İnsan ne için yazar, nasıl yazar? Onu, hayatın merkezinden kenara çeken, hayatın zevklerinden, sevdiklerinden, zamanından, bazen de sağlığından ödün vererek bir odaya kapanarak yarını yokmuş gibi bir endişeyle harıl harıl yazı yazmaya iten nedir?
Bu sorunun cevabı kişiden kişiye göre değişiyor muhakkak. "Yazmasam deli olacaktım," diyen Sait Faik misali kimi başka türlü yapamadığı, yaşayamadığı için yazıyor, kimi ölümsüzlük iksirinden bir nebze yudumlayabilmek için. Kimisi ise ruhunun iflah olmaz yaralarını unutmak için yazıyor.
Üstelik bu soru karşısında her yazar farklı tavır sergileyebiliyor. Keza bazıları var ki, değil yazılarında otobiyografik öğelere yer vermek, röportaj vermek dahi istemiyor. Kendinden bahsetmeyi sevmiyor, neden yazdığı, onu yazmaya iten şeyin ne olduğu bilinsin istemiyor.
Bazıları kendinden bahseder...
Yaratının arkasındaki sanatçının gizli kalmasını yeğliyor. Tanrılığa soyunmuşçasına hayali karakterler yaratıyor, kendi hayatından fersah fersah uzakta hikayeler anlatıyor. Okurları onun hakkında o, ne kadarına izin verirse o kadarını öğrenebiliyor.
Bazıları da, kendinden bahsetmeyi bir hayli seviyor. Anlatılarında kendini, neden yazdığını, hayatını, yakın çevresini anlatmakta bir sakınca görmüyor. Punk müziğin önemli isimlerinden, muhalif ve bohem kişiliğiyle hafızalarda, duru üslubuyla ise edebiyat dünyasında iz bırakan Patti Smith onlardan biridir, keza. Çoluk Çocuk, Hayalperestler, M treni ve son olarak geçtiğimiz aylarda Türkçe çevirisi yayımlanan Adanmışlık isimli kitapları Smith'in hayatından otobiyografi öğeleri merkezine alan yapıtlarıdır.
Patti Smith'in kitabı, Zihin nasıl Çalışır, Adanmışlık, Düş Değildir Bir Düş ve Trende Yazılar olmak üzere dört bölümden oluşuyor. Kitabın merkezini oluşturan aynı isimli hikaye, tutkulu ve yetenekli genç bir kızın buz üzerinde kaymaya ve dans etmeye kendini nasıl adadığını, tutkusu rehberliğinde çıktığı yolda başına gelen olayları ve kendinden yaşça büyük, ona hayranlık duyan bir adamla olan ilişkisini anlatıyor.
Adanmışlık ismine, Paris seyahati sırasında bir kızın mezar taşında gördüğü, "Adanmışlık" yazısının ilham verdiğini söyleyen Smith, bu hikaye bağlamında, bir insanda -sanata dair- tutkunun nasıl ortaya çıktığını, bu tutkunun kendini gerçekleştirmesi esnasında kişinin çektiği sancıları, o tutkuyu hayatının odağı, biricik uğraşısı, artık olmazsa olmazı haline nasıl getirdiğini ustaca anlatıyor.
Üstelik bu hikaye kitabın yalnızca omurgasını oluşturuyor.
Smith, bu hikayenin nasıl adım adım oluştuğunu, kendisini yazmaya teşvik eden itkiyi ve bu hikayenin var oluş serüvenini de okurlarıyla paylaşıyor. Keza kitabın ilk bölümü olan "Zihin Nasıl Çalışır" 'da, kendi iç dünyasını, Adanmışlık hikayesinin nasıl oluşmaya başladığını, hikayenin ne kadar otobiyografik öğeler barındırdığını açık sözlülükle anlatıyor. İzlediği bir filmin (Rüzgarların Arasında/ Martti Helde) ruhunda başlattığı çığın, daha sonra çıktığı Paris seyahatinde gördükleriyle büyümesinin, zihnin dehlizlerinde güçlenerek hikayeyi oluşturmasının hikayesi bu aynı zamanda.
Zihin odasının tarifi
Adanmışlık, Smith'in Paris'te gezdiği sokakların, okuduğu mezar taşlarının, bulunduğu restoran ve kafelere dair manzaraların, Camus'nun aile ziyaretinin ve Simone Weil monografisinin yazar üzerinde bıraktığı etkilerin, dahası otel odasında televizyonda seyrettiği bir buz pateni gösterisinin merkez hikayeye nasıl ilham verdiğinin anlatıldığı, son tahlilde Baudelaire, Valery, Pavese ve daha nice sanatçının bir görünüp bir kaybolduğu güçlü bir metindir. Artık olgunluk çağına gelmiş çok yönlü bir sanatçının kendisiyle yüzleştiği zihin odasının tarifidir.
Nitekim Smith, bu yüzleşme esnasında, Düş Değildir Bir Düş isimli bölümde, yazının başında bizim peşine düştüğümüz sorunun aynısını kendine soruyor:
"İnsan neden yazma mecburiyeti duyar? Başkalarının isteklerine rağmen neden kendini ayrı tutar, üzerine bir koza örer, yalnızlığa dalar? Virginia Woolf'un odası vardı.
Proust'un kapalı pencereleri. Marguerite Duras'ın sessiz evi. Dylan Thomas'ın mütevazi kulübesi Hepsi de kelimelerle dolacak bir boşluk peşinde. Bakir topraklara nüfuz edecek, sahipsiz şifreleri kıracak, sonsuz olanı ifade edecek kelimelerle. Lolita'yı, Sevgili'yi, Çiçeklerin Meryem Anası'nı oluşturan kelimelerle."
Ve sonunda şu cevabı veriyor:
"Neden yazıyorum? Parmağım, bir pikap iğnesi misali, boş havada izini sürüyor bu sorunun. Gençliğimden beri var olan eğlenceyi, dostları, aşk vadisini terk ettiren, kelimeler kuşanmış bir muamma, dışarıdan gelen bir ritim.
Neden yazıyoruz? Hep bir ağızdan haykırıyor koro.
Çünkü öylece yaşayıp gidemeyiz." (MK/PT)