Dağınık olan sistem değil,
Sistemin çarkları haline dönüşmeye meyilli olan insan aklıdır.
Karl Marx
Kendisini solda gören, demokrat, devrimci, Sosyalist veya Komünist olarak adlandıran bizlerin en iyi yaptığı, herhangi bir konuda günlerce tartışmak, teoriler üretmek, yorumlar yapmak veya eleştirmektir, acımasızca.
Yaşım gereği yaşadığım topraklarda uzun yıllar izleyebildim benzer durumları. Bazen içerisinde oldum, yaşadım, katıldım, bazen de karşısından seyrettim, kavalı dinleyen koyun misali.
Yıllarca tartıştık. Kimimiz uygulanan şiddeti devletin normal şiddeti olarak gördü, kimimiz Faşizm dedi. Devleti Faşist olarak görenler diğerlerini körlük ve pasiflikle suçladı, diğerleri ise “abartıyorsunuz” diyerek eleştirdi, “Devlet Faşisttir” diyenleri.
Sadece devlet mi tartışıldı yıllarca? Elbette ki hayır? Bizler tartışacak konu bulmakta zorlanmayız! Toplum yapısı, sanayi durumu, Kürt sorunu, Ulusal azınlıklar, Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, şablonculuk, Sovyetçiler, Maocular, Enverciler, konu çok…
80’den fazla parçaya bölünüp amipleşmiş sol yıllarca benzer konuları tartıştı. Tartışmak eyleme geçmekten kolay olduğundan mı yoksa bir türlü atlatılamayan kafa bulanıklığın gittikçe artmasından mı bilinmez ama tartışmalar bitmedi, bitmiyor, bitmeyecek gibi de görünüyor.
Yıllardır çözemediğimiz ve hakkında tam ve ortak bir karara varamadığımız, isimlendiremediğimiz, değişik adlarla konuşlandırdığımız devlet çarkının içerisinde sıkışıp kaldığımız dişlilerin dönüşleri istikametinde yürüdüğümüzü sanarak kaldığımız yerden devam ediyoruz tartışmalara.
Nedir bu devlet biçimi?
Yarı sömürge, yarı sömürgeci devlet biçiminden oligarşik devlete, burjuva demokrasisinden faşizme kadar bir çok devlet biçimi içerisinde uygun ve ortak karar alarak bir yere koyamadık devletimizi.
Ortalık kan gölü olmuş, şiddetin dozu ile devletin ismini bulmaya çalışıyoruz, kan tahlilinden aptallık oranını arar gibi!
Hepimiz bir isimlendirmede, biçimlendirmede, tahlilde ortak karara varsak ayağa kalkacak, yürümeye başlayacak, yumruğumuzu masaya vurup devrimi başlatacak(mışız) gibiyiz ama sanki bunu istemiyor(muş) gibiyiz de…
Düşünce, inanç ve kimliklerimizden taviz vermeden hayalimizdeki Süpermen’in bir an önce gelip bizi bu dertlerden kurtarmasını bekliyoruz!
Belki devlet biçiminde ortak bir karara varabilsek, elimizde hazır bekleyen mücadele biçimlerinden en uygununun seçimi başlayacak da henüz tartışmamız bu alana gelemedi. Sınıf temelinde örgütlenmeyi kabul ettiğimizden takip edeceğimiz ideoloji hazır gibi. Faşizmde anlaşsak “Faşizme karşı ortak cephe” kurabileceğiz örneğin. Yöntemlerimiz hazır da ortak düşmanımız olan canavarımızın adını koyamadık. Hangi silahla vurursak öldürebiliriz, onu tartışıyoruz.
Tabi ki biz bu tartışmaları yaparken canavar bizlere zarar vermeye devam ediyor. Yaşadığımız şiddet, vahşet, ölüm ve katliamlar az mı geldi? Yoksa fazla şiddetten değişik akli sendromlara mı kapıldık? Bunları bile tartışır hale geldik.
Toprağın kana doyduğu dönemlerdeyiz. Kendisine fazla gelen kanı yüzümüze püskürtmesine rağmen anlaşılamayan bir dinginlik içerisindeyiz.
Acaba, “alışmak” denilen olgu böyle bir durum mu?
Mahkeme kararı olmaksızın, yargılama yapılmadan, hukuksal süreç yaşanıp sonuçlar alınmadan insanlar hakkında Kanun Hükmünde Kararnamelerle kararlar veriliyor, yaşamları ve gelecekleri ipotekleniyor, aileleriyle birlikte bilinmezliklere doğru sürükleniyor. Bu durumdaki insan sayısı yüz binleri geçti.
İçerisinde yaşadığımız devletin ortak yaratılan maddi ve manevi değerleri yok ediliyor. Şehirler, ilçeler, köyler yakılıp yıkılıyor. Kendi uçaklarımız kendi insanlarını bombalıyor. Üç milyondan fazla insan kendi ülkesinde mülteci! İl, ilçe ve köylerde yaşanan yıkımlar nedeniyle uğranılan/verilen zarar belki de devlet bütçesini aşmış durumda. Sokağa çıkma yasakları bitmedi. Operasyonlarda, bine yakın sivil insan ki yüzden fazlası çocuktu, öldü! Hurşit Külter gibi kaybolanlardan haber yok.
Neredeyse kayyum atanmayan yer kalmadı…
Devlet şiddet konusunda daha ne kadar ileri giderse, daha ne kadar anayasa hükümlerini ve yasaları hiçe sayarak uygulamalar yürütürse, daha ne kadar demokrat, aydın, gazeteci ve muhalif insanı susturmak için değişik suçlamalarla cezaevlerine atarsa faşist devlet olur?
Kendisini bu konularda sorumlu hisseden ve kendilerini demokrat, devrimci, sosyalist ilan ederek dünyayı yorumlamanın ötesine geçemeyenler daha ne kadar bekleyecek?
Daha ne kadar tartışacağız, üzerimizde uygulanan şiddetin yüzde 100’ü geçip geçmediğini?
Daha kaç tane Taybet ananın, Miray bebeğin ölmesi, kaç tane Hurşit Külter’in kaybolması, kaç gazetecinin cezaevine tıkılması, aydınların ve akademisyenlerin işten atılması, kaç tane ananın biraz daha acı çekmesi gerekiyor, “artık yeter”, “êdî bese” demek için.
Oturup kalmaktan sadece kıçlarımız değil, düşüncelerimiz de nasırlaştı!
Acılarımıza bile saldırılıyor…
Artık yeter.
Êdî bese…
* * *
Bu yazı aynı zamanda bir özeleştiridir… (NT/HK)
Not: Bu yazı Batman Sonsöz gazetesinde çıkan "Ne yapmalı?" yazımın devamı niteliğindedir (1)