kötü kullanmıştı. Duvarları nakış gibi işli taşların üzerine aydınlatma armatürleri çakılmış, kalorifer petekleri boydan boya yapıştırılmış bütün atıklarını artlarında bırakıp öylece çekip gidilmiş bir manzara vardı orta yerde.
İçim ezilmiş, yüreğim burkulmuştu. Adına Gökmeydan denilen bir zamanlar futbol benzeri "gog" oyununun oyun sahası eski "meydana gogê"deki fuar konuşma alanında, doğal olarak İhlasiye Medresesi ve Rojkîli Şerefxan ve Şerefname'siyle başladım konuşmama. Malum konuşma başlığım "kent kimliği kent kültürü"ydü. Başka ne diyebilirdim ki!
Kentler geçmişten güne akıp gelen mekânları tarihi kültürel miras yapıları ile var olurlardı. Ve elbette bu yapıları vücuda getirip miras olarak kalmasını sağlayan insanlarıyla vardı. Mekân ve insan yoksa neyi konuşacaktık yıkımdan ve felaketlerden mada!
İnsanın yazdıkları ve yaptıkları kalırdı ardında. Bir de mekân kalırdı geriye. Mekânı ise mekân ruhunu asla zedelemeden koruyup sürdürmek, işlevlendirip yaşatarak gelecek kuşaklara bırakmak kalırdı insanım diyene.
İşte İhlasiye Medresesi, Elaman (Alaman) Hanı, çarşı içindeki eski taş belediye binası ve diğerleri...
Malum, biz yazar taifesinin turiginde çokça söyleyecekleri var olur hep. Ama süreli vakitler konuşmayı sınırlar. Bu sebeple mevzuyu Bitlis'in kadim hemşehrisi William Saroyan'a bağladım. 1964'te yine böyle bir Mayıs sonu Haziran başı varmıştı Bitlis'e üstat Saroyan. Belediye Başkanı Adil Şerefhanoğlu davullu zurnalı 500 Bitlisli hemşehrisi ile karşılamıştı Saroyan'ı. Çok gururlanmıştı hemşehrilerinden Saroyan. "Burada yaşayabilirim" demişti. Arayıp bulduğu Sapkor'daki yıkık evinin duvarlarına, taşına, toprağına elini sürüp gözyaşı dökmüştü alelusül. Sonra Diyarbakır üzeri dönmüştü Amerika'ya ve Bitlis üzerine tiyatro oyunu ve metinler yazmıştı.
Bütün bunları uzun uzadıya anlattım süre elverdiğince tabii ki! Sonunda dedim ki "Bakın ey Bitlisli hemşehrilerim (malum anamın babası Ahlatlıdır, mezarı da kayı mezarlığındadır, hemşehri olarak kabul ederlerse eğer Bitlisliler!) 2008 yılında UNESCO Saroyan yılı olarak ilan etti 2008'i. Ve siz Bitlisliler o tarihte 'Bitlis'te bir Saroyan Kütüphanesi kurma kararı aldınız. O kararın üzerinden 14 koca yıl geçti. Söz yerine gelmedi. 2024 yılı Saroyan'ın Bitlis'e gelişinin 60. yılı. İki koca yıl var önümüzde. Var mısınız iki yıl sonra tam bu vakitler üçüncü Bitlis Kitap Fuarında Saroyan Kütüphanesinin açılışını yapalım..."
Ertesi gün Nemrut kalderasına götürdüler beni, Nemrut Jeopark Derneği'nin yönetici ve üyeleri. Her biri konusunun uzmanı pek sağlam bir gönüllü ekibi kurmuşlar. Zirvedeki teras mekânından başlayarak krater tabanına kadar soğuk sıcak göller, buhar bacaları, obsidyen, tüf, bazalt envai çeşit taşlar ve bitkiler orada öylece duruyorlar. Sahiplenilmeyi bekliyorlar. Elbette Jeopark Derneği'nin gönüllüleri olanca gayretleri ile oradalar da! Yetmez... Kurumsal ve niteliksel bir kent mutabakatına ihtiyaç var orada benden söylemesi.
Yoksa Nemrut'un vebali hepimizin, her birimizin boynuna düşer benden söylemesi...
Not: 4 Haziran 2022 Cumartesi saat 15.00'de Hatay Eğitim Sen ev sahipliğiyle Hatay / Defne Evinde olacağım. Dilek Gül ve Ecevit Kılıç'la birlikte "Ahmed Arif'in Hasreti" Belgeseli gösterimi ve kitap imzasına bu satırları okuyan ve oralarda olanları bekliyoruz.
(ŞD/AÖ)