İşçi sınıfı adına sorumluluk üslenen sendikalar, emekten yana siyaset yapan partiler, dernekler, siyasi dergiler, feministler, LGBT’ler anarşistler, ekolojistler, beyaz yakalılar kim varsa tüm muhaliflerin 1 Mayısın arifesinde Türkiye halklarına söyleyecek sözleri olmalı.
1 Mayıs, küresel şirketlerin ve yerli işbirlikçilerinin gezegenimizde yarattıkları tahribatlara itiraz edenlerin bütün dünyada eş zamanlı olarak sokaklara çıktığı tek politik gösteridir.
Bu nedenle 1 Mayıs’ta, başta demokrasi güçleri olmak üzere tüm sendikalar, işsizlerin, sendikasızların, sigortasız çalışanların, emeklilerin vicdanı olmalı, “iş kazası” adı altında cinayete kurban giden binlerce insanımızın acısını, öfkesini sokağa taşımalı. Kadın ve çocuk emeğini ucuza kapatan insafsız şirketlere, taşeron firmalara karşı 1 Mayıs kürsüsünden hesabın sorulacağı yüksek sesle haykırılmalı. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren emperyalist haydut devletlerin ve diktatörlerin savaş çığlıkları sonucunda ülkesini terk etmek zorunda kalan yüz binlerce insanın göçmen durumuna düşmesi ve açmasızca emeklerinin gasp edilmesine seyirci kalınmamalıdır. Göçmen işçilere karşı geliştirilen ırkçı saldırılara izin verilmeyeceği beyan edilmelidir.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik derinleştikçe demokrasiden uzaklaşılacağı aşikârdır. Demokratik mekanizmalar zayıfladıkça hak arama yolları tıkanır. Türkiye’de mevcut anayasa, siyasi partiler yasası ve seçim sistemi gerçek halk iradesinin ortaya çıkmamasının önündeki en önemli engellerdir.
Yerel seçimler sonrasında oyların dağılımında ortaya çıkan gerçek şudur ki; işçi sınıfı kendisi için sınıf olma bilincinden çok uzaktır. Sınıfsal çelişkilerinin üzeri kimlik ve inanç istismarı burjuva siyasetinin sisli havasıyla örtülmüş durumdadır. AKP hükümetinin işine gelen bulanık ortam başbakanın saldırgan üslubu ile daha uzun bir sürece yayılmak istenmektedir.
Toplumun beklentisi olan demokratik yeni Anayasa bu dönemde rafa kaldırılmakla kalmamış, yapılan kısmi değişikliklerin de içi boşaltılmıştır. Türkiye halklarıyla hiçbir ilişkisi ve ilgisi olmayan AKP–Cemaat kavgasının toplumsal gerginliği muhalefetin de katkılarıyla sandığa taşınmıştır. AKP’nin başarısı gerginliği siyaset yapma aracı haline getirmesidir. Hırsızlık ve yolsuzluk, yaratılan bu siyasi gerginlikle aklanmaya çalışılıyor. Cumhurbaşkanı seçimi ve arkasından genel seçimleri de hesaba katarsak bu zaman diliminde AKP’nin demokratik taleplerin tamamını duymazdan geleceği açıktır.
BDP’yi dışında tutarsak, parlamentodaki muhalefetin, ülkenin demokratikleşmesi ve barış için ellerini kıpırdatma niyetinde olmadıkları görülüyor. Anlaşılan o ki barış ve demokratikleşme mücadelesi sokaktaki muhalefetin omuzları üzerinde yükselecektir. 1 Mayıs’ta sokağa çıkanların yükü bu defa her zamankin den daha fazladır.
Şimdiden 2014 yılı 1 Mayısında demokratik muhalefeti bekleyen en önemli senaryo ortaya konulmuştur. Türk-İş’in (AKP işbirliği ile) 1 Mayıs için Kadıköy’e başvurması sağlanmıştır. Burada amaç, işçi sınıfını bölmek, 1 Mayıs’ı güçsüzleştirmektir. Diğer sendikalara da ya Taksim’i yasaklayacak ya da başka bir tartışma yaratarak gündemi değiştirecekler. Böylelikle gerçek gündemlerden uzak 1 Mayıs ve alan tartışmaları başlamış olacak. Bu durum en çok gerginlikten beslenen başbakanı mutlu edecektir.
Siyasi iktidarın beklentilerini boşa çıkartabilmek için, ne Taksim’den vaz geçilmeli, ne de taleplerimizden. Tüm ötekileştirilenlerin, yok sayılanların taleplerini fiili olarak yaşama geçireceğimizi haykırmalıyız. Gün, birlik dayanışma ve mücadele günü ise, günün anlamına ve önemine göre hareket etmek boynumuzun borcudur.
1 Mayıs kürsüsünden söylenmesi gereken birikmiş o kadar çok sorun var ki, her biri ayrı bir gösteri, ayrı bir eylem konusudur. Sorunları yaşayanlar gerekli mücadeleyi zaten yürütüyorlar. Birlik ve dayanışma gününde, işçi sınıfına düşen görev, tereddüt etmeden altını çizerek, gerekenleri usanmadan bıkmadan tekrar, tekrar haykırmaktır.
1 Mayıs 1977 katliamını unutmayan işçi sınıfı, yakın tarihimizde devlet tarafından gerçekleştirilen Roboski katliamını da unutamaz!
Gezi eylemlerinde katledilen gençlerimize dakikalarca sürecek olan alkışlarımız esirgenemez!
İşçi sınıfı, adaletin, hukukun yok hükmünde olduğu bir ülkede binlerce KCK tutuklusu ve siyasi tutuklunun serbest bırakılması talebini görmezden gelemez!
Türkiye emekçileri, Mısır’da darbeciler tarafından yargılanan ve idam kararı verilen 529 kişinin idamının durdurulmasına yönelik taleplerini, bütün dünya meydanlarında olduğu gibi Türkiye meydanlarında da dile getirmekten geri duramaz!
AKP’nin her türlü entrikalarına rağmen barış ısrarından vaz geçmeyen Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması gerektiğini işçi sınıfı söylemeyecek de kim söyleyecek!
24 Nisan 1915’teki soyu tüketme utancına ve buna eklenen Hrant Dink cinayetine karşı Türkiye işçi sınıfı asla duyarsız kalamaz!
Saymakla bitiremeyeceğimiz onlarca birikmiş sorun ve hakikat var.
Hakikatlerle yüzleşmeyen işçi sınıfı unutmamalıdır ki sınıf olmanın gereklerini yerine getirmemiş olacaktır.
Bu nedenle 1 Mayıs’ta emekten yana siyaset yapmak için, sesleri duyulmayanların, halleri görülmeyenlerin, dilleri bilinmeyenlerin, inançları tanınmayanların, kimlikleri sayılmayanların, tercihleri sevilmeyenlerin güvencesi olunmalıdır.
1 Mayıs’ta, yoksulluktan sabrı taşanlar, pahalılıktan tadı kaçanlar, yolsuzluklardan siniri bozulanlar, ayrımcılıktan tepesi atanlar, barıştan yana olanlar sokakların öznesi olmalıdır ki, demokratik siyaset 1 Mayıs alanlarında yeniden boy gösterebilsin. (SE/HK)