“Ne istiyoruz?” sorusu başlık olup önüme düşerken içimdeki sıkkınlığı simgeliyordu. Yıllardır her mecrada, her hak talebinde yetkililerin dilinden dökülen ama bizim zihnimizde hiç yer tutmayan bir soru. Zaten yetkililer için de soru anlamı taşımıyor, güzel bir geçiştirme aracı olarak kullanılıyor. Sonrası zaten “bilgi edinme hakkı” kapsamında aldığımız yanıtlara benzer. Ellerinden geleni yapacaklardır! O elden gelen genellikle yapılmaz. En makul çözümler için bile sonuç almak yıllar sürer. Belki de o kadar makul çözümlerin arkasına düştüğümüzdendir, kendi varlığımızı gündelik taleplere sıkıştırmamız.
Gündelik talepler mecburi ve onun mücadelesinin verilmesi gerektiğini düşünüyorum; ama sorunun bununla sınırlı olduğunu düşünmüyorum. Yaptığımız şeyi ayaklarımız yere basmadan yürümek gibi düşünüyorum bazen. Özellikle farklı engelli örgütleriyle bir araya geldiğimde. O sorulmaktan eskimiş “ne istiyoruz” sorusu, hiç dokunulmamış gibi bizim aramızda. Çünkü bu soruyu kendimize hiç sormuyoruz.
“Politikacılar bizi anlamıyor. Entelektüeller engelliliği gündemine almıyor. Halk bizi anlamıyor.” Bunların hiçbiri haksız serzenişler değil; ama biz kendimizi ne kadar anlıyoruz? Anlatıyoruz demiyorum, anlıyoruz? Neden hep sonuçlar üzerinden ve o sonuçları yaratan küçük nedenler üzerinden yürüyoruz? X kişisi engellileri aşağılayıcı bir cümle kurmuş. Y kişisi aracıyla kaldırımı işgal etmiş. Bunun nedeni duyarsızlık. Evet, duyarsızlık da bu duyarsızlığın altında ne var? Neden sürekli yakındığımız şeyler kronik halde yaşanmaya devam ediyor? İşte tam burada kritik noktaya dayanıyoruz.
Güçlü bir sakat hareketi yok
Bir ağırlığımız yok. Bir yaptırım gücümüz yok. Sürekli özendiğimiz kadın hareketi, LGBTİ+ hareketi gibi caydırıcılığımız yok. O nedenle cinsiyetçi ifadelerin kullanılamadığı yerlerde sağlamcı ifadeler rahatlıkla kullanılır. Çünkü güçlü bir sakat hareketi yok. Bu hareketi oluşturmaya açık zihinler çok az. Bir dil birliği yok. Asgari anlamda da olsa fikir birliği yok. Kanıksanmış sağlamcılığın etkisi sağlamcılık karşıtı hareketten daha baskın olabiliyor yer yer.
O nedenle “ne istiyoruz” sorusunu kendimize sormakla, doğru bir düşünme yöntemi kullanarak sakat hareketini ideolojik olarak güçlendirmek de kritik noktada duruyor. Bu kısma yoğunlaşmadan hiçbir şeyin değişeceğini düşünmüyorum. Değişmiyor da zaten. Engelliler ile ilgili toplantılarda bunu gözlemlemek mümkün. 30 yıl önce neyse, bugün de birçok kesim için durum hâlâ aynı. Hâlâ kendini eksik tanımlayarak toplumdan kırıntılar isteyen belli engelliler, engelliler adına konuşan ama onları şeyleştiren aile ve “duyarlı” kişiler, engelliliği kariyer inşası olarak gören kişiler…
“Engelliler siyasette temsil edilmeli ve bana alan açılmalı, “Bize de haklarımızı versinler”, “Medyada doğru işlenelim”, “Ben farkındalık yaratıyorum…” Sonuç: Hepimiz belli kırıntıları alalım, kardeş kardeş yaşayalım! Ne toplum zorlansın, ne sistem, ne biz! Bu bakış açısıyla bir yere gidemeyiz. Gidemiyoruz da zaten. Sonra kendisi bile erişilebilirlik kurallarını uygulamayan, uygulamasını söyleyenlere çemkiren “erişilebilirlik uzmanları”, kanıksanmış sağlamcılığı yenememiş ve dilinden sağlamcı ifadeler düşmeyen “engelli hakları aktivistleri” sarıyor her yanı. Bunların yokluğu varlığından daha faydalı çünkü ilgili merciler “O bölümde işin uzmanı engelliler var”, “Biz engellilere sorarak yaptık” bahane ve gerekçesine sığınamaz. Bu kulaklar “Engelli bireye sahibim,” sözünü duydu. Bu bakış açısıyla nereye gidilebilir? Konfor alanlarını terk etmemiz şart.
Sakat hareketi
Düşünmenin öcü gibi gösterildiği, sorgulamanın suç olduğu, felsefenin goygoy gibi değerlendirildiği bir toplumda doğru düşünme yöntemini geliştiremememiz ve sonuç olarak bunları yaşamamız doğal. Bu sadece engelliler için de geçerli değil. Hak mücadelesi, birçok kesim için kendi taleplerinden ibaret bir süreç görülüyor. Oysa hayattaki tüm mağduriyetler benzer noktadan beslenir. O nedenle hiçbir hak talebi öyle birkaç düzenlemeden ibaret değildir. Mutlaka diğer ötekileştirilenler ile bağı vardır.
Sakat hareketinin de diğer ötekileştirilen kesimlerin de bunu kavramaya ihtiyacı var. Önce kendini tanımlayacak, kendine bir rota çizeceksin, sonra da kesişimsel noktalar üzerinden diğer ötekileştirilenler ile yollarını birleştireceksin. Zaten bu bilince eriştiğimizde başkalarının hak talebini desteklemek için kesişimsellik aramamıza da gerek kalmaz. Elbette bunları sistemi aklamak için yazmadım. Biraz da sorundaki kendi payımızı görelim istedim. Zira buna çok ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. En azından bir cümle, bir soru işareti olur umarım. Çünkü o soru işaretlerinin üzerine gitmekten başka şansımız yok. Bir kere de kendimizi eleştirelim. Belki kendimizde olanı keşfetmemize yol açar. Denemekte fayda var. (BS/TY)