Sevgili Necdet,
Aslında hiçbir ilginin olmadığı "Devrimci Karargâh Davası" nedeniyle tutuklanalı bu ayın sonunda 30 ay tamamlanmış oluyor. Sana en son bu yılbaşında bir kart göndermiştim. Gönderdiğim kartla bağlantılı olarak 2011'in ilk günü yayınlanan biamag'da bir de yazı yazmıştım. O günden bu yana hep yeniden yazmayı düşündüm.
Haftadaiki üç yazı yazacak kadar yoğun bir yazma faaliyetim olmasına, eski eşin Sevim'in ve kız kardeşin Nigar'ın, ara ara yazmam için bana yolladıkları mesajlara karşın bugüne kadar bir daha yazamadım.
Çünkü ortada bir yanlışlık, hatta bir haksızlık olduğunda ve bunu ortadan kaldırmaya gücün yetmediğinde "susuyor" insan. Ağzından çıkabilecek tek sözcük "üzgünüm" oluyor.
Bu ise ne duyguları ne de içten içe yaşanan isyanı anlatmaya yetmiyor. Çünkü en büyük isyan aslında "susmak". Beni anlayacağını sanıyorum!
Şimdi yazıyorum.
Sana yazmaya karar vermeme geçen salı akşamı izlediğim bir "okuma tiyatrosu" neden oldu.
Kumbaracı 50'de izlediğim "İran'dan Sesler" adlı okuma tiyatrosu, aslında bir insan hakları projesi.
İran gibi "şeriat kuralları"nın egemen olduğu yerlerde, özellikle kadınların yaşadığı insan hakları ihlâllerini anlatılıyordu okuma tiyatrosu biçiminde sunulan bu metinlerde. Bir ay sürecek bu etkinlikte sunulacak "sekiz" ayrı metin var. Sekiz ayrı gerçek olaya dayanıyor.
İlk metinde "Rafat"' adında genç bir kadının, "recm edilerek" yani taşlanarak öldürülmesine karar verilen bir olayı bize de gösterdiler sahnedeki oyuncular.
Bu kadın bir uyuşturucu ve kadın satıcısının tuzağına düşmüştü. Günün birinde, imam nikâhlı kocası olan fuhuş taciri adam tarafından yine bir geceliğine satıldığı bir taksi şoförüne aşık olur bu genç kadın. Taksi şoförü iyi bir adamdır ve kadını anlar, her şeye karşın sever onu, "vizitesi"ni ödeyerek onu sıkça ziyaret eder. Giderek sevgileri büyür; büyüyen yalnız "aşk ve şefkat" değildir, bir de annesinin karnında "büyüyen" bebek vardır.
Aslında en güçsüzler en mağdurlardır, bunu bilirsin.
En büyük mağdurlardan birisi de o bebektir o yüzden.
Fuhşa "kırbaç", zinaya "recm"
Kadın kocasından boşanıp, yaşamını bu adamla sürdürmek ister. Ama koca kazancından vaz geçmemek için kadını fuhuş ve zina yaptığı için şeriat mahkemesine şikâyet eder.
İzlediğimiz metin o mahkemede yaşanan diyaloglardan kurgulanmıştı.
Mahkemenin "dini kurallar gereği tanrının sözlerini her şeyden, bu arada insan yaşamından da üstün tutan" bir yargıcı vardır.
Herkesin söyleyeceğini dinledikten sonra kadını fuhuş yaptığı için kırbaç cezasına, birisinin nikâhında iken başka bir adamla birlikte olduğu ve ondan bir çocuk peydahladığı, yani "zina suçunu işlediği" için de "recm edilerek" öldürülmesine karar verir.
Karar çocuğun doğumundan sonra gerçekleşecektir.
Kendini koruyanın en az iki erkek tanığı olmalı
O akşam izlediğimiz ikinci metin ise 17 yaşında bir kenç kızın, Mina'nın başından geçenlerden ve onun hikayesinden haberdar olduk.
Mina bir gece bir büfeden alışveriş yaparken iki erkeğin tecavüzüne maruz kalmış, bu sırada kendini korumak için, can havliyle orada eline geçen bir taşı tecavüzcülerinden birisinin başına vurmuş, aslında öldürme kastı olmamasına karşın, o adamı öldürmüştür. Olayın tanıkları arasında diğer tecavüzcü dışında bir kadın daha vardır. O kadın bir "fahişe"dir. Ama kadındır ve o da tek başınadır. Ne bir şey yapabilir, ne de tanıklığı değer taşır.
Mina "şeran suçlu"dur, çünkü o sırada üzerindeki giysiler, bir erkeği "tahrik edecek" niteliktedir. Üstelik açılan soruşturma sırasında yapılan araştırmada bir de "bakire" olmadığı da anlaşılmıştır.
Yargıcın kararı yine "insan haklarının gerektiği şekilde değil "Hak"kın vazettiği doğrultuda, yani erkeği ve sistemi koruyacak şekilde verilir: Hakim 17 yaşındaki Mina'nın 18 yaşını doldurduğu gün "asılarak idamına" karar verir.
Oyun bittiğinde önce Mina'nın bir yıldan az süreyi cezaevinde nasıl yaşadığını, yaş gününde idama giderken neler hissettiğini, neler yaşadığını hayal etmeye çalıştım.
İnsanın beyni tuhaf oyunlar oynuyor insana; yıllardır kulağımda var olan o onlarca farklı çınlamanın arasında bir ses duydum: Bu ses, bunları sana yazmam gerektiğini söyledi. İnan nedenini de, nasıl bir çağrışımın da buna neden olduğunu bilmiyorum. Ama o sesin gereğini yapmadan duramadım.
Altı öykü daha var
Bizim izlediklerimiz dışında altı insan öyküsü daha var. Bu öyküleri anlatan metinler üç hafta daha her Salı günü aynı yerde sergilenecek. Ama yalnız orada değil, aynı zamanda 94,9 Açık Radyo'da da her Salı akşamı 18:30'da "İran'dan Sesler" olarak yayılacak.
Dahası da var; bu proje Fransa, Almanya ve İsveç'teki çeşitli radyo ve tiyatro grupları tarafından eşzamanlı olarak hem sergileniyor, hem de buralardaki çeşitli radyolardan, ve tabii ki internet üzerinden de yayınlanıyor. Sanırım orada bir radyon vardır; eğer oradan çekiyorsa Salı akşamları 18:30'da sen de "Açık Radyo"yu dinle eminim, etkileneceksin.
Sahnelendiği her akşam, metinlerinin sunumunun ardında konuya dair sözü olanlar ve benzeri durumları yaşayanlar da kendi başlarından geçenleri paylaşacak.
25 Ekimdeki paylaşımda, projenin sahibi olan İranlı yönetmen dışında bir de İranlı aktivist vardı. O da hem mülteciler ve eşcinsellerle ilgili yaptığı çalışmalarından, hem de İran'da yaşadıklarından ve daha da önemlisi halen ailesi orada yaşadığı için şeriat yasalarının insanların yaşamlarındaki etkilerinden söz etti.
Arınç'ın isteği
Sanırım sen de okumuşsundur; 27 Ekimde gazetelerde bir haber vardı, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Deniz Feneri e.V davası bağlantılı soruşturma kapsamında üç kişinin serbest bırakılmasının kendisini sevindiğini söyleyerek tutukluluk süreleri uzayan Ergenekon ve bağlantılı diğer davaların hakimlerine bir mesaj vermiş. Şöyle demiş Başbakan Yardımcısı:
"Bunları tahliye eden hakimin verdiği kararın, başka davalardaki hakimlere örnek olmasını diliyorum. Kalben inanıyorum ki yakın zamanda diğer mahkemeler, heyetler veya hakimler, tahliye kararlarını vermeye herhalde başlayacaklar. Yoksa bunun izahı olmaz."
Bu haberin ne anlama geldiğini doğrusu çıkaramıyorum. Başka birisi buna benzer bir söylemde bulsaydı, mahkemeye emir vermekten tut da, yargıyı etkilemeye kadar çeşit çeşit ithamlara maruz kalır, belki de hakkında dava bile açılabilirdi.
Ama bu sözler haksız ve hukuksuz şekilde senin gibi yıllardır cezaevlerinde tutulan binlerce kişinin yakınları gibi bende de "yeni bir umut" doğmasına neden oldu: "Acaba bu istek Necdet'i de kapsıyor mu" diye düşünmeden edemedim.
Umut tükenmiyor
"Rafat" ve "Mina" artık yok! Onların "şer'an katl"lerine hükmedildi.
Oyunun sonunda oyunla ilgili yorum yapan bir insan hakları aktivisti olan "Arsham Parsi" küçük bir söyleşi yaptı biz izleyenlerle. İlk sözü "ilk kez 2004'te ülkenize gelmiştim, burada yaşananları görünce korkuyorum" dedi.
Bu korkuyu pek çok kişi yaşıyor. Ama umut da asla tükenmiyor!
Çünkü insan yalnız ve yalnız "umutla" yaşıyor ve yaşamı önce "umut" var ediyor!
O nedenle ben de sana bu "ışığa" bakıp "umudunu" korumanı ve sabretmeni öneriyorum.
Daha sık yazmazsam bana kızma, ama hep aklımda olduğunu da unutma.
Sevgi ve dostlukla...(MS/ÇT)