Çocukken duyduğum ve kulağımda yer alan cinsiyetçi denebilecek bir deyiş vardır, “Aldatmayan erkek yoktur, henüz aldatmamış erkek vardır” diye.
Muhtemelen ilk olarak bir kadından duymuşumdur. Erkekler alınmasın, hatta haklı olarak karşı çıkmasın diye düzenleyelim bunu. “Aldatmayan kişi yoktur, henüz aldatmamış kişi vardır” diyelim. Ve ekleyelim “bütün genellemeler yanlıştır.” Ve elbette dileyelim “kimse kimseyi aldatmasın.”
“Ne zaman boşanacaksın da evleneceğiz?” Hande Çayır’ın söyleşileri derlediği bir oldukça iddialı bir çalışma. “İkinci kadın ve ikinci adamların kendi ağızlarından yaşadıkları yasak aşklar” olarak lanse edilmiş kitap. Aldatmayla başlama sebebim bu kitap. Hande’yi Soyadı konusunda yaptığı belgeselle tanımıştım. Bu çalışması soyadı konusuna göre daha çeşitli özneleri barındırıyor. Kadınlar, erkekler, LGBTİQ bireylerin yaşadıkları çoğunlukla gizli, örtük hatta yasak, nadiren açık olarak yaşanan ilişkiler bunlar. Farklı farklı adlandırmalar kullanılmış kitap boyunca. Hem derleyen, yazan hem de söyleşiyi veren kişiler tarafından ilişki yaşadıkları kişileri tanımlamak üzere kullanılan kelimelerden bahsediyorum. Metres, kuma, sevgili, manita, karı vesaire. Ben bu gibi tanımlamaları kullanmak yerine “diğer kişi” demeyi tercih ediyorum. “Öteki” kavramını kullanmaktan çekinerek.
Çayır’ın çalışması pek çok tabuya dokunuyor. İlişkilerin kendi başına tabu olmasının yanı sıra, söyleşilerde bahsi geçen ilişki türleri de çoğunlukla tabu olarak kabul edilenler. Hande’nin şimdiye dek yaptığı söyleşilerden de kitaba eklediği yorumlardan da anlaşıldığı üzere oldukça objektif bir çalışma yapmaya çalışmış. Kendi ifadesiyle “Mahkum etmeden, yargılamadan” dinlemiş metresleri. Çok da akıllıca yapmış aslına bakarsanız. Söyleşileri okurken dönem dönem şaşırdım, üzüldüm, bazen kızdım itiraf etmem gerekirse. İster istemez kendini ilişkideki kişilerden biri yerine koyuyor insan. Adaletsizliği düşünüp istemeden de olsa kendisini yargılar bulabiliyor. Özellikle bu nedenle Hande’yi tebrik etmek gerekir. Objektif olabilmeyi başarmış.
Söyleşileri tek tek değerlendirmek istemem, çünkü bu değerlendirmeyi okur kendi başına yapmalı ancak genel olarak söylemem gerekir ki oldukça cesur, açık sözlü söyleşiler bunlar. Yaşanılan ilişkilerden, cinsellikten, en gizli fantezilerinden bahsederken hiç sakınmamış söyleşi verenler. Bunun yanı sıra yaşadıkları ilişkilerin onlarda yaşattığı duyguları da anlatmaktan sakınmamışlar. Okunmaya değer söyleşiler her biri. Bu nedenle tek tek anlatıp, kitabı alacak onların hevesini kaçırmak istemem. Ancak şöyle bir değerlendirme yapmadan da geçemeyeceğim; kadınların söyleşileri erkeklerin söyleşilerinden çok daha farklı. Anlattıkları seksten ziyade duyguyla bağlantılı şeyler. Neden “diğer kişi” olduklarını anlatırken ya da ilişkinin ardından yaşadıklarını anlatırken kullandıkları dil yaşadıklarının sadece bedensel hazdan oluşmadığını gösteriyor. Genelleme yapıyorum elbette.
Her bir söyleşi diğerinden farklı bir noktayı düşündürüyor bana. “Diğer kişi” ile ilişkisi olan erkekler yeni bir ilişkiye başlama sebebi olarak çoğunlukla seksi öne sürüyor. Kendi “yasal” eşlerinin seks konusunda yeterince istekli olmadığından ya da yatakta farklı deneyimlere açık olmamalarından dem vurarak aldatma eyleminin gerekçesi olarak göstermiş çoğu. Bunun dışında sırf heyecan olsun diye yasak olmasının cazibesinden bahseden özneler de var.
Ancak bir söyleşi vardı ki bunların dışında bir durum sergileniyordu. Söyleşiyi veren “diğer kişi” olmayan yani “yasal/gerçek /bilinen kişi”. Bu söyleşide kocasının kendisini aldattığını öğrenen bir kadınla görüşmüş Hande. Sanırım daha önceki söyleşilerden edindiği deneyimle kadına seks konusunda utangaç olup olmadığını soruyor yazarımız. Cevabı aynen aktarıyorum -kitabı almak isteyenlerin aflarına sığınarak - “Aksine, ondan daha meraklıydım. Hatta anal seksi çok merak ediyordum. Onu istediğimi söylüyordum. Benimle yapmıyordu. Şarap içmeme de kızıyordu bazen. Sonra bir gün ‘karın şarap içmez, sevgilin içer’ falan demişti. ‘Karınla şu yapılmaz, sevgilinle şu yapılır’ gibi kısıtlayıcı inançları vardı. “
Elimde değil kitabı okurken genelde “haberi olmayan” tarafa yani “yasal/gerçek/bilinen” kişiye karşı bir zaaf geliştirmişim. İlk defa bu söyleşide aldatan özneye yani kocaya acıdım. Çünkü bence bu söylem kendi söylemi değildi. Yıllarca büyütüldüğü normlar, ona “karı-koca” ilişkisini bu şekilde öğretmişti ve belki de kendisi bu tarz bir ilişkiyi istese ya da başka kadınlardan beklese bile “karısı” onun için evdeki namuslu, hatta dindar kişi olmalıydı. Toplumun hepimizi sarıp sarmaladığı kısıtlayıcı normları tarafından zehirlenmiş ve kendine çıkar yol olarak başka bir kadın bulmuştu. Belki de sorgulanması gereken aslında buydu. Her bir söyleşide toplumun, bizlerin bize ne yaptığını daha farklı bir açıdan düşünüyor insan. Kitabın güzelliklerinden biri de bu.
Velhasıl, Hande Çayır, yaygınlığına rağmen konuşmaktan çekindiğimiz, halılar altına itmeye yatkın olduğumuz bir konuda konuşmuş insanlarla. Bizi bize anlattırmış. Hangi kişi olduğumuzu biliriz ancak hangi kişi olacağımızı bilemeyiz belki. Bu kitap neredeyse tüm öznelerin gözünden anlatıyor her şeyi; olduklarımız ve ya olabileceğimiz kişiler konuşuyorlar. Onları dinlemeliyiz derim. (SK/ÇT)