1998'de gerçekleşen Mısır Çarşısı patlamasıyla ilgili dava için, dün bir kez daha adliyedeydik.
Bu kadar senelik bir davanın mücadelesi de uzun oluyor. Her duruşmada, Pınar Selek'e destek için gelen avukatlar, hak savunucuları, akademisyenler, milletvekilleri, öğrenciler, feministler, savaş karşıtları, LGBT'ler, yazarların sayıları artıyor.
Son duruşma da böyleydi. İzleyiciler arasında Fransa, Almanya, İtalya ve Avusturya'dan hak savunucuları, Strasbourg Belediye Başkanı, Strasbourg Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Almanyalı yazar Günter Wallraff, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri Musa Çam ve Mahmut Tanal, Özgürlük ve Dayanışma Partisi Eş Başkanı Alper Taş, eski milletvekili Ufuk Uras da vardı.
Gazeteciler kendi aralarında 14 yıldır süren bir davada "bu kaçıncı duruşma" sorusunun neredeyse imkansız cevabını arıyor, avukatlar her seferinde olduğu gibi "acaba hangi duruşma salonu verilecek" kaygısı yaşıyor, Selek'e destek için gelenler ise bu beraat - müebbet döngüsünün nasıl sonuçlanacağını merak ediyordu.
Aldığı yoğun kamuoyu desteğine, delillerin zayıf ve şaibeli olmasına ve birden çok kez sanık lehine kararlar çıkmasına rağmen senelerce süren bunun gibi davalarda, avukatının da, destekçisinin de, habercisinin de işi çok zor oluyor.
Turnikeyi geçmeyi başardınız, tebrikler!
Çağlayan'daki en büyük sorun adliyenin kendisi. Öncelikle duruşma salonuna girmek gerçekten bir eziyet.
"Avrupa'nın en büyük adalet sarayı" olan Çağlayan Adliyesi'nin en büyük salonuna girmek isteyen 200, girebilmesi mümkün olan 100 kişinin geçebilmesi için tek bir turnike mevcut.
Üstüne bir de turnikenin başında bekleyen özel güvenliklerin "seçicilikleri" var. Yaklaşık yedi saat süren duruşmada üç kere ara verildiği düşünülürse, haberciler olarak dört kere özel güvenliklerle tartışmamız gerekti.
Bu tartışmalar öyle bir noktaya vardı ki, kararın açıklanmasını beklerken yanımıza gelen feministler (yurtdışından gelen gözlemciler), "Neden gazetecilerin içeri girmesini bu denli istemiyorlar" diye sorup, turnikeyi geçmeyi başardığımız için bizi tebrik etti.
15 dakika öncesinde, mahkeme başkanının kararın açıklanması sırasında gazetecilerin içeri alınmamasına dair "sözlü talimatı"nın, halka açık bir duruşmada geçerli olamayacağını anlatmaya çalışıyorduk, biraz yüksek bir sesle.
Mırıl mırıl bir duruşma
Diyelim ki duruşma salonuna girdiniz...
Başka bir sınav sizi bekliyor: Kulaklarınız yeterince iyi, hatta daha fazla duyabiliyor mu? Çünkü en büyük mahkeme salonunun mikrofon sistemi henüz kurulmamış.
"Selek" duruşmasında, tek sorun mikrofon da değildi. Mahkeme heyeti değil normal konuşmak kelimenin tam anlamıyla mırıldanıyordu.
Duruşmanın fiziki koşullarına dair usulsüzlükler bir yana, davanın esasına ilişkin usulsüzlükler konuşuldu duruşma boyunca. En azından izleyiciler bunu duyabildi.
Dediğim gibi mahkeme heyeti mırıldanıyordu ama Selek'i savunmak için gelen 57 avukatın sesleri gür çıkıyordu. İzleyicileri bırakın, duruşma salonunda hazır bulunan tutuklu sanık ve avukatlar bile mahkeme başkanının dediklerini duymuyordu.
"Savunma zaten yapıldı"
Avukatlar öncelikle, mahkeme heyetinin Selek hakkında verdiği beraat kararını Yargıtay'ın denetimi olmadan bozamayacağını, bozarlarsa bunun hukuki değil, yok hükmünde olacağını uzun uzun anlattılar.
Esasa dair savunmalarını vermeleri istendiğinde ise, daha önce savunmalarını yaptıklarını, müvekkillerinin daha önce üç kez beraat aldığını, şu aşamada savunma yapmalarını gerektirecek bir hukuki süreç olmadığını anlatmaya çalıştılar.
Herkesin umudu, mahkemenin beraatte direnmekten vazgeçme kararını geri almasıydı. Sonuçta 14 yıldır yargılanan Pınar Selek üç kez beraat etmişti, hiç ceza almamıştı. Her şey bir yana, çok sayıda bilirkişi raporu en başından beri bunun bomba değil, gaz patlaması olduğunu söylüyordu.
Delil mertebesine erişemeyen bilirkişi raporları
Malum kararın okunması için salonda toplandığımız da yine ses sorunu yüzünden mahkeme başkanının söylediklerinden kelimeler çalınıyordu kulağımıza: sanıklar... Pınar Selek... ağırlaştırılmış müebbet... yakalama...
İtalyalı bir feminist yanıma gelerek tam olarak ne dendiğini sordu, "lifetime in pri.." kelimeyi tamamlayamamıştım ki "No justice! This is torture!" diye bağırmaya başladı. Henüz o cümlesini tamamlayamadan bir polis memurunun kadını sertçe "kucaklayarak" kapıya doğru sürüklemesi, ardından her dilde bağırış-çağırış ve tepkiler... Arada, bir de "muhalefet şerhi" diye bir şey çalındı kulağıma.
Tutanağı incelediğinizde, Selek hakkındaki deliller arasında sanıkların ve polislerin ifadeleri bulunuyor.
Örneğin Abdülmecit Öztürk'ün bu eylemi Selek'le birlikte gerçekleştirdiğine ilişkin ifadesi yer alıyor kanıtlar arasında. Ancak Öztürk'ün mahkemede, önceki ifadesinin işkence altında alındığına ve Selek'i tanımadığına dair beyanları yer almıyor bu 46 sayfalık tutanakta.
Bir polisin Selek'in ifadesinin alınması sırasında "baskı ve cebir uygulanmadığına" dair ifadesi var. Ancak Selek'in tutanakta filistin askısında omzunun çıktığına dair işkence raporu yok.
Mısır Çarşısı patlamasının bombadan kaynaklandığını söyleyen raporlar var ama Savcılık raporunun bilimsel olmadığını belirterek "Olguların hiçbiri bomba patlamasına bağlı yaralama örneklerine uymuyor" diyen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Raporu; patlamanın gaz kaçağı diyen raporla uyumlu olduğunu ve "jandarma raporunun" fizik kurallarına aykırılık içerdiğini belirterek patlamanın lahmacun fırınının içinde meydana geldiği tespitinin yer aldığı "görüntülü işlem teknolojisi"nden yararlanılan ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanlığı raporu da yok.
Pınar Selek'in avukat kardeşi Seyda Selek'le tutanağın çıkmasını beklerken, "14 yıldır hiçbir duruşma olmamış gibi fezlekeyi alıp okudular. Deliller arasında bilimsel hiçbir rapor kullanılmamış" diyor. "Babam, babam ne durumda? Gördünüz mü onu?" diye etraftakilere soruyor.
Zaten mahkeme başkanı, ağırlaştırılmış müebbet hapis kararına karşı verdiği muhalefet şerhinde, deliller arasında yer almayan raporları sıralayarak "... patlamanın bir bomba sonucu meydana geldiğinin tespit edilememiş olmasından" bahsediyor ve "suçu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediğini" söylüyor.
Şimdi ne olacak?
Sonuç olarak Pınar Selek'le eylemi birlikte gerçekleştirdikleri yönünde ifade veren sanıklar Mısır Çarşısı davasından beraat etti. Bu patlamanın tek sorumlusunun Selek olduğuna dair bir karar verildi.
Ama dava henüz bitmedi. Müdafi avukatlar kararı Yargıtay'a taşıyacak. Sonuçtan da umutlular. Avukat Yasemin Öz, dünkü açıklamasında "Böyle bir hukuk skandalı mutlaka bir yerden dönecektir. Pınar'ın beraatını Yargıtay'dan geri alacağız" diyordu.
Bu da olmazsa mücadelelerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) devam edecekler. Seyda Selek, işkence, adil yargılanma hakkının ihlali gibi gerekçelerle iki sene önce yaptıkları AİHM başvurusunun kabulü için zaten Türkiye mahkemelerinden çıkacak nihai kararın beklendiğini söylüyor.
Sonra ne olacak? Umarım bu son olacak. (ÇT)