“Kusura bakma Beyza ama siz bize emanetsiniz.” Yurt müdiresinin bu sözü katıldığım ilk 1 Mayıs’ta “Kadınız kimseye emanet değiliz” dövizinde suretini buldu. Yurt uzakta, zaman zaman da içim sıkılarak andığım rüyalarımda, ama belli ki aynı dövizle hala çıkmalı sokaklara.
Gece 23.00’te yurda girmemiz beklenir, ardından kapılar kilitlenir, izinli çıktığımız kağıtlar artık birlikte yaşamadığımız ailelere gönderilirken üniversitedeydik. “18 olsak ne çok şey değişecek” algısı ilk anda kaybolmuştu gerçi ama 18’i de geçmişti yaşlarımız. (“Yasal sevişme”ye bunca bağlı memlekette yasal olarak yetişkin sayılmak kadın olduğunda pek işlemiyordu belli ki)
Yangın merdivenin kilitli kapısı ardından “dışarıdaki” arkadaşımla toplumsal cinsiyet konuşurken bir an ayılıp “Kilitliyim burada ben, ne konuşuyoruz ki?” dediğimde yaşım 20’ydi, olduğum yer “kız yurdu”. (Öyle ya “kadın”lık olunan bir şeydi. Ve elbet öyle evlenmeden olmamamız beklenirdi.)
“Kendi çevremi değiştiremeden dünyayı nasıl değiştireceğim” paradoksuyla “müdire hanım”ın odasındaydık birkaç kadın:
“Biz 18 yaşını geçen insanlarız, üniversiteye geldik, giriş saatleri kısıtlamasını, kapıların kilitlenmesini, ailelere bilgi gönderilmesini istemiyoruz. Kimseye emanet değiliz.”
Deprem korkusu da bakiydi: “Hem geç kalsak kapıyı açtırmak için sesimizi zor duyuruyoruz, deprem olsa nasıl açılacak o kapı? Hem yangın merdiveni kilitli olur mu?”
Müdire hanım hakkımızı teslim ediyordu; “Siz aklı başında kızlarsınız.” (Küçücük çocukken ‘hanım hanımcık otur’ dedilerdi bize, ondan galiba) Sonra “ama” diye başlıyordu “Herkes öyle değil, buraya polis aracıyla gelen kızlar var.”
İkna olmuyorduk ya müdire hanım sıkılır oldu, “Hem kusura bakma Beyza, siz istemeseniz de bize emanetsiniz” deyiverdi.
Hem biz meraklanmayalım, acil durumlarda kapılar açılırdı. “Nasıl?” sorusu cevapsızdı, sormak gereksiz, açılırdı işte. Konuşma, bitmişti.
***
Ya da bitmemişti. Buralarda yıllardır devam eden bir tiradı dinliyorduk. Suretler değişiyordu sadece, ağızdan ağza sürüyordu tirad. Tanımadık değildi duyduğumuz cümleler. “Aman kızım yanınızda bir erkek olsun”dan, memeler kıyafetten göründüğünde rastlaştığımız elle kıyafeti boyna doğru çekme hareketinden, herkes yemek yer ama masa toplarken evin kadınları baş başa kalırken, ilk regl olduğumuzda saklamamız istenirken, “evlenince istediğini yaparsın”lardan… Velhasılı kelam, aşinaydık bu tavra daha çocukluğumuzdan.
Anne babalarımızın “aklı başında” çocukları, kardeşlerimizin “örnek” ablalarıydık, üniversiteye gelince de “yurt müdiresinin kızları” oluverdik. “Anne kadın”lık rolü vücuda gelmişti, karşımızdaydı. Kadına biçilen rollerden kaçmak zordu belli ki, her kadına bir rol vardı memlekette (aman ne bolluk).
Kadına rol var da erkeğe olmaz mı? Masallarda anlatıldı, “aslan oğlum”larla pekiştirildi, “bre güçlü kuvvetli koruyucu” dediler hep onlara. Kurtarılmayı bekleyen peri kızı rolü kadar acizdi ya “kurtarıcı” rolleri, anlamadı çoğu. Güçsüz görünmekten korkup daha güçlü olmaya öykündüler, bilmez görünmekten korkup her şeyi bilir davrandılar. Rolleri reddetmek aklına gelmedi birilerinin hiçbir zaman.
Kim verdi bu rolleri? “Gorgo” diyelim adına, selam olsun o kadına *...
***
“Verdi” dedim ya bitti sandığımdan mı? Sanmadım ya, ben sansam da bitmiyor belli ki. Birileri hep konuşuyor. Her şey hakkında konuşuyor (konuştukları hep seks işte ama bu kelimeden hoşlanmıyorlar).
Birilerinin aklında “kızlı erkekli” kabuslar var hep. Halbuki biz kadın-kadın, kadın-erkek, erkek-erkek gerçekliklerle yaşıyoruz. "Birilerinin bir şeyleri olma" halinin yarattığı bağlardan kurtulmaya çabalıyor, kendimiz olmak istiyoruz. "Kurtarılmayı bekleyen peri kızları" rolü verilince saylamıyor, oyundan çıkıyoruz, "yakışıklı, güçlü prensliği" reddedenler de geliyor, iyi oluyor.
İşte bu anda bi biz güzeliz, öbürleri hep çirkin. ("Bir biz ikimiz varız güzel öbürleri hep çirkin"**, bir selam da o adama.)
***
Birilerinin ise akılları fikirleri “oramızda”. Yetmedi, sözleri üzerimizde; yetmedi, elleri bacaklarımızda; elleri yetmeyince keskin bir bıçak (yahut bir tüfek ha) şakağımızda, boynumuzda…
Yıllardır bir tirad sürüyor. Ağızdan ağza devam ediyor sözcükler. Sözü devralacak birileri hep çıkıyor (ama ne cüret). Parantezi açmalı belki de; bu ne cüret?
***
O günkü konuşmanın üzerine çok bir şey yapmamış, dönem sonunda da yurttan ayrılmıştım. Öyle yapmamalıymış belki de. İşte, o gün biten konuşmayı sürdürüyor birileri. "Büyüklerin lafı kesilmez" de dedilerdi ya bize, belli ki artık "Kusura bakma ama" deyip söze girmeli. (BK)
* Leyla Erbil, Tuhaf Bir Erkek, İş Bankası Kültür Yayınları/ Türk edebiyatı, İstanbul 2013
** Turgut Uyar, Büyük Saat, Kan Uyku, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002