Savaşı arkalarında bırakarak hayatlarına devam etmek üzere yola çıkan Suriyeli göçmenlerin bu zorlu göç sürecinde karşılaştığı pek çok sorun var. Maddi zorluklar, işsizlik; eğitim, sağlık vs alanlarda sosyal haklardan yoksunluk, toplumsal dışlanma gibi… Ancak bunların dışında bir problem daha var ki bilhassa 18-40 yaş aralığındaki erkekleri itham altında bırakıyor. Kendilerine yöneltilen “Neden ülkenizde kalıp savaşmıyorsunuz?” sorusu…
Suriyeli araştırmacılarla birlikte alana dair yapılan çalışmalar sırasında bu soru doğrudan kendilerine yöneltildiğinde Suriyelilerden gelen cevaplar, bu konuda yetersiz bilgiye sahip olunmasından duyulan rahatsızlığı dile getiriyor. Doğru bir değerlendirme yapabilmek ise; önce bu toplumun kendisini sonra içeride yaşananları daha iyi anlamaktan geçiyor.
İç savaştan önce Suriye; çoğu ülkenin haritadaki yerinin bile farkında olmadığı bir ülke iken, şimdilerde bu coğrafya tüm dünyanın ilgi odağı haline geldi ancak burada ne olup bittiğine dair gerçek anlamda bilgi sahibi olmadan onlarca yorum getiriliyor. Suriyeli göçmenlere bu konuya dair görüşlerini sorduğumuzda aldığımız cevaplar bizim henüz yanıbaşımızdaki bu ülke ve gündemi hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuzu gösteriyor. Bu ülkeyi daha iyi anlayabilmek için bugün nerdeyse bir uluslararası savaşın yaşandığı Suriye’de aslında sadece bir devrim mücadelesinin olduğu 2011 yılına dönmek gerekir.
2011 Arap Bahar ayaklanmalarının ardından Libya, Tunus, Mısır, Bahreyn, Yemen gibi pek çok ülkede despotik rejimler devrilerek demokratik bir yapıya geçilmesinin temelleri atılmaya çalışılırken aynı ayaklanmalar Suriye’de 50 yıldır hükmeden Esad rejimine karşı yapıldığında; hükümet yönetimi bırakmayı reddederek kendi halkına karşı savaş ilan etti.
Öncelikle bu bir iç savaş. Silahlarını birbirlerine doğrultması beklenen kişiler normal yaşamda çoğunlukla arkadaş, akraba en azından yurttaş konumundalar. Öte yandan her bir silahlı grup kendi içlerinde yine ayrı gruplara bölünmüş durumda ki bu tek bir amaç altında birleşmeyi güçleştiriyor.
Esad hükümetinin kendi halkına savaş ilan etmesiyle bir iç savaşa dönüşen bu zorlu süreçte; ilk olarak Özgür Suriye Ordusu adı altında toplanan militanların çoğu eğitimsiz genç erler olmakla beraber; Esad rejiminin ordusunda savaşmak zorunda kalanların da aslında çoğunun seçim hakkı olmadığı ve 18 yaş itibariyle her asker gibi asli görevini yerine getirmek suretiyle mecburiyetten orduda yer aldığı biliniyor. Aksi takdirde kendilerine ve ailelerine zorlu yaptırımlar uygulanmaktadır.
Bununla beraber Özgür Ordu savaşçıları ise kısa zamanda kendi aralarında kimi islami amaçlar güden, kimi tamamen devrimci ve sosyalist olan ve kimi aşırıcı gruplar olmak üzere pek çok ayrışmalara gitti. Bu isyancı gruplar sadece ilk yılda; İslami Özgür Şam Hareketi, Suriye Özgürlük Cephesi,Nusret Cephesi,Tevhid Grubu, Özgür Suriye Ordusu, PYD Alternatif Gruplar,Muhacirler grubu gibi alt gruplara bölündüler. Şu anda ise bu gruplar sayılamayacak kadar artmış durumdalar.
Bu dönemde tüm bunların geçici olduğunu farz eden ve hiçbir gruba dahil olmak istemeyen sivil halk çoğunlukta idi. Ancak rejimin tepkisi arttıkça öfkeli gruplar artıyor ve savaşın şiddeti de buna paralel olarak her geçen gün artıyordu. 13 Haziran 2013 yılında Esad’ın kendi halkına kimyasal silah kullandığı iddiası ise isyancı grupları daha da öfkelendirerek aşırıcı grupların türemesine yol açmakla beraber; bu iç savaşı uluslararası müdahalelere açık hale getiren ilk adım da atılmış oldu.
Böyle bir ortamda Suriyeli halk kendi ülkesinde nerede yer alacağını bilemez duruma geldi. Neden ülkenizde kalıp savaşmıyorsunuz sorusunun cevabı ise çok açıktı.
Suriyeli M. Ejle, 20, diyor ki;
“Çünkü kimle ve kime karşı savaşacağımızı bilmiyoruz. Bu çok taraflı bir savaş ve her bir grup kendi iddiasında haklı olduğuna inanıyor. B grubu ile savaşmak için A grubuna girdim diyelim; birden içeriden veya dışarıda yeni bir C grubu çıkıyor ve seni öldürüyor. Böylesi bir savaşta bunun ne anlamı kalır ki? Bir yandan milyonlarca beyni yıkanmış genç Allah adına dini bir savaş yaptığına inanırken bir taraf özgürlük ve haklar için savaştığını iddia ediyor fakat ne yeterli imkanlara ne de birliğe sahip değiller, diğer yandan bildiğimiz ve bilmediğiz dünya liderleri bu durumu kendi amaçlarına alet ediyor.
Bir gün bakıyorsun savaş isyancı gruplarla devlet arasında diğer gün sahada beş farklı grup var. Öyleyse nereye gidiyoruz, ne önemi kalıyor; yaptıklarının ne anlama geldiğini bilmediğin bir savaşa neden girmek istersin?”
Waseem 27 yaşında, senarist ve yazar:
“Önceleri orduya katılmayı çok düşündüm ve sonunda özgür orduda bir süre yaralıların tedavisi için çalışan ekibe katıldım. Fakat ordunun içine girdiğimde ‘Hani nerede devrim ve özgürlük savaşı’ dedim çünkü bu ordunu yalnızca islamcı ya da aşırıcı gruplardan oluştuğunu ve kendi görüşümdeki insanlarla bir arada olmadığımı fark ettim. Problem şu ki demokratik bir ülke için savaş verenler rejim ve islami gruplar tarafından parçalanmıştı ve komşu ülkelerden hiçkimse onları desteklemedi çünkü her ülkenin gündemi farklıydı ki çoğunlukla en büyük desteği alanlar her zamanki gibi islami aşırıcı gruplar oldu.”
Bilhassa her birinin ortak amacın dışında farklı gündemi olan gruplara ayrıldığını görmek beni ümitsizliğe sürükledi. Aslında kimsenin haklı olduğu bir savaş değil bu. Biz bu kaosun içinde aklı başında kalabilmeyi ve normal hayatlarımıza devam edebilmeyi seçtik. Herkesin seçme hakkı var.”
“Kolumdan vurulduğumda bunu kimin yaptığını bilmiyordum. Hala bilmiyorum” diyor 27 yaşındaki Jian bir kadın olarak bu soruyla ilgilendiğini belirterek.
“Kişisel olarak ben savaşa inanmıyorum. Hayatımda hiç silah tutmadım ve kimseye şiddet uygulamadım. Suriye’deki hiç bir grubu desteklemiyorum ve hiçbirinin doğru bir taraf tuttuklarına inanmıyorum; böylesi durumda olan bir ülkede en iyi asker; silah tutmayan ve savaşı tercih etmeyendir” diyerek sözlerini tamamlıyor.
Feras Allaou, 20 yaşında;
“Ben birçok defa savaşmayı düşündüm. Neden savaşmadım? Çünkü orada ne oluyor bilmiyorum. Öte yandan aileni ve sevdiklerini arkanda bırakıp inanmadığın bir savaşın içine girmek hiç mantıklı değil. Bu Suriyelilerin silahlarını birbirlerine doğrulttuğu bir savaştı” diyor ve ekliyor:
“Bizden beklenen şey ne; ülkede son adam kalana kadar birbirimizi yok etmemiz mi?”
“Ülkemde kalıp kimin için ölmeliyim. Esad için savaşmak benim için bir seçenek değil. Özgür Suriye Ordusu ya da IŞİD mi? Onlar da değil. Bana gore hepsi katil. Hepsi insanlardan nefret ediyor.”
İstanbul’da yaşayan ve Suriyeli bir dernekte çalışan, 24 yaşındaki gencin cevabı ise şöyle;
“Evet biz başta devrim için heyecanlıydık ancak bu yalnızca barışçıl amaçlar içindi. Daha sonra bunun silahlarla olması gerektiği gerçeği dayatılınca biz siviller olarak silah kullanmayı reddettik çünkü biliyorduk ki öldürmeye devam ettikçe devrimin kendisine de zarar veriyoruz. Sistemde silahların olduğunu bilmek onları kullanacağımız anlamına gelmiyor. Öte yandan hem rejim hem isyancı gruplar Suriyelileri zorla ve baskı ile kontrol altına almaya çalışıyor ve şu kesin ki her türlü askeri müdahale Suriye halkının kendi iradesinin karşısındadır. Bizler sivilleriz ve başka herhangi bir şeyle tanımlanmayı reddediyoruz.”
Açıkça görülüyor ki Suriyeli göçmenlerin çoğu ülkelerinde inanmadıkları bir savaşa dahil olmak yerine yaşamayı ve kendilerine bir gelecek kurmayı hayal ediyor. Bunun için onları suçlamalı mıyız? Ortadoğu’nun bitmeyen acılarla dolu kanlı tarihine baktığımızda Suriyeli göçünün bu topraklarda gerçekleşen en barışçıl olay olduğunu söyleyemez miyiz?
Üstelik Suriyeli göçmenler gittikleri ülkelerde hala en çok kendi ülkeleri için faaliyet gösteren dernek ve kurumlarda çalışıyor. Pek çok Suriyeli organizasyon şu an uluslararası çapta çalışmalarla her geçen gün kendi ülkelerine hizmet etmeye devam ediyor. Bütün bunlar savaşan bir Suriye değil yaralarını sarmış; barış içinde bir Suriye inşa etmeye yönelik girişimler olmakla beraber altı yıldır süren bir savaş ortamında bu tür girişimler için çok mu erken? Yoksa çok mu geç? Suriyeliler savaşı hiçbir zaman kabullenmedi. Bunun yerine yapıcı çalışmalara imza atmaya çalışan Suriyelilerin dünya çapında aktif ve üretken girişimleri gözardı edilip sadece aciz konumda resmedilmeye devam ediliyorlar. Aslında hem kendi ülkeleri için hem de konuk oldukları ülke için başardıkları pek çok faaliyet var ki bunlar başka bir yazının konusu olacak boyutta.
Göçün ev sahibi ülkeler için tarihi örneklerde de görüleceği üzere dezavantajlarından çok avantajları olmuştur. Elbette bu durum iyi yönetildiği sürece... Kaldı ki aynı topraklarda aynı tarihi paylaşmış olduğumuz göz önünde bulundurulursa hem günlük hayatta hem de siyasi alanda bunu yönetmek zor olmayacaktır. Suriyelilerden ülkelerine geri dönüp savaşmalarını beklemek yerine göç olgusuna ve göçmenlere yönelik yeni bir bakış açısı geliştirmek hem Suriye’nin kendisi hem de ev sahibi ülkeler açısından göçün avantajlarını ortaya çıkarmak için yeterli olacak. (BD/EA)