Ulaşım zamlarına karşı bir öğrenci hareketi olarak başlayan eylemler Brezilya'da, sosyal patlamanın bahanesi oldu. 2011 Ocak ayında görevini devreden eski devlet başkanı Luiz Inácio Lula da Silva ve partisi PT (Partido de Trabalhadores) yarattığı hayal kırıklıkların bedelini ödüyor.
Lula'nın başkan olduğu 2003 yılından beri Brezilya'da gözle görülür tek gelişme aşırı yoksulluğun azaltılması. Oysa, başta eğitim, sağlık ve ulaşım olmak üzere büyük sosyal sorunlarda, hem de Dünya Kupası ve Olimpiyat oyunları için yapılan yatırımlara rağmen iyileşme çok sınırlı. Burada hemen belirtmeliyim ki, eğitim, sağlık ve ulaşımın büyük çoğunluğu özelleştirilmiş durumda ve bu tür kamu hizmetlerinden nüfusun sadece yoksul kesimleri yararlanıyor. Hal böyle olunca, daha iyi bir hayat talebinde bulunan kitleleri sokaklarda görmek de şaşırtıcı olmuyor.
Eylemler sol eğilimli bir öğrenci hareketi olan MPL (Movimento Passa Livre) tarafından başlatıldı. Başlangıçta 3-4 bin kişiyle yapılan eylemler polislerin saldırısıyla birden gündemin odağı oldu. Üstelik Sao Paulo Eyalet Başkanı Geraldo Alckmin ve Belediye Başkanı Fernando Haddad tarafından yapılan açıklamalarda polisin uyguladığı şiddetin vandalizme karşı olduğu için onanması ve ardından federal bakan Eduardo Cordoza'nın eylemlerin bastırılmasında federal hükümetin de desteği olacağını söylemesi, tepkilerin odağına birden federal hükümeti koydu.
Polisin sert müdahalesinden sonra MPL, eylemlerin bundan sonra sadece zamların geri çekilmesi için yapılmadığını dile getirince, medyanın da desteğiyle eylemler geniş kitlelerin katıldığı gösterilere dönüştü. Ancak burada şöyle bir problem baş gösterdi, eylemlere katılan her kesim sadece kendi talepleri ile eylemlere katıldı. Bir başka deyişle, eylemlere katılanlar MPL'nin temsilciliğini kabul etmediler. Böylece bir talep bolluğu yaşandı. Eylemcilerin öne çıkan başlıca talepleri şunlar: taşıma zamları geri alınsın, taşıma araçları çoğaltılsın ve kalitesi arttırılsın, yolsuzluklara son verilsin, vergiler azaltılsın, eğitime ve sağlığa yatırımlar arttırılsın. Kısacası, orta sınıflar rüşvetten ve vergilerden yakınırken yoksullar eğitim, sağlık ve daha kaliteli ulaşım talebinde bulundular. Zaten Başkan Dilma Rousseff da eylemlerin büyümesinden sonra “halkımın demokrasiyi kullanma ve kalkınma isteği karşısında çok duygulandım” mealinde yaptığı konuşmasını, “işte bunun için daha çok çalışmalıyız” diyerek bitirdi.
Anti-parti - sem partido
Ancak eylemlerin büyümesi, denetiminin de MPL'den çıkmasına yol açtı. Bunda en çok, PT karşıtı kentli orta sınıfların, medyanın da desteği ile anti-parti hareketi başlatması etkili oldu. Bir televizyon kanalı olan Globo, "aslında herkes bu durumu protesto etmek istiyor fakat sol örgütlerin flamaları bu birliği engelliyor" mealinde haberler yapınca, “anti-parti” (sem partido) eylemlerin bir sloganı haline geldi. Böylelikle hareket ilk bölünmesini burada yaşadı ve PT'nin tabanını oluşturan sosyal hareketler kısmen de olsa hareketin dışına düştüler ancak, bu bölünme sokaktaki göstericilerin sayısını azaltmasa da sınırladı.
Anti-parti hareketini bir partisizler hareketi olarak düşünmemek lazım; zira bu harekete destek verenlerin büyük çoğunluğu ya bir parti destekçisi ya da sempatizanı. Bu nedenle, anti-parti hareketinin eylemlerin büyümesi için düşünülmüş bir taktik olarak görülmesi maalesef mümkün değil. Birincisi, bu ifade hakkının gasbıdır çünkü o büyük kitle içinde bireyin kendini ifade edebilecek ya da sesini duyurabilecek gücü olduğuna inanmak, en hafif deyimle naifliktir. İkincisi, bugüne kadar verilen demokrasi mücadelesine haksızlıktır. Bir başka deyişle, anti-parti, sokak ve eylem tecrübesi daha fazla olan PT ve tabanını oluşturan sosyal hareketlerin eylemler üzerindeki etkisini sınırlamaya hizmet ettiği gibi eylemleri medyanın yönlendirmesine bırakmıştır -ki, bunda da oldukça başarılı olundu. Bir taraftan, eylemlerin başlatıcısı olmasına karşın MPL'nin eylemler üzerindeki etkisi kırılırken, diğer taraftan, örgütlü olan işçiler, topraksızlar ve evsizler eylemlerin dışına düştüler. Kısacası, maalesef, eylemler muhalif partilerin yönlendirdiği bir çizgiye girmeye başladı. Zaten PT ile yıldızları barışmayan anaakım medyanın da eylemlere olan desteği böylece artmış oldu.
Zamlar geri alınınca
Sosyal hareketlerin eylemlerin dışına düşmesindeki tek sebep anti-parti hareketi değil elbette. Eylemlerin kısa sürede hükümet karşıtı bir harekete dönüşmesi, PT tabanında soru işaretlerine yol açtı. Zira, eylemcilerin talepleri PT tarafından yerine getirilmeyecekse, bu talepleri kim karşılayacaktı? Eylemcilerin bu konuda herhangi bir cevabının olmaması, dolaylı yoldan muhalif partileri işaret edince PT tabanı eylemler konusunda kararsızlığa düştü. Açıkçası, PT bu durumu kendi tabanını korkutmak için kullandı ve kendi kitlesine “Muhalefet iktidara gelirse 10 yıllık kazanımlarımız yok olacak” mealinde mesajlar verdi. Bu nedenle, başlarda eylemlere kısmi de olsa destek veren PT tabanı, zamların geri alınmasından ve Başkan Dilman'ın yaptığı birinci konuşmadan sonra eylemlere olan desteğini kesti.
Anti-parti hareketinin eylemler üzerindeki etkisinin artmasıyla, MPL'nin rolü ise sadece eylemlerin yer ve saatini belirlemek olarak kaldı. Bir başka problem de burada baş gösterdi; ne eylemleri temsil eden bir platform ne de kapsayıcı talepler formüle edilebilen bir merkez ortaya çıktı. Bu nedenle, ulaşım zamlarının geri alınması dışında bütün herkesin arkasında durduğu ortak bir talep geliştirilemedi. Örneğin, hem vergilerin azaltılıp hem de eğitim ve sağlığa yatırımların nasıl yapılacağı belli değil. Ya da yolsuzlukların azaltılması için var olan politik sistemde ne gibi düzeltmeler yapılacağı da cevapsız.
Ulusal çapta yapılan toplam altı gösterinin ardından Sao Paulo eyalet başkanı Alckmin ve belediye başkanı Haddad tarafından yapılan bir açıklama ile otobüs fiyatlarına yapılan zamlar Sao Paulo ve Rio'da geri alındı. Zamların geri alınmasının ardından eylemlerin başlatıcısı olan öğrenci örgütü MPL bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada, “İlk kazanımımızı gerçekleştirdik, eylemlerimiz ulaşım tam olarak ücretiz olana kadar devam edecektir” denildi ve herkesi sokaklara bir defa daha (7. kez) kutlama yapmaya çağırdılar.
Dilma konuşuyor
Başlangıçta sokak hareketini endişeyle izleyen PT, çok hızlı bir öz eleştiri yaparak, sokaktan korkmadıklarını ve sokaktaki talepleri sahiplendiklerini dile getirdi. Bu nedenle, zamların geri alınmasından sonra yapılan kutlamalara kendi tabanını da çağırdı. Ancak gelişmelerden oldukça kafası karışmış olan bu kitlenin, kutlamalara katılımı da çok zayıf oldu. Zaten bu zayıf kitle de kutlamalar sırasında sürekli anti-parti hareketi tarafından rahatsız ve taciz edildi. Flama, pankart ya da bayrakları ile gelen herkes alanı terk edene kadar da maalesef bunlar sürdü. Hatta bazı katılımcılar sadece kırmızı tişört giydiği için bile rahatsız edildiler. Bu olayların ardından, MPL bir daha eylem çağrısı yapmama kararı aldı.
Eylemler üzerindeki etkisi sona ermiş MPL tarafından yapılan bu çağrı başlangıçta Sao Paulo eyaleti dışında dikkate alınmadı.
Eylemler başta Rio de Janeiro olmak üzere devam ediyor fakat kabul etmek gerekiyor ki, etkisi her geçen gün azalıyor. Cuma akşamı (21 Haziran 2013) tekrardan bir konuşma yapan Başkan Dilma, tekrardan, taleplerin anlamlı, eylemlerin demokrasi için övünç kaynağı olduğunu belirttikten sonra, göstericilerin yukarıda sayılan her bir talebi için önerilerde bulundu. Ancak konuşmasının en dikkat çekici yanı, politik sistemin saydamlığını arttırmak ve halkın politikaya katılımını arttırmak için eylemcileri diyaloğa çağırması idi. Bu aynı zamanda, Brezilya'da son iki haftada yaşananların bir ironisiydi; taleplerini formüle edememiş ve örgütlenmekten kaçan (ki, bu ikisi aynı anlama gelir) bir kitleye diyalog çağrısında bulunmak.
Eylemcilerin neyi talep ettiklerinden ziyade ne demek istedikleri de önemli. Yapılan tartışmalarda da zaten bu öne çıkıyor. Kuşkusuz çözülmeyen ekonomik sorunların yanında Brezilya demokrasisi de eleştirilerden nasibini alıyor. Şunu belirtmek isterim ki, Brezilya 25 yıllık askeri yönetime son veren bir halk hareketiyle doğan ve bir işçiden bir başbakan yapan ilk Latin Amerika ülkesi. Ülkedeki sosyal hareketler sendikalar ile sınırlı değil. Başta topraksızlar, evsizler ve informal ekonomide çalışanlar olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri tarafından belirli hedeflerce yaratılmış yüzlerce sosyal hareket var. Movimento Passe Livre bunlardan sadece biri. Örneğin, şehir merkezinde terk edilmiş onlarca bina evsizler tarafında işgal edilmiş durumda. O binalarda her gün, benzerine Gezi Parkı'nda rastladığımız hayatlar yaratılıyor. Bir başka deyişle, sosyal hareketlerin tüm bu birimleri, toplumsal mücadelenin bellekleri yani deneyimlerinin toplandığı yer. Brezilya demokrasisinin bu unsurlar olmadan gelişeceğini düşünmek, bugüne kadar verilen demokrasi mücadelesini hiçe saymaktır.
Kuşkusuz bu eylemler, Lula'nın başkanlığı almasından sonra mücadeleden ziyade beklenticiliğe giren PT ve çevresindeki sosyal hareketler için bir tokat niteliğindedir. Ancak, eylemlerin neden ortaya çıktığı kadar nereye gittiği de önemli. İfade özgürlüğünün önüne geçen, örgütsüzlüğü öğütleyen, taleplerini formüle etmekten aciz ve bugüne kadar verilmiş demokrasi mücadelesini hiçe sayan bir hareketin demokrasiye katkısı olmadığı kanısındayım. (BK/HK)