Kültürün çok ayaklı oluşunu, kültürel farklılıkların insan yaşamını nasıl etkilediğini, tanık olduğunuz çatışmaların dahi kültürel değerlerin toplum yaşamındaki yadsınamaz etkisinden geçtiğini kavrıyorsunuz.
Kültür tanımı gereği, insan yaşamının iç içe geçmiş biriktirdiklerinin örüntüsünü ifade ediyor. Bütün bir sosyal, ekonomik, politik tarih, kültürün içinde olmakla beraber, zaman zaman insanın günlük yaşamını da belirliyor, tüketim biçimini anlamlandırıyor.
Kültür toplumun en küçük biriminden, uluslar arası alanlara sirayet edebilen canlı özelliği ile, gözden kaçırılmaması gereken organik bir yapı olarak çıkıyor karşımıza. Bu yapı bilindiği üzere değişimi de döngüsünde taşıyor. Bu döngünün içinde kültürlerin evrimleşmesi, kültürün kendi içindeki döngüyü de görünür kılıyor.
Yeryüzünün hemen her bölgesinde geleneklerini korumaya, kültürel değerlerini yüceltmeye çalışan bir halk ya da topluluğa rastlamak mümkün.
Bir halk vardı
Bu ve benzeri düşüncelerle, beklentilerle çıktığım Portekiz yolculuğunda geleneklerini, kültürel değerlerini korumaya çalışan fakat bir o kadar da başarısız olan Mirandejler hakkında tek cümle dahi duymamıştım.
Portekiz'deki ilk haftamda Mirandejlerden söz edildiğinde, bugüne dek anlığımın bir kenarında, çalışmalarıma dayanak olması için tuttuğum bütün sözcükler sayfalara döküldü.
Bir halk vardı, sözcüklerini tüketiyordu ve ironik biçimde onlar üstüne söylenecek çok şey vardı.
Ne kadar şanslıyım!
Dil sorunu yaşadığım ilk dönemlerin gergin bekleyişini üzerimden attığımda, Mirandejlere konuk olmak, yaşadıkları yerleri artık görmek, kaçınılmaz olmuştu.
Kültürler, diller üzerine kurduğum tüm cümlelere çatı olabilecek bir çalışmaya bu kadar yakın olmanın, üzerimde yarattığı baskıyı bir kenara koyarsak, genel çerçeveleri içinde oluşturduğum çalışmanın beklenenden fazla zaman gerektirmesi, konuk olduğum köylerde dikkatimi çeken ayrıntıların çalışmaya dahil edilmesi zorunluluğu gibi sınırlılıklar gezimi kursağımda bıraksa da, Mirandejlere objektifimi çevirebildiğim için, onlarla konuşma fırsatı bulduğum ve onların geleneksel bir festivallerine tanık olduğum için dahi kendimi şanslı addediyorum.
Bir düzelip bir işkenceye dönüşen kıvrımlı, bozuk asfalt yollardan Georgia Dağları'na tırmanmaya başladığımızda nasıl bir halkla karşılaşacağımı her zamankinden çok merak etmeye, onlarla iletişim kurarken karşılaşacağım güçlükleri nasıl alt edeceğimi düşünmeye başlamıştım.
Dil ne kadar önemli
Heyecan ve tedirginliğimi üstümden atamadığım tüm zamanlarda dilin ne denli önemli olduğunu, onlara kendimi nasıl ifade edeceğimi kafamda kurarken bir kez daha tanık oldum.
Dil çok önemliydi. Turistik bir gezi olmaması için kendimi iyi ifade etmeli, yaşlıların en azından benimle Portekizce konuşmalarını sağlamalıydım.
Her ne kadar ortak noktamız Portekizce olsa dahi, dile hakim olamayışımın yarattığı gerginlik yolumu uzatmıştı sanki.
Bilmedikleri bir ülkeden
Georgia Dağları'nın sisi üzerimizden kalktığında, karanlığın elverdiği kadar aşağıya doğru kıvrılmaya başlayan yolun ucunda, Mirandejler değil, beklentilerim vardı.
O beklentilerden ilki beni bekleyen lezzetli sofrada, tattığım köy şarabı ile giderilmişti.
Belki de Mirandejler tattığım şarabın buruk tadını kültürel anlamda yitirdikleri değerlerde duyduğundan, kapılarını bana sonuna kadar açmışlardı, bilmedikleri uzak bir ülkeden gelen bir konuğu ağırlamayı "onur" saymışlardı.
Henüz sofrada, bulabileceğim, geçmişten kalan yegane 'şeyler'in sofrada olduğunu söylediklerinde, yaşadığım hayal kırıklığını sanırım yüzümden okuduklarından, sofranın keyfini çıkarmamı öğütleyebilecek denli, yitirdiklerini kanıksamış bir halk Mirandejler.
800 yıllık dil
Mirandejler, mimarilerini yitirmiş olsalar dahi kültürel değerlerini, dillerini korumaya çalışan bir halk.
Tarih öncesi dönemlerden beri Georgia Dağları ile İspanya sınırı arasında yaşadıkları tahmin edilen ve bugünkü Portekiz'in Kuzeydoğusunda varlıklarını sürdüren Mirandejler, yaklaşık olarak 1284 yılından itibaren ortaya çıkmaya başlayan, kökeni Asturian-Leonese olarak gösterilen bir dili konuşuyorlar.
Portekizce'nin yazım kuralları ile yazılan fakat Portekizce ve İspanyolca'dan ciddi biçimde farklılıklar gösteren bu dil, beş yüz kilometre karelik "Miranda Yöresi" dışında yaşayanlarla beraber yaklaşık on bin insan tarafından konuşuluyor.
1998 yılından beri Portekiz yönetimi tarafından 'ikinci resmi dil' olarak kabul edilen Mirandej Dili, özellikle orta yaş üzeri insanların konuşma dili olarak gösteriliyor.
Erkek egemen kültür
Bölgede ilköğretimden başlayarak, Mirandej Dili eğitimi verilmesi planlansa dahi, her geçen gün konuşan sayısının azaldığı ifade ediliyor. Dili yaşatma çabalarının şüphesiz en önemli ayağı olarak görülen edebiyat, yerel özellikler taşıyor.
Dil konusundaki ilk ciddi girişim, 19. yüzyılda Jose Leite de Vasconcelos'un yazdığı 'Mirandej Diyalektiği' olarak gözleniyor fakat, akademisyen çevrelerine göre; "Mirandej bir konuşma dili."
Farklı dil konuşmalarının yanı sıra, Mirandejlerin iç içe yaşadıkları ve aynı inancı paylaştıkları Roman-Katolik Portekizlilerden daha "tutucu" oldukları söyleniyor.
Dini törenlere ve inançlarına radikal bağlılığın yanı sıra, Portekizliler gibi siyah ırkı da kabul edemediklerini söylemekten çekinmiyorlar. Erkek egemen kültürün dinle bütünleşmesinin etkileri, günlük yaşamın hemen her alanında hissediliyor.
Arkadan gelen kadınlar
Her ne kadar tanıdık simaları, misafirperverlikleri öne çıksa dahi, kadınların erkekler konuşurken susması, dinsel törenlerde erkeklerin arkasında yer alması hemen göze batıyor.
Gençler eğitim ya da iş olanaklarını değerlendirmek adına büyük şehirlere yerleşse de, dinsel törenlerde, festivallerde ailenin bir araya gelmesi, toplum tarafından hassasiyetle gözetiliyor.
Saygıdan asla ödün vermeyen Mirandejlerde, yaşlı kadınlar dışında geleneksel giysiler terk edilmiş durumda.
Bölgede başlıca buğday, patates ve zeytin yetiştiriliyor. Ayrıca büyük baş hayvancılıkla uğraşan halk, şarap ve zeytinyağı üretiyor. Son on yılda açılan bıçak fabrikaları, bölge ekonomisine ciddi bir gelir getiriyor fakat, tarım ve hayvancılığa sekte vurduğu, geleneksel yaşam biçimlerini tahrip ettiği gerekçesiyle eleştiriliyorlar.
Palaçoulo'da veya civarda yaşayan halk, hala toprağa bağımlı olsa dahi mevsimlik işçi olarak bıçak fabrikalarında çalışıyor.
San Sebastian Festivali
Geleneksel yaşam biçimleri genellikle dinsel ayinler ve dinsel festivaller. Her yıl, Ocak ayının üçüncü Pazar günü kutlanan San Sebastian Festivali de bu festivallerden birisi.
Efsaneleşen savaşçı Sebastian binlerce insanın kanını akıttıktan sonra, hiç kimsenin bilmediği bir nedenden dolayı kendini insanlığa ve tanrıya adar.
Tek bir elbise ile hayatının geri kalan kısmını genellikle kilisede geçiren Sebastian, insanlara yaptıkları iyiliklerle herkesin gönlünü kazanır. Öldükten sonra herkes ardından aynı cümleyi söyler; "Ne iyi adamdı Sebastian".
Aradan uzun yıllar geçer, özellikle Palaçoulo'yu içine alan Miranda Yöresi'nde küçük baş hayvanlarda görülen bir hastalık ve kuraklık nedeniyle halk aç kalır.
Şarap, ekmek, domuz eti
Son çare olarak, az da olsa ellerindeki şarapları, üzümleri, ekmekleri, domuz etinden yapılan sucukları (Choriço) Sebastian'a adamaya başlarlar. Ertesi yıl kuraklık geçer, hastalıklar yok olur, halk kutlamalar yapar ve Sebastian aziz (San) ilan edilir.
Bu hikaye yaklaşık altı yüz yıldır anlatıla geliyor. Düzensiz aralıklarla San Sebastian'a adak sunma törenleri, 64 yıl önce geleneksel hale getirilmiş. 64 yıldır, Ocak ayının üçüncü Pazar günü, halk ürettiklerinden oluşan sepetleri San Sebastian'a sunuyor.
Kilisedeki ayinle başlayan festivalde, kilise ve festival adına canlı tavşandan, şaraplara, geleneksel taş fırını ekmeğinden, geleneksel yollarla evlerde yapılan sucuklara kadar her şey açık arttırmayla satılıp, kilisenin yanında kurulan sofrada birlikte yeniyor.
Dil araştırmaları da yetmiyor
Saatler süren yeme-içmeden sonra, geleneksel ezgiler eşliğinde güneş batana dek, dans ediliyor. Kadınlarla erkeklerin, gençlerle yaşlıların en çok birbirlerine yaklaştıkları danslarda kullanılan çalgılara, Portekizli ve İspanyol danslarında, müziklerinde de rastlanıyor.
Georgia Dağları ile İspanya arasında yaşayan, yavaş yavaş dilinin, mimarisinin, değerlerinin ardı sıra gidenleri hayal kırıklığına uğratan bir halk var.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'nin çeşitli fonlarıyla Mirandej Dili araştırmalarını gerçekleştirenler dahil, kimse bu dilin uzunca bir süre varlığını sürdüreceğine inanmıyor.
Bize de şu soruyu sormak kalıyor: 'Dilini yitiren bir halk kendini başka türlü nasıl ifade edebilir ki?'(SE/EÖ)