*Görsel: The Economist
Yazının İngilizcesi için tıklayın
Bu yazı, Türkiye'den IPS İletişim Vakfı/bianet'in de paydaşlarından olduğu uluslararası Direnç Projesi kapsamında medyada nefret söylemi ve dezenformasyon konularını örneklendiren eleştiri yazılarının yer aldığı "Gazetecilikte Direnç Yazıları" dizisi kapsamında yayımlanıyor. |
Gazeteciler için olmazsa olmaz "ifade özgürlüğü", iktidarca her zaman kısıtlanmaya, denetim altına alınmaya çalışılır. Hem Türkiye hem de dünya basın tarihinde bunun örnekleri bolca var. İktidarın ve habercilerin "kavga alanı" ifade özgürlüğü, son dönemlerde Türkiye'de iyice otoriterleşen iktidarın çeşitli aygıtlarıyla kısıtlanmaya çalışılıyor. Hukuku kararlar, düzenlemeler, yeni yönetmelikler veya "tehdit"lerle her yurttaşın ve elbette basının en önemli hakkını ellerinden almak için her türlü yöntem kullanılıyor.
Bunlara ek olarak iktidar tarafından yurttaşların (genellikle muhalif) "ifade özgürlüğü" çoğu zaman "nefret söylemi" olarak damgalanırken, yine aynı şekilde iktidarın ve çevresinin kullandığı "nefret söylemi", ifade özgürlüğü içinde görülüyor veya gösteriliyor. Mahkemeler ve kolluk kuvvetleri de böyle davranıyor. Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü her ne kadar birbirinden net şekilde farklı ise de, iktidarın deformasyonu ve maniplasyonuyla kavramlar da artık içiçe geçmiş durumda.
İletişim bilimci Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, ifade özgürlüğü ve nefret söylemenin ayrıldığı ve kesiştiği noktalar olmak başta olmak üzere, gazetecilerin ve elbette yurttaşların nefret söylemi ve ifade özgürlüğü konusundaki yükümlülüklerini anlattı.
TIKLAYIN - "Direnç" makaleleri yazı dizisi başlıyor
Nefret söylemi nedir?
Kavramın ortaya çıkışı 1980’lerin ortalarına rastlıyor. Eleştirel söylem analisti Hollandalı Van Dijk, toplumda zihinsel denetimi sağlamanın yolunun ‘söylemi’ denetlemek ya da bizzat üretmekten geçtiğini söyler. Bir milattan bahsetmek doğru olmaz ama dünyada yabancı düşmanlığının, ırkçılığın artması, azınlıklara karşı uygulanan şiddetin ivme kazanmasıyla daha çok karşılaşıyoruz. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin nefret söylemi hakkında 1997’de almış olduğu tavsiye kararı da bir dönemeç.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de bu tavsiyeye uyuyor. Nefret söylemi orada, “yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve hoşgörüsüzlük temelli nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, haklı gösteren her türlü ifade biçimi” sözüyle tanımlanmış. Nefret söylemi abartma, çarpıtma, küfür, hakaret, aşağılama, şeytanileştirme, simgeleştirme kategorilerinde gerçekleşiyor.
"Rahatsız edici olabilir"
Bu durumda ifade özgürlüğü nedir?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yaklaşımıyla, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, demokratik toplumun vazgeçilmez unsurları olan çoğulculuk, açık fikirlilik ve hoşgörünün gereği olduğu kadar, aynı zamanda gerek toplumun ilerlemesi, gerek ferdin gelişmesi için vazgeçilmez bir şarttır. Bu konuda, AİHM’nin, toplumda çoğunluk tarafından benimsenmiş görüşler ile çoğunluğa yabancı ve hatta onu rahatsız eden görüşlerin açıklanması bakımından bir ayrım yapılmaması gerektiği yönünde aldığı Handyside kararı çok önemlidir. Bu karara göre, ifade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan çarpıcı gelen, şoke eden, rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de uygulanır.
Siyasetçilere daha sert eleştiri
Siyasetçiler zorunlu bir biçimde kendilerini gazetecilerin, halkın ve siyasi rakiplerinin eleştiri ve denetimlerine açmak durumundadır. Bu konuda AİHM’nin Castells kararına bakmakta yarar var: AİHM’e göre “hükümete yönelik eleştirinin sınırı sade bir vatandaşa hatta bir politikacıya yönelik eleştiri sınırından çok daha geniştir. Demokratik sistemlerde hükümetin eylemleri yalnız yasama ve yargı organlarının değil, basının ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi olmalıdır.”
Ayrıca siyasetçinin bizzat kendisi de, eleştiriye yol açabilecek açıklamalarda bulunduğu zaman daha hoşgörülü olmalıdır.
“İfade özgürlüğü, siyasi, sanatsal, ticari vs her türlü ifadeyi kapsamaktadır. İfade özgürlüğü, fikir, karar sahibi olma özgürlüğü ile bilgi ve düşünceyi edinme özgürlüğüne ek olarak bilgi ve düşünceyi yayma özgürlüğünü de kapsamına almaktadır. Tüm özgürlüklerde olduğu gibi ifade özgürlüğünün de sınırları bulunmaktadır. Bir ifadenin, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine karar verilmesinin ardından bu kez bu ifadenin herhangi bir sınırlandırmaya tabi tutulup tutulamayacağına bakılmaktadır.”
Nerde biter nerede başlar?
Bu iki kavram sürekli birbirine karşı kullanılıyor ya da taraflar nefret söyleminde bulunurken bunun ifade özgürlüğü olduğunu ifade ediyor veya ifade özgürlüğünü kısıtlamak için söylenen şeyin nefret söylemi olduğunu iddia ediyor. Yani ifade özgürlüğü nerde biter, nefret söylemi nerde başlar ya da tam tersi bir deyişle nefret söylemi nerde biter, ifade özgürlüğü nerde başlar?
Nefret söylemi içeren ifadelerin, ifade özgürlüğünün sınırları dışında değerlendirilmesi ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına yönelik örneklerden biridir. Yapılan bu ayrım, ifade özgürlüğünün sınırlanmasında devletin yetkili kılındığı şeklinde değerlendirilebilir. Bu sınırlama özellikle nefret söyleminin sürekli ve şiddetli şekilde devam ederek yol açtığı sonuçlar düşünüldüğünde oldukça yerinde bir uygulamadır. (http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/ET000412.pdf)
Tartışmalı bir konunun nefret söylemi kapsamına girdiğini iddia ettiğiniz yerde, ifade özgürlüğü ihlaline ilişkin eleştiriler gündeme geliyor. ABD’yi örnek verelim… Düşünce özgürlüğüne vurgu yapılarak, özgürlüğe ancak ‘şiddeti teşvik etme’ durumlarında kısıtlama getirileceği belirtiliyor. Her özgürlük gibi ifade özgürlüğünün de bir norm alanı mevcuttur.
Örneğin çocuk pornografisinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi imkânsızdır. İfade özgürlüğü yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız, ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan çarpıcı, şoke edici, rahatsız edici bilgiler için de uygulanır. Bunlar nefret söyleminin kapsamına girmez. Ancak nefret söylemi niteliğindeki ifadeler de sert eleştiri sayılmıyor ve koruma görmüyor. AİHS'in 10. ve 17. maddesi nefret söylemi ve ifade özgürlüğünü düzenler.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Madde 10: İfade özgürlüğü1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. 2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir. |
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Madde 17: Hakları kötüye kullanma yasağıBu Sözleşme’deki hiçbir hüküm, bir devlete, topluluğa veya kişiye, Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların Sözleşme’de öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmalarını amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı verdiği biçiminde yorumlanamaz. |
Türkiye'de nefret söylemi
Türkiye’de nefret söylemini ve ifade özgürlüğünü düzenleyen kurallar var mıdır?
Elif Çelik'in "Nefret Söylemi İfade Özgürlüğünün Neresinde?" isimli tezinde bu konu detaylarıyla ele alınmış. Ben de oraya referansla anlatayım.
Anayasanın mevcut halinde bir nefret söylemi düzenlemesi yok. Türk hukukunda, nefret söylemi ile ilişkilendirilebilecek belli başlı hükümler ise Ceza Kanunu'nda bulunuyor. Bu düzenlemelerden biri TCK’nın 125. Maddesinde düzenlenen hakaretin suç teşkil ettiği durumlara ilişkin maddedir. Bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil ve olgu isnat etmeyi ve hakareti suç olarak düzenleyen bu madde suçun ağırlaştırıcı unsuru olarak suçun dini, siyasi, felsefi inanca yönelik ya da düşünce ve kanaatlerin açıklanmasından dolayı ya da kişilerin mensup oldukları dine göre kutsal sayılan değerlere yönelik işlenmesi durumlarını sıralamıştır.
TCK 216
Nefret söylemi açısından bu maddenin ne denli etkin bir rol oynadığı belirsizken, burada öncelenen; ‘şeref’ ve ‘onur’ kavramlarının kişisel değer yargılarına bağlı oluşu, söz konusu maddenin ifade özgürlüğü açısından gereksiz sınırlandırılması potansiyelini de taşıyor.
Türk Ceza Kanununda yer alan ve nefret söylemine ilişkin olarak ele alınabilecek maddelerden bir diğeri 216. Madde. Madde, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme ve aşağılama suçuna ilişkindir. Buna göre; (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Geçmişten bu yana bir dizi değişikliğe konu olmuş olan madde, geçmiş dönemlerde ifade özgürlüğünün önünde ciddi bir engel olarak değerlendirilmiş ve sıklıkla eleştiri konusu olmuştur.
Bilhassa birinci fıkrada yer alan “kamu güvenliği” kavramına bir nebze açıklık getirmesi adına iliştirilen “açık ve yakın tehlike” ölçütleri, ifade özgürlüğünün korunması adına olumlu sayılabilecek bir adım olmakla birlikte maddenin nefret söylemini cezalandırmak noktasında etkinliği uygulama bakımından tartışmalı. Burada tam da “halkın belirli bir kesimi” ibaresinin nasıl yorumlanacağı kilit rol oynar. Maddenin, niceliksel üstünlük karşısında geri planda kalan kesim ve grupları mı koruyacağı yoksa zaten egemen değer yargılarının koruyucusu görevini mi gördüğü sorusunun yanıtı, nefret söylemi ile mücadelenin salt hukuki bir çerçevede olmadığı gerçeğine paraleldir.
TCK 301
Türk mevzuatında konuyla ilişkisi belirsiz olan bir madde ise Ceza Kanunu 301. Maddesidir. Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni, devletin yargı organlarını, devletin askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılamak fiillerini suç olarak düzenleyen bu madde, koruma kapsamını “Türk etnik kimliği” ekseninde oluşturduğu gerekçesi ile ulusal ve uluslararası düzeyde defalarca kez eleştiri konusu olmuş bir madde olma özelliği taşıyor. (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/208301)
Bumerang etkisi
Nefret söylemi için yapılacak ya da var olan düzenlemeler, ifade özgürlüğünü kısıtlamaya neden olur mu?
Yaratır, yaratıyor da. Katıldığım birçok uluslararası konferansta nefret söylemini düzenleyen yasaları olan ülkelerden katılan akademisyenler ve gazeteciler zaman zaman bu yasaların bumerang etkisi yarattığını ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığını ifade ediyorlar.
Nefret söylemi ve ifade özgürlüğünün medyada kullanımı ne durumda? Nefret söylemi en çok hangi gruplara karşı yapılıyor?
Devletin ideolojik aygıtı olan medyanın, kendi gündemini yaratırken, toplumsal bağlamdan kopuk şekilde hem örtük hem açık biçimde ırkçılık, etnik önyargı, zenofobi (yabancı korkusu-nefreti), antisemitizm gibi kavramlar üzerinden nefreti yeniden ürettiğini ya da pompaladığını biliyoruz. Medyanın olumsuz, alaycı ifadeler, küfür, hakaret, aşağılama, abartı taktiklerine başvurarak “öteki”leştirdiği ve “hedef” haline getirdiği grupları kamu güvenliğini tehdit edici “potansiyel risk ve tehdit saçan öcüler” gibi sunarak, toplumdaki “öteki” gruplara karşı beslenen önyargıları pekiştirir ve bu grupların kendilerini korumasız ve savunmasız hissetmelerine yol açar. Bu durum, bir yandan kişinin belirli bir gruba aidiyeti yüzünden küçük düşürülmesi, aşağılanması, hedef gösterilmesi, diğer yandan, nefret söylemi üreten gruba güç ve özen atfetmesi açısından oldukça zararlıdır. Söylenenlerden çok söylenmeyenler, normal, rasyonel ve mantıklı görünenler nefret söyleminin teşhisini zorlaştırırlar.
"Kötü" örnekler
Eskiden manşetlerde gördüğümüz, "Pis Çingene", "Korkak Yahudi", hatta geçmişte bir Bakanın çekinmeden söylediği "Ermeni Dölü" türünden sözcüklerin artık günümüzde gazetelerde satır aralarına, köşe yazılarına, internette ise Facebook ve okur yorumlarına kaydığına tanık oluyoruz.
Aşağıda yer alan kampanya örnekleri nefret söyleminin varlığını çok net biçimde ortaya koyuyor:
“Lezbiyenlere tecavüz ederek onları topluma kazandırabiliriz”, “ Köpeklere giriş serbesttir. Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez”, “Duy Ulan Soysuz, Ne Mutlu Türküm Diyene…”, “Soy Kırım Yapsak Soyunuz Kalmazdı Köpekler…” TCK 216 (halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik veya aşağılama) amacına uygun olarak; Erzurum’daki sağlık ocağındaki hastalara, bir doktorun “Pis Kürtler! Hepinizi öldürmek gerekir”, İzmir’deki Türkçü Toplumcu Budun Derneği’nin yürüttüğü “Kürt nüfus azaltılsın, Kürtler kısırlaştırılsın” kampanyası ile Denizli Çivril’de köylülerin “Kürtler çoğalıyor, biz kovmazsak köyü ele geçirecekler” olaylarında kullanılmıştır. Ancak Baskın Oran-İbrahim Kaboğlu örneğinde olduğu gibi, bu maddeyi hakimler çoğu kez tersinden yorumluyor (10).
Gazetelerin ötekileştiren ve nefret yayan ifadeleri başlıklarda sıklıkla görebiliyoruz: "Gey barlardan çıkıp gasp yaptılar", "Rahipler uçkuru kilisede çözüyor", "Sapık Yunanlıya baskın", "Nataşa paraları Rusya`ya", "Küstah Rum`a haddini bildirdi", "Eylemciye halk dayağı2 vs. gibi. Hatta şu başlıkları artık kanıksar ve içselleştirir olduk. “Eşcinsel öğretmen işten kovuldu”, “Yunan tacizciye linç girişimi”, “Yahudi iş adamının borç intiharı” gibi… Hâlbuki “Türk tacizci”, “heteroseksüel öğretmen” veya “Türk işadamı” gibi başlıklar kullanmıyoruz(11).
Hrant Dink
Diğer yandan, eşcinsel öğretmenin işten kovulması, tacizciye linç girişiminde bulunulması veya borcu olan herkesin intihar etmesi türü başlıklar adeta suçu haklılaştırıyor ve hatta meşrulaştırıyor. Hrant Dink cinayeti öncesi medyada gördüğümüz başlıklardan birkaç örnek vereyim: “Hrant’ın hırlayışı”, “Türklüğe hakaretten yargılanan Ermeni gazeteci”, “Ermeniye Bak”, “Hrant kaşıyor", “Hrant uslanmadı, “Kovun bunları", "Ya sev ya terk et” (12).
Homofobik söylem de nefret söylemi olarak kabul edilir. “Travesti dehşeti”, “Ters ilişki teklif etti öldürdüm”, “Hak ettiler” türü manşetler, saldırıları meşrulaştırıyor veya özendiriyor. Medya, LGBTİ+ haberlerini ya şiddet içeren 3. sayfa haberleriyle; cinsel içerikli, toplum ahlakına aykırı” olarak, LGBTİ+ bireylerini ise “sapkın” veya “canavar” olarak sunuyorlar. Kürt sorunu da terörizm ve PKK ile özdeşleştirilerek, Kürtler hakkında "cani, hain, kalleş, çapulcu, dağdan inenler" türünden “sloganlaşmış ve “korkunçlaştırıcı” kalıp yargılar kullanılıyor (13).
Spor medyası
Diğer yandan, spor medyası da nefret söylemini ve nefret suçunu ciddi olarak körüklüyor: Türklük, Türkiye, canım Türkiyem, vatan, ay-yıldız gibi söylemler sıklıkla kullanılıyor. “Hindi dediniz bize nasıl yedirdik size” türünden başlıklarla şiddet kültürü yeniden üretiliyor.
HIV ve AIDS haberleri, suç ve ahlaksızlık ekseninde, tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olarak sunuluyor, HIV ile yaşayanlar tehlikeli, hastalıklı, günahkâr, sapkın ve kötü bireyler olarak sürekli olarak ötekileştiriliyor.
Bu süreç her zaman çok sistematik, planlı ve programlı bir biçimde işlememekle beraber ne yazık ki adeta bir linç kampanyasına dönüşebiliyor. Burada sıklıkla karşımıza bir yandan kişinin belirli bir gruba aidiyeti yüzünden küçük düşürülmesi, aşağılanması, hedef gösterilmesi, diğer yandan nefret söylemi üreten gruba güç ve önem atfedilmesi olaylarına tanıklık ediyoruz. Zira bazı gruplar bu yolla kendilerinin öz-değerlerini arttırma yanılsaması içinde “diğer”lerini değersizleştirme ve insani değerlerden uzaklaştırarak itibarsızlaştırma sürecine müdahil oluyorlar.
Medyada nefret söylemini engellemenin yolları var mıdır, gazetecilere nasıl rol düşer?
“Article 19” adlı Basın özgürlüğü örgütü, 2009 yılında Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), çeşitli sivil toplum örgütleri ve gazetecilerin ortaklığında yazılan Camden İlkelerini benimsedi ve ifade özgürlüğünün korunmasında devletin yükümlülüklerinin yanı sıra, medyanın da önemli bir yeri olduğuna dikkat çekti. Nefret söylemini, şiddete özendirmenin varlığını saptarken ele alınması gereken bazı ölçütleri belirledi.
Camden ne der?
İletişimin içeriği, konuşmacının amacı ve/veya ayrımcılık, husumet veya şiddet içeren olayların meydana gelme olasılığı ile doğrudan ilişkili olabiliyor. Konuşmanın ana noktaları ve öğeleri, tercihen, konuşmanın yapıldığı ve yayıldığı sırada egemen olan sosyal ve politik bağlam içerik analizlerine dahil edilmeli.
Konuşmacının kimliği, toplum içerisindeki konum ve statüleri, saygınlık ve etkileri, karizması göz önüne alınmalı. Politikacıların, ihtilaflara veya anlaşmazlıklara neden olabilecek kamusal konuşmalar yapmaktan kaçınmaları gerektiği konusu vurgulanmıştır. “Bir kısmı, nüfusun bir bölümünü rencide edip, dehşete düşürüp, rahatsız ediyor olsa da” siyasi partilerin görüşlerini halkın önünde savunma hakları olduğunu kabul eder. Fakat siyasi partiler bunu gerçekleştirirken “can sıkıcı veya aşağılayıcı söz ve davranışlar kullanmamalıdır; zira bu tür davranışlar barışçıl, sosyal ortamla uyumsuz kamusal tepkiler oluşturabilmenin yanı sıra demokratik kurumlara olan güveni de sarsmaktadır.”
İletişimin skalası ve tekrarı: Amaç, örneğin konuşmacının mesajı zaman içerisinde veya ara sıra tekrar etmesi halinde, belirli bir eylemi harekete geçirmeye yönelik bir amacın mevcut olma ihtimalini göz önüne alma suretiyle de belirlenebilir.
Camden ilkeleri doğrultusunda medyamızın haberleştirme sürecine baktığımızda karnesinin ne denli kötü olduğu ortaya çıkıyor. Son derece ötekileştirci, etiketleyici/yaftalayıcı, şeytanileştirici, hedef gösterici, nefret söylemi üreten bir dile sahip olduğunu görüyoruz.
Bu konuda en büyük görevlerden biri de medyaya düşüyor. Medya iktidarın sözcüsü gibi davranmaktan vazgeçmeli, birincil sorumluluğunun iktidara, gazete patronunda değil kamuya karşı olduğunu bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Medya ‘biz’ ve ‘onlar’ kutuplaşmasını güçlendirmekten ziyade; karşılıklı anlayış, saygı, kimlikler/kültürlerarası diyalogu sağlıklı sürdürebilmek adına kelimelerin ve imgelerin gücünü doğru kullanmalıdır.
Ateşe benzin dökmek
Medyada, nefret söylemi içeren açıklama ya da ifade, eğer bunun sahibi gazetecinin kendisi ise, kabul edilemez. Gazeteci, başkalarının nefret söylemi içeren ifadelerini aktarırken genelgeçer, toplumun geneli tarafından kabul gören, onaylanan ifadelermiş gibi bir algı yaratmamakla yükümlüdür. Örneğin bu ifadeleri tırnak işareti içine almaksızın başlığa taşımamalı. Kaldı ki sırf tırnak içine almak yetmez, haberin içinde bunun bir nefret söylemi ve kabul edilemez olduğuna dair bir notu da düşmesi gerekir. Gazeteci, özellikle de başlıkta yer almasının öncelikle gazete haberlerinin yalnızca başlığını okuyan okurların gözünde bu ifadede yer alan kanaati meşrulaştırma işlevi görebileceğinin yanı sıra, başlığın gazetenin genel yayın politikası ile ilgili olarak algılanabileceğini de dikkate almalıdır.
Aksi takdirde, medya, politikacıların, 'öteki'lere karşı yönelttikleri 'nefret' söylemini olumladığında ateşe benzin dökmüş oluyor... (https://m.bianet.org/bianet/siyaset/236040-article-19-ve-alti-adimda-nefret-testi)
Peki bu durumla bağlantılı olarak medyada ifade özgürlüğünü genişletmenin yolları var mıdır, gazeteciler ne yapmalıdır?
Bu konuda gazetecilerin sorumlulukları tüm evrensel bildirgelerde beş aşağı beş yukarı aynıdır. Bizde de TGC’nin Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi’nde yer alıyor.
B- Gazetecinin sorumluluğu
Gazeteci basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüstçe kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele eder. Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler.
Sosyal medya ile online yayın yapan medya veya gazete ve televizyonların nefret söylemi ve ifade özgürlüğü kriterlerinde ayrışma olmalı mıdır?
Sosyal medyada çok daha kolay ve yaygın üretilen milliyetçi ve ırkçı nefret söylemin dışavurumu, bireysel değil kolektif bir olgu biçiminde tezahür ediyor; “öteki”ne- yönelik tahammülsüzlük, genellikle “taraftarlık” ruhuyla hareket edilen bir süreçte her zaman çok sistematik, planlı ve programlı bir biçimde işlememekle beraber zaman zaman adeta bir linç kampanyasına dönüşebilir. Böylelikle demokrasinin ön koşullarından biri olan çoğulcu ve katılımcı kamusal tartışmalar engellenmiş olur. Burada önyargılı, provokatif, ırkçı ve ayrımcı dil sıklıkla kullanılırken, bir yandan, kişinin belirli bir gruba aidiyeti yüzünden küçük düşürülmesi, aşağılanması, hedef gösterilmesi, diğer yandan nefret söylemi üreten gruba güç ve önem atfedilmesine de tanıklık ediyoruz. Zira bazı gruplar bu yolla, kendilerinin öz-değerlerini arttırma yanılsaması içinde “öteki”leri değersizleştirme ve insani değerlerden uzaklaştırarak itibarsızlaştırma sürecine müdahil oluyorlar.
Diğer yandan, sosyal medya ifade özgürlüğünün nispeten daha rahat kullanıldığı bir oksijen alanı bu mecra da belirli düzenlemelerle kısıtlandığında artık nefes alınamaz hale gelinme riski var ama şüphesiz nefret söylemi ve ayrıştırıcı/ötekileştirici söyleme yeşil ışık yakmak olarak yorumlanmamalı.
Öz-denetim, uyarı sistemleri ve en önemlisi yurttaşların kendi iç denetimleri ile kontrol altında tutabilmek en sağlıklısı.
Avrupa Birliği tarafından finanse edilmiştir "DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye'de nefret propagandası ve bilgi kirliliğinin önlenmesi, medya özgürlüğünün yeniden tesisi için sivil toplum hareketi" isimli bölgesel proje Avrupa Birliği'nin mali desteğiyle, partner kuruluşlar SEENPM, Arnavutluk Medya Enstitüsü, Mediacentar Vakfı Sarajevo, Kosovo 2.0, Karadağ Medya Enstitüsü, Makedonya Medya Enstitüsü, Novi Sad Gazetecilik Okulu, Barış Enstitüsü ve bianet ortaklığında uygulamaya konuluyor. Bu makale Avrupa Birliği'nin mali desteği ile üretilmiştir. İçeriğinden yalnızca bianet sorumludur ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. Proje hakkında buradan bilgi edinebilirsiniz. |
(NÖ)
1- Nefret söylemi ne yana düşer, ifade özgürlüğü ne yana? / Nazan Özcan