Ve biz, çaresiz, tarihin sarı sayfaları arasında bir iz, bir isim bulmak için dolaşıyoruz. Şuradan birkaç isim, buradan bir deneyim... Ellerimizi adeta, el yordamıyla mezar taşları arasında, rüyalar aleminde gezdiriyoruz. Şuradan bir isim, iki isim, üç isim; buradan bir deneyim; oralardan bir şarkının sesi, buralardan bir ninni, bir heyranokun sesi yükselir. Kayıp yaşam öyküleri...
Yalnızca Kürt kadını ve onun edebiyat alanındaki rolü ve deneyimleri üzerine araştırma yapan kimseler değil, Kürt kültürü alanında olsun, sanat veya edebiyat alanında ya da toplumsal alanlarda araştırma yapanlar olsun hepsi aynı sorunları yaşar.
Yüzyıllardır egemen toplulukların gölgesi altında yaşamış, farklı dost ve düşmanlarının kavgalarıyla meşgul edilmiş olan Kürt halkı, tarihin bütün katmanlarında komşu halklar arasında yalnız bırakılmış ve bu zamana kadar da bağımsız olamamış bir halktır.
Kürt halkı, birçok sebepten, yeryüzünde yaşayan diğer bütün halkların sahip olduğu kültüre, bilgiye ve zihinsel mirasa bağlı bilgi birikiminden mahrum bırakılmıştır.
Bu mahrumiyetlerin en önemlisiyse Kürtler arasında on yıllardır süregelen bilimsel bilgi alanındaki görüş farklılıklarıdır. Bu ayrılıkların en belirginiyse, etkisi günümüze kadar süregelen lehçe farklılıkları ve değişik alfabe türleriyle yazmış olmanın getirdiği görüş ayrılıklarıdır.
Kürtlerin bir kimlik edinebilmek uğruna direndiği, hem bir halkın kimliğinin oluşmasının hem de o halkın tarihsel mirasının gün yüzüne çıkmasının en önemli unsuru sayılan dili üzerindeki bu ayrılıkların gittikçe büyümesi, tarihe sağlam kökler salmış, zengin bir kültürel kimliğin oluşmasının önünde bazen gerçek (somut) bazen de psikolojik bir baraj işlevi görmektedir.
Toplumun yarısını oluşturan veya toplumun bir üyesi konumundaki Kürt kadınının toplum içindeki durumu, yukarıda bahsettiğim sebeplerden ayrı tutulamayacağından, Kürt kadınının (edebiyat) deneyimleri üzerinde yapılan incelemeler ve sualler de acil çözülmesi gereken o sorunların yanında manasız, havada asılı kalan, boş sualler gibi durmaktadır.
Ancak bu dağınıklığı aşmanın, kültürel mirasımızla aramızdaki uçurumları gidermenin ve kültürümüzle aramızda sağlam köprüler kurmanın yolu, Kürdistan'da veya Kürdistan dışında söz sahibi kurumlar, örgütler, partiler ve de onların yöneticilerinin bu işe el atmalarıdır.
Kadın, dil ve edebiyat
Dünyanın her tarafında dilin bir değeri ve ağırlığı vardır. Çünkü dil, hem bir milletin varlığının hem de düşünce ve kültür dünyasının temel taşlarındandır.
Bazı araştırmalara göre dil, sadece duygu, düşünce veya varlık dünyası için bir iletişim aracı veya anlam dünyası için bir köprü değildir. Dil bilincin aynası, düşüncenin aracı ve bilginin de kaynağıdır.
Bu araştırmalara göre dil toplumsal, psikolojik ve fizyolojik bir etkinlik olarak, halkın tarihine ve geçmişine bağlı olarak gelişen temel unsurdur. Yani bir halkın dilinin tarihi, o halkın tarihinin bizzat kendisidir ve buna bağlı olarak da kişi, bizzat kendi dilinin ürünüdür.
Bu bağlamda Kürt kadını, bilerek veya bilmeyerek kendi dilinin en büyük savunucusu olagelmiş ve bu dili savunma yolunda kendi ulusal kimliğinin de en büyük savunucusu rolünü üstlenmiştir. Bu sebepten bütün halkların öz diline "anadili" denmektedir. Yani kişinin annesinin ağzından ilk kez duyduğu sözcükler ve anlamlardan örülü bu dil, o kişinin hayatındaki ilk okuludur.
Her ne kadar Kürt kadınının diline olan bağlılığı değerli ve güçlü bir bağlılıksa da edebiyat alanında, özellikle de yazılı edebiyatta onun tutumunu yansıtan örnekler çok azdır veya diyebiliriz ki hiç yoktur.
Bu alanda bilinen en iyi örnek, birkaç tarih kitabında bahsi geçen Mesture Kurdistanî, yani asıl ismiyle Mah Şeref Xan'dır. Genç denilebilecek bir yaşta ölen (44) Kurdistanî'nin Erdelan şehri üzerine yazdığı bir tarih kitabı olan Dîroka Erdelane ve yirmi bin beyitten oluşan Farsça bir şiir divanı vardır.
Şüphesiz, Kürt tarihinde kadının bu manada yaşadığı deneyim yokluğu veya eksikliği, tesadüfler ve gariplikler sonucu olmamıştır, olamaz. Çünkü etrafındaki diğer halkların kadınları gibi dinsel ve aşiretsel yasaların hükmündeki erkek egemen bir toplumda yaşamıştır.
Bu yasalara göre kadın, erkeğin mülklerinden biridir (malıdır). Evlenmeden önce ailesinin veya aşiretinin mülkü durumundayken, evlilikten sonra kocasının ve onun ailesinin mülkü durumuna gelir (Kürdistan'ın birçok yerinde küçük veya büyük yaşta olsun fark etmez, kocası ölen bir kadın, varsa, kocasının erkek kardeşiyle evlendirilir).
Çünkü kadın, sadece kocasına eş'lik (karılık) eden biri değildir; aynı zamanda kocasının ait olduğu çevrenin de bir mülküdür. Berdel evlilikleri, namus cinayetleri, çokeşli evlilikler ve daha bir sürü şey bunun en bariz kanıtıdır.
Fakat bu sadece Kürt kadınının kaderi değildir. Civardaki diğer ülke kadınlarının durumuna bakarsak eğer; İslami kurallara aykırı olmasına rağmen bir türlü değişmeyen cariyelik kanunlarına tabi kılınan Arap kadını veya hâlâ bugün bile devam eden ayinsel bir rezalet olan Muta nikâhının reva görüldüğü Fars kadını ya da kocası öldükten sonra onun mülkü konumun daki karısının da onunla beraber canlı canlı mezara gönderildiği Hint kadınının durumunun, Kürt kadınından daha iyi olmadığını görebiliriz.
Aslında bu yazıda ne Kürt kadınının ayrımcılık uygulanan bir cins olduğundan ne de yukarıda örneklediğim tarzda, Kürt erkeğinin kendisine uyguladığı kölelikten bahsetmek istemiştim. Bu yazıda daha çok, Kürt kadınının tarih boyunca içinde bulunduğu zor koşulların ve özellikle de edebiyat alanındaki güçsüzlüğünden söz etmek istemiştim. Çünkü Kürt kadını tarih boyunca çift katmanlı bir kölelik yaşamıştır.
Bir taraftan kendisine Ortadoğu'daki bütün erkekler gibi davranan Kürt erkeğinin yaşattığı kölelik, diğer taraftan işgal altındaki ülkesinde işgalcilerin gücü ve kanunları gölgesinde hem kendisinin hem de Kürt erkeğinin ortaklaşa yaşadığı kölelik.
Dolayısıyla tarih alanında yolumuzu aydınlatacak parlak örnekler veya onun (Kürt kadınının) aktifleşmesini sağlayacak bir dönem bulamayacağımızdan, biz de bu sorunu araştıran herkes gibi kendimizi mecburen sözlü mirasımızın kucağına atarak kadının ağzından söylenen, şenlik ve yaslarda okunan şarkılar, ağıtlar veya heyranok vepayizok* gibi eserlere bakacağız.
Burada sorulması gereken şudur: Acaba Kürt kadınının edebiyattaki durumu üzerine yapılan tablonun, sözlü mirasla bir araya getirilen resimlerle başarılı olması mümkün müdür?
Bu, ancak o miras için yorulmadan asıl kimliğini arayan bir kuşağın altyapısı için işe yarayabilir. Asıl soruysa; acaba edebiyat, Kürt kadını için toplumun gelişmesindeki doğal güçler gibi bir güç haline gelebilmiş midir?
Kuşkusuz, bilgi (bilim) bir mirasa dayanarak oluşur. Bilgi birikir ve bu birikiminden yeni deneyler ortaya çıkarır. Kültürel bellek de bu şeylerden bağımsız sayılamayacağından edebiyat da halkın belleğine (bilincine) bağlanarak, onun kültürel mirasına dayanarak gelişir.
Bu noktada diyebilir miyiz ki yeni kuşakların deneyimleri belleksizdir? Ya da kendimizi tarihten soyutlayıp, kendimize yepyeni bir bellek yaratarak bu darmadağın edebiyata bir altyapı oluşturabilir miyiz?
Kürt kadınının deneyimi, peki ama neredeki deneyim?
Kürtçe yazılmış olan eserler, acaba hangi lehçeyle ve Kürdistan'ın parçalarından hangisinde yazılmıştır? Kuzey Kürdistan'da kaç kadın yazıyor ve onların kültür ortamındaki rolü ve ağırlığı nedir?
Veya Batı Kürdistan'da veya Güney Kürdistan'da veya Kuzeybatı Kürdistan'da...? (Topluma etki etmeyen ve ondan uzak duran edebiyat, kültürel tablodaki resmi tamamlayamaz, bunun sebebiyse ondan kopmuş olmasıdır.)
Kürt edebiyatından bilimsel yollarla ciddi bir şekilde bahsedilebilmesi için öncelikle toplumsal, kültürel ve coğrafik olarak bu kopmuşluk halinin acilen giderilmesine ve yakınlaşmaya -içinde kadın edebiyatçısıyla ihtiyaç vardır.
Ve Kürt kadını böyle araştırmaların izinde, edebiyat yolundaki yürüyüşünü ilhamı Melaye Cizîrî, Xanî, Nalî, Salim, Mehwî, Feqiye Teyran ve Mesture Kurdistanî'den alıp, isimsiz annelerin ninnileri ve şarkılarının izinden giderek, sesini güçlü kalemlerin Ciğerxwîn'in, Goran'ın, Bekes'in ve Bedirhan'ların sesiyle birleştirerek, hem yarım kalmış hem de devam eden devrimlerin gücüyle sürdürecektir.
Sonuç olarak, edebiyat alanında varolmaya çalışan bütün genç kalemlerin azmi ve ayrıca Kürt edebiyatının, Kürt kadın edebiyatının geleceği için objektif ve bağımsız bir eleştirinin gücüyle... (JŞ/MK/BA)
* Jana Şeyda'nın metnini Kürtçeden Türkçeye Mahmut Koyuncu çevirdi.