“İnsan ne ile yaşar?” ya da “Bir insan ömrünü neye vermeli?” Büyük büyük sorular işte, başkalaşan. Biri Tolstoy’un vaaz gibi kitabına başlık olmuş. Biri ise çok sevdiğimiz bir ozanın bağlamasının telinde takılı kalmış. Yakılmış bir barbar ateşte, bir otel köşesinde.
Şimdi söylüyoruz ya öylesine. Bu soruyu sormuyoruz kendimize. “Bir insan ömrünü neye vermeli?” Oysa iki soru da hayatımızı nasıl şekillendireceğimizi belirlemek için zorluyor beynimizi.
Biz ise bu soruları zihnimizin derinliğine atıyoruz. Çünkü yüzleşmekten korkuyoruz. “Ey insanlık, neredesiniz?” sorusunun kahrediciliğinden kaçıyoruz.
Korkunç yabancılaşma
Kariyer hedefleri, sanal gündemler ve buna benzer birçok zırvayla uyuşturuyoruz kendimizi. Her gün bir ağ gibi büyüyen yoksulluğumuza bile dişe dokunur bir şey demeden. Birkaç içli sözle, birkaç cılız itirazla avutuyoruz kendimizi, çok büyük işler başarmış gibi.
Sonra bir çocuk, iki kelimeyle parçalıyor şatafatlı vitrinleri: “Çok yoruldum, ölsem de dinlensem.” Bir çocuğun bunu düşünebildiği bir dünya olmamalı, diyorum. İçim kanıyor. Kanıyor demeye utanıyorum; fosfor bombaları ile yakılan Filistinli çocukların eriyen bedenlerini düşündükçe.
Tiksiniyorum her şeyden: Alışmaktan, sanal gündemlerden, korkunç yabancılaşmadan, hamasetten, zulüm görenlerin bile ayrıştırılmasından, her şeyin saçma sapan bir döngüye girmesinden...
"Medeni Dünya"nın insan hakları
Milyarlarca insanın vahşete dur diyecek iradesini ortaya koyacak gücünün heba edilmesinden. Bir halkın yokluğa ve yok olmaya karşı onurlu direnişinin sınırlı bir destek görmesinden.
Evet, Filistin halkı bugün uygarlığın tüm utancını yüzlere çarpan bir var olma mücadelesi veriyor. “Her şeyden koparılma hükmünü giydik, kendi yok oluşumuz dışında her şeyden” diyordu Gassan Kanafani. Yani bu mücadelenin, kılıçlar ile boyunlar arasında olduğunun altını çiziyordu.
Çünkü dünyanın orta yerinde hep çocuk kalıyordu çocuklar ve Adil Okay’ın şiirinde dediği gibi “İntifada biçiyorlardı mayın tarlalarında” bu böylece sürüp gidiyordu. Katledilen, sakat bırakılan insanlar, o çok “medeni” dünyanın insan hakları kapsamına girmiyor demek ki.
Hele de zaten hayatın sıradan akışında bile en temel hakları “özel” gereksinim kalıbına sıkıştırılan engelliler hiç gündemlerine gelmiyor. Genellikle daha önce de belirttiğim üzere bu savaşta kaç kişinin engelli olduğunu, var olan engellilerin hangi koşullarda yaşadığını bilemiyoruz.
Aslında bu bir gerilemenin en açık göstergesi. Bir dönem bazı engelli örgütlerinin Filistin için basın açıklaması yaptıklarını hatırlıyorum. Sınırlı bir şeydi ama bir şeydi işte. Yapılmıştı. Bugün o bile yapılmıyor. Oysa çok daha fazlasının yolları denenmeli.
Temel sorun hayatta kalmak
En azından savaş bölgesinin dışına çıkma şansı edinmiş engelliler için çeşitli dayanışmalar gösterilebilir. Yanlış anlaşılmasın, birilerinin ruhunu tatmin edeceği maddi yardım tarzı bir şey değil. Bir şekilde dokunmak.
En azından “Yapabileceklerim kapsamında yanındayım” demek. Nasıl olur, nasıl yapılır bilmiyorum ama bir şekilde yapılmalı. En azından bu gündeme getirilmeli. Bunun için girişimler, platformlar oluşturulmalı.
Hiç değilse bilgi edinilmeli. Sonuçta mekân değiştirmenin kendisi bile erişilebilirlik sorunlarını doğurabiliyor. Günlük hayatlarını nasıl idame ettiriyorlar? Herhangi bir destek alabiliyorlar mı? Biliyorum, yaşadıkları koşullara göre bu sorular çok havada kalıyor. Çünkü temel sorun hayatta kalmak ve ne yapılabilir bilmiyoruz.
Benim ayrıca merakım, o işgale karşı çeşitli mücadeleler yürüten engelliler var mı? En azından savaş bölgesi dışında. Sağlamcı akıl böyle bir ihtimali direkt yok saydığı için kimse bu soruyu sormuyor, ama insan gerçekliğini biliyorum. Mutlaka bir şeyler vardır.
Tekrarlıyorum, bizim en büyük merakımız ne yapabiliriz olmalı. Dünya halklarının vereceği tepki belirleyici olacak. Peki bu eylemlerin yanı sıra, Filistinli engelliler için bir kampanya düzenlenemez mi? En azından moral destek açısından. Sesimiz ulaşır mı, ulaşmaz mı bilemeyiz. Olsun, belki ulaşır.
Belki bu yıkıcı savaşın farklı bir boyutuna dikkat çekmiş oluruz. En azından somut bir girişim olur. Bu kıyım durdurulmalı. Sadece gözyaşı dökmek bir şeyi değiştirmiyor.
Yine Kanafani’nin sözleri ile bitireyim: “Gözyaşları eksik olanı ya da kaybedileni geri getirmez. Gözyaşları mucize yaratmaz. Dünyanın bütün gözyaşları birleşse de içinde kayıp çocuklarını arayan bir anne baba olan bir sandalı taşıyamaz.”
(BS/EMK)