Marigje Arriens, 1590 yılında büyücü olduğu iddiasıyla yakılarak öldürüldü. Lasses Birgitta, mezarlıktaki bir ölüyü dirilttiği iddiasıyla 1500 yılında idam edildi. Bridget Bishop, ev içi şiddete maruz kaldığı için kocasından boşandı, kısa bir süre sonra cadı ilân edildi ve 1692 yılında asılarak öldürüldü. Bunlar, tarih boyunca cadı avlarının kurbanı olmuş sayısız kadından sadece birkaçı.
Kapitalist ve ataerkil toplumun marjinalleri olan cadılar, normları ihlal eden bir tür "kaçış hattı" örgütleyicileri. Otoriteyi aşındıran yaratıcı ve direnişçi figürler. Foucault, cadı avlarını, iktidarın bireyler üzerinde kontrol kurma mekanizmalarının bir parçası olarak değerlendiriyor. Ona göre, cadı yargılamaları, toplumun sapkınlık olarak gördüğü bireysel farklılıkların ve marjinal grupların cezalandırılması sürecini temsil ediyor.
Cadılar, tarih boyunca büyü, sihir ve doğaüstü güçlerle ilişkilendirilen figürler olarak algılandı. Özellikle Orta Çağ ve erken modern dönemlerde Avrupa’da, toplumsal düzenin tehdit unsuru olarak görülen kadınlar, çeşitli gerekçelerle suçlandı, zulüm gördü ve ölümle cezalandırıldı. Salem'deki (1692, Massachusetts, ABD) ünlü cadı davaları, bu süreçlerin en bilinen örneklerinden biri. Salem’de 20 kadın asılarak öldürüldü, toplumda ani ve yoğun bir “cadı paniği” yaşandı.
Şifacılar, ebeler, doğum uzmanları
Cadılık suçlamalarına genellikle bekâr, kocası ölen, yaşlı veya geleneksel toplumsal rollerin dışında kalan kadınlar maruz kaldı. Cadı olduğu iddia edilen kadınların meslekleri çoğunlukla şifacılık, ebelik ve doğum uzmanlığıydı. Ekonomik olarak güçlü ve bağımsız kadınlar da yine toplumda bir tehdit olarak algılandıkları için cadı olarak damgalandı. Cadılar tam da bu nedenle, feminist teori ve post-yapısalcı düşüncede özgürlüğün, direnişin ve farklılığın bir sembolü haline geldi. Çünkü cadıların tarihsel bağlamda işlevleri ve meslekleri, bu kadınların toplumsal düzenin dışına itilmesinde kritik bir rol oynadı.
Erkek doktorların egemen olduğu modern tıbbın ortaya çıkış sürecinde, şifacılar ve ebeler, otoritelerini ve toplumsal statülerini kaybetmeye başladı. Bu yüzden bu kadınların cadı olarak damgalanmaları, yalnızca bireysel bir zulüm değil, aynı zamanda sahip oldukları bilgi ve yeteneğin sistematik olarak bastırılması ve yok edilmesi anlamına geldi.
Şifacılar ve ebeler, yalnızca doğum ve ölüm süreçlerinde değil, kadınların cinselliği ve bedenleri üzerinde de belirleyici bir güce sahipti. Silvia Federici gibi feminist düşünürler, cadı avlarını kapitalizmin doğuşuyla ilişkilendirir. Federici’ye göre, cadı avları, kadınların toplumsal iş bölümündeki konumlarını ve bedensel otonomilerini kontrol etmek amacıyla kullanıldı.
Cadılar
2024 Uluslararası Ayvalık Film Festivali’nde dün (19 Eylül) izleyiciyle buluşan Birleşik Krallık yapımı "Witches" filminde, yönetmen Elizabeth Sankey, sinema tarihindeki cadıların temsillerini bir kolajla sunuyor. Filmde cadılar kadar depresyona giren, intihara sürüklenen ya da toplumsal baskılara karşı duran kadınların görüntüleri de önemli bir yer kaplıyor. Bu görsel arşiv, Sankey’nin anlatıcı sesiyle bir araya gelerek, tarih boyunca kurallara uymayan kadınların nasıl cezalandırıldığını sorguluyor.
Sankey, Oz Büyücüsü, Girl, Interrupted ve Rosemary’nin Bebeği gibi filmlerden sahneler kullanarak, cadıların kültürel temsillerinin kadınlar, annelik ve ruh sağlığıyla ilgili algılarımızı nasıl şekillendirdiğini ortaya koyuyor. Bu temsil biçimleri, geçmişten günümüze toplumsal normların kadınlar üzerindeki etkilerini anlamak için güçlü bir bakış sunuyor.
Sankey, filminde kendi doğum sonrası depresyon deneyimini de ele alıyor. Oğlunu dünyaya getirdikten sonra kendine ve çocuğuna zarar verme eğiliminde olduğu bu dönemi, benzer deneyimlere sahip kadınlarla kurduğu dostluklar sayesinde aşan Sankey, toplumun kadınları annelik performansları üzerinden yargılamasını eleştiriyor.
Film, sağlık sektöründe kadınlara yönelik uygulamaları ve modern tıbbın cadı avları ile ilişkisini de sorguluyor. Sankey, doğum sonrası depresyonunda ihtiyacının olduğu desteği; kendi deyimiyle yine bir cadıdan alıyor. Yani hiç tanımadığı bir kadından.
Hastaneden ekseriyetle ihtiyacı olan tedaviyi alamayarak çıkan Sankey, Birleşik Krallık’ın sağlık sistemini de eleştiriyor. Sankey’nin “Cadı Meclisi” dediği destek grubunda yer alan akademisyen bir arkadaşı; kadınların, siyahların ve genel olarak dezavantajlı grupların sağlık hizmetlerine erişimde maruz kaldığı ayrımcılığa şöyle dikkat çekiyor: “COVID-19’un aşısı sekiz ayda bulundu.”
“Cadılar” filmi, sinemaseverlere hem duygusal bir kişisel tanıklık hem sinemaya dair eleştirel bir bakış hem de feminist tarih açısından önemli bir ders sunuyor. (TY)