Taban örgütlerinin etkinlik alanlarını mobil teknolojiler ve İnternet kullanarak arttırmak amacıyla kurulan DigiActive.org grubu, 2009 yılı başlarında bir anket düzenledi. Kendini sanal eylemci olarak tanımlayan insanların hangi konularda kampanya yürütmeyi tercih ettikleri, teknolojiye erişimleri, yaş, coğrafi konum ve cinsiyet gibi kategorik bilgilerinin derlendiği anketin sonuçları Sanal Aktivizm Araştırması Raporu başlığıyla Temmuz ayında yayınlandı.
İlk dikkat çekici nokta, İnternet üzerinden tüm dünyadan katılıma açık da olsa, İngilizce araştırmaya katılanların, ezici bir çoğunlukla ABD'de yaşıyor olması. Sanal eylemlerin de çoğunlukla İngilizce düzenleniyor olmasından yola çıkarak, anketin dar bir açıdan da olsa, bu kavramın hangi coğrafyalarda hangi yoğunlukta tartışılıyor olduğuna dair fikir verdiği söylenebilir.
Bu veri, DigiActive.org tarafından katılımcıların İnternet bağlantısına işyeri ya da evde sahip olmaları verisiyle yan yana konarak "Küresel Elitin Etkinlik Alanı Olarak Sanal Eylemcilik" başlığı altında yorumlanıyor. Bir örnek: İnternet erişiminin nüfusa oranı yüzde yedi civarında olan Hindistan'dan araştırmaya katılanların yüzde 77'si evlerinden İnternet'e bağlanabiliyor.
Bu rakamlar, sanal eylemcilerin, dünyanın neresinden olurlarsa olsunlar orta-üst sınıf, beyaz yakalılar arasından çıktığına dair bir fikir de veriyor. Bu fikri destekleyen diğer bir veri de, denek grubunun diğer teknolojilere erişimi. Her on katılımcıdan altısı İnternet sayfalarına bağlanabilen bir cep telefonu kullanırken, her on kişiden üçünde GPS, beşinde video destekli cep telefonu bulunuyor. Cep telefonunun özellikleri ne kadar fazlaysa, eylemleri telefon üzerinden yürütmek o kadar yaygın. Diğer bir deyişle, eylemin sanalında varsıllık, eylemcilik potansiyelini doğrudan etkiliyor.
Sanal eylemcilik kavramı, çoğunlukla birincil var oluş alanı sanal dünya olan tüm örgütlenmeleri işaret etse de, kavram gelişimini, büyük oranda eylemlerini fiziksel olarak gerçekleştiren, ama haberleşmelerini İnternet üzerinde anonim, çok merkezli yapılarla sağlayan örgütlere borçlu. Bu nedenle yeni medya kullanarak örgütlenip gerçek işgal eylemlerine katılanlara da (Seattle sokaklarını işgal eden otonomlar), Dünya Ticaret Örgütü ya da G8 buluşmasının web sitesini çalışmaz hale getirenlere de (Anonymous örgütü gibi), kültür bozumu (culture jamming) eylemleriyle kurumsal kapitalizme saldıran örgütlerin üyelerine de (The Yes Men gibi) sanal eylemci dendiğine tanık olabiliyoruz.
Aynı kavramla tanımlanan böyle farklı yapılar arasındaki geçişkenlik hali, bu grupların politik zeminde küreselleşme karşıtlığı şemsiyesi altında genellenebilmesinden doğuyor. Ya da DigiActive.org raporundan yola çıkılırsa, bu şemsiyenin altında orta sınıftan gelenler eylemciliği sanal kimlikle bütün görüyor, sanal dünyayı eylem zemininin ayrılmaz parçası olarak tanımlıyor demek de mümkün.
The Yes Men örgütünü inceleyerek bilgi çağında eylemcilik üzerine bir tez yazan Lani Boyd, kendilerini "hacktivist" olarak adlandıran eylemcileri, kültür eleştirisi ve sivil itaatsizlik organize etmek için bilgisayar ve İnternet kullanan bir grup olarak tanımlıyor. Küreselleşme karşıtlığı referansını, özellikle Naomi Klein referansları üzerinden vurgulayan Boyd, bu eylemciliğin kuramsal köklerini geçtiğimiz çağın avant-garde sanatçılarında ve Guy Debord gibi düşünürlerinde aramak gerektiğini, sanal eylemin, özünde gösteri toplumunda bir farkındalık yaratma çabasından doğduğunu öne sürüyor.
The Yes Men örgütü, Bhopal faciasıyla ilgili eylemleriyle dünya çapında isimlerini duyuran bir kültür bozum grubu. 1984 yılında Hindistan'ın Bhopal kentinde Union Carbide firmasına ait bir fabrikada meydana gelen kaza sonucu 25.000 insan hayatını kaybetmiş, 500.000 insan kazadan etkilenmişti. Kazanın yirminci yıl dönümünde daha sonra firmayı satın alan Dow Kimya adına BBC'ye demeç veren bir sözcü, bölgenin tamamen temizleneceği ve mağdurlara tazminat ödeneceği açıklaması yaptı. Açıklama aslında firma tarafından yapılmamış, bir eylemci BBC'yi şirket sözcüsü olduğuna inandırmıştı. BBC, haberi yarım saat içinde düzelttiyse de, yarım saat Dow Kimya şirketinin hisselerinin yüzde 4.2 değer kaybetmesine yetmişti. Eylemi gerçekleştiren The Yes Men örgütü, Andy Warhol'un kendilerine biçtiği 15 dakikayı ikiye katlamakla tüm dünyanın dikkatini Bhopal'e çekmeyi ve sorumlu şirketi toplamda iki milyar dolarlık bir kayba uğratmayı başarmıştı.
Bu eylemi ve diğer etkinliklerini daha sonra ticari bir filmde öyküleştiren The Yes Men örgütünü, küresel kültür ticaretine eklenmesiyle birlikte kitlesine yabancılaşmakla suçlayan Boyd, örgütün Debord'un terimleriyle, "mesajdan tamamen koparak, gösteri toplumunu eleştireceği yerde, onu besleyen bir imaj olmaya dönüştüğünü" söylüyor. Bu eleştiri The Yes Men özelinden çıkarılıp, ana akım medya ile mesajını yaymaya çalışan örgütlerin kolayca düşebildiği bir tuzak olarak genelleştirilebilir. Hardt ve Negri'nin İmparatorluk'ta, bilgi çağı diye kutlanan dönemde mücadelelerin iletişimsiz hale gelmesini politik bir paradoks olarak tanımlamalarını takiben eylemlerin dönüşümünü, "medyada yer alacak kadar ehlileşme eğilimi" diye sadeleştirmek mümkün. Bu durum da aslında sadece sanal eylemciliğe özgü değil. Yeni sosyal hareketleri oluşturan bir çok örgütün ana akım medya ile dirsek temasını zorunlu kılan yöntemleri uzun süredir tartışma konusu.
Fiziki dünyada bu eleştirilere karşı olabildiğince merkezsiz ve yatay örgütlenme deneyimleri olduğu gibi, sanal dünyada da İnternet'in temel bir özelliği olarak tanımlanan anonimlikle özdeş hale gelen, sözcülerden kaçınan, ana akım medyayı önemsemeyen ve bir çeşit doğrudan eylem deneyimi inşa etmeyi deneyen gruplar var. Bu gruplar, anonim olmanın doğası gereği üyelerden çok sempatizanlarla örgütlenen, yapılan çağrıların somut adresler yerine açık mektuplar olarak yayınlandığı yapılar olarak ortaya çıkıyor. Sempatizanlarını değişik zamanlarda, eş zamanlı olarak belirli sitelere ve dolayısıyla bilgilere, açıklamalara erişimi engellemek üzere topluca saldırmaya çağıran Anonymous grubu da bunlardan biri. İran seçimleri sonrası çıkan olaylarda, ünlü torrent sitesi The Pirate Bay'le birlikte İran'a destek kampanyası örgütlemesiyle ismi duyulan Anonymous, merkezsiz olduğu için belirli referanslarla tanımlanması zor bir grup.
Anonymous Iran adıyla kurulan destek sitesi eylem önerileri, kayıp kişi listeleri, fotoğraf ve video arşivi gibi başlıklara ek olarak nasıl anonim kalınabileceğine dair teknik bilgiler ve benzeri içerikle İran hükümeti tarafından takip amaçlı kurulan dezenformasyon sitelerinin teşhir edildiği forumlar içeriyor. İnternet üzerinden dayanışma, bilgi dolaşımı ya da farklı amaçlarla kurulan ağlar, son yıllarda yaşanan bir çok eylem ve çatışmayla ilgili olarak gündeme geldi. Beyrut'un bombalanması, Gazze kuşatması, Ukrayna'da ve Gürcistan'da sokak gösterileriyle hükümet değiştirilmesi gibi olaylar özellikle bloglar üzerinden tüm dünyaya değişik bakış açılarıyla taşındı. Gazze kuşatması sırasında İsrail askerlerinin yeni medya yayını yapmasını engellemek için özel önlemler alındığı iddia edildi.
Harvard Üniversitesi Berkman İnternet Araştırmaları Merkezi kurucularından Jonathan Zittrain'e göre, sanal eylemciler dünya çapındaki politik olaylarda hızlıca hareket etmeye alışmış durumda. Bununla beraber, olayların doğrudan tarafı olan insanlar, web 2.0 teknolojileri sayesinde artık aracılar olmadan hareket etmek istiyor ve teknoloji bilgileri ne kadar az olursa olsun, sansür, engelleme gibi konularda hızlıca gerekli bilgiye ulaşabiliyorlar. Zittrain, İran seçimleri sonrasında muhaliflerin, özellikle ABD. ve Kanada'da bir çok destek sitesine davet edilmelerine rağmen, sosyal ağ sitelerini kullanarak kendi kendilerine örgütlenmelerinin bu şekilde açıklanabileceği yorumunu yapıyor.
140 karakterlik mesajlar yayınlanması dışında hiç bir amacı ve işlevi olmayan Twitter sitesi de İran seçimleriyle dünya çapında tanınmaya başladı. Daha önce Barack Obama'nın A.B.D. başkanlık seçimlerinde kullanmasıyla adından bahsettirmişse de, sadece teknoloji haberleriyle ilgilenenler arasında duyulan Twitter, hızlı yükselişini basitliğine borçlu. Twitter hesapları, cep telefonları dahil bir çok farklı araçla kullanılabiliyor. Böylece bilgisayar başında olmadan da İnternet'te mesaj yayınlamak mümkün oluyor. Bu şekilde, güncellenen hesabın aboneleri cep telefonlarından okuyabiliyor, yayınlanan mesajlar web sitelerine otomatik olarak taşınabiliyor. Kısacası bir SMS ile onbinlerce cep telefonuna, İnternet sitesine erişmek, haberi en hızlı şekilde dolaşıma sokmak mümkün hale geliyor.
Yeni teknolojilerin çatışmalarla imtihanları tarih boyunca kırılma noktaları yarattı. Fotoğraf makineleri ve 2. Dünya Savaşı, sinema kameraları ve Vietnam Savaşı, canlı yayın ve Irak-Kuveyt-A.B.D. savaşı, bloglar ve İsrail'in Lübnan saldırısı listesine son olarak Twitter-2009 İran seçimleri eklendi önermesi de gündeme böylece girmiş oldu. Bu eşleşmenin gerçekten bir kırılma noktası olup olmadığını, listenin kalıcı bir parçası olarak hatırlanıp hatırlanmayacağını belirleyecek olan Zittrain'in dillendirdiği web 2.0 ile "aracı"nın ortadan kalktığı iddiası. Bu iddiayı doğru tartışmak için, bugüne dek aracılık edenle, bugün web 2.0 kullanan öznelerin aslında aynı özneler olduğunu hatırlamak gerekiyor. İran seçimlerine dair bir çok tartışmada Twitter ile devrim örgütlemeyi deneyen İran muhalefetinin aslında İran'ın yaşam standartları ve ekonomiye ilişkin imtiyazlar üzerinden örgütlenen orta sınıf olduğu vurgusu yer alıyordu. Sanal devrim kavramının devrimler tarihindeki yerini bu değişkenlerle beklemek durumu daha iyi anlamayı sağlayacak gibi görünüyor.
Ünlü tuvalet yazısı "Kilroy was here" kadar anonimleşmiş, pasifist bir iyi dilek olarak "Bir gün bir savaş çıksa ve kimse gitmese..." sloganı, dilin mesaja uygunluğu konusunda en başarılı örneklerden biri herhalde. Bunu sağlayacak bir mekanizmaya işaret etmeyen, kendiliğinden, itaatsizlikten ibaret bir öngörü ve hayalle örülü bir direniş çağrısı. Sakladığı "hayırlısı" duygusunun yanında, tersine çevrilmeye bu kadar müsait bıkkınlığı da tedirgin edici. Ya bir gün sadece ürettiklerimizi satın alabileceğimiz kadar boş vaktimiz olsa, kalan bütün vakitte anlamsız koşullarda çalıştırılsak ve kimse isyan etmese? Bu da mümkün görüldüğü kadarıyla. Demek ki birbirimizle konuşmaya, haberleşmeye ve "o gün hiç birimiz gitmiyoruz savaşa, anlaştık değil mi?" diye son bir kontrole ihtiyacımız olabilir.
Bu ihtiyacın en kadim karşılığı elbette örgütlenmek. Gasp edilen emeğin anlamı üzerinden, çağrıldığın ismin yasaklılığı, ananla paylaştığın dilin sözcüklerinin yok edilmesi üzerinden örgütlenmek. Bugün artık ihtiyaçlarını karşılama biçimleri üzerinden, tüketici olarak örgütlenmek de ekleniyor listeye, başka anlamlar ve ihtiyaçlara karşılık örgütlenmeler de. Kaygılar da büyüyor listeyle birlikte. Bir örgütün kendine ait hiyerarşisi, organları ve büyüklüğü, kaygıların çok arka planda kaldığı yeni dünyalar, ilişkiler yaratıyor kaçınılmaz olarak. Kaçmak mümkün mü sorusu etrafında başka arayışlar başlıyor, örgütlenmenin anlamı ve nedensel ortaklığı yerine modeli, yapısı öne çıkıyor. Yatay örgütlenme, taban örgütlenmeleri konuşuluyor. Yeni terimler, kuramlar tartışılıyor.
Zahiri dünya da bu tartışmaların izdüşümlerine sahip elbette. Her model ve arayışı karşılayan başka örgütlenmeler, bunların sonucu olarak ortaya çıkan yeni eylemlilikler ve olanaklar her gün gelişiyor. Bugün tüm dünyada, onlarca dilde kendine ait bir literatür yaratmış olan sanal aktivizm kavramı, yeni deneyimler ve alanlar sunuyor. Bir yanıyla sanal dünyada eyleme geçmek, diğer bir yanıyla sanal dünyada yaygınlaşan bir mesajla sokakları işgal etmek anlamına gelebiliyor sanal aktivizm.
Sanal aktivizmin önemi, sadece iletişim olanaklarıyla ilişkilerin nasıl geliştirildiği, onlara nasıl sahip olunabildiği açısından ortaya çıkmıyor. Basitçe darbe sırasında ele geçirilen radyo binasını kalan günlerde askerlerin korumasındaki sembolizmle hesaplaşmak değil tartışılan. Sosyal dünyasını ve devamında kendini gerçekleştirmeyi, İnternet, cep telefonları gibi araçların yarattığı, epeyce sembolik bir zeminde inşa eden bir nesil ve sınıf var. Sanal aktivizm, bu grubun zihin dünyasının politize edilmesi anlamını da taşıyor.(KL/BÇ)
* Koray Löker'in bu yazısını Express dergisinin 15 Ekim'de yayınlanan 99. sayısından alıntıladık. Löker, Express'te bilişim ve özgür yazılım habe rve yazılarının yer aldığı "Radyo Brecht" bölümünü hazırlıyor.