"Ne anladın abi?"
3 günde her görüşten onlarca insanla konuşmuştum. Yine de zordu cevap... Ne anladığımı özetlemeye çalışayım:
Niye başladı?
Bir süredir silahlar susmuştu. Birden başlamasını son gelişmelerle birlikte analiz etmek lazım:
Irak'ta işgal çıkmaza girdikçe, Kürt devleti yerleştikçe Türkiye'nin müdahalesini isteyenler çoğaldı.
Bu arada içeride Başbakan'ın "Kürt sorunu"nu telaffuz etmesi, bölgedeki çete bağlantılarını deşifre eden Şemdinli iddianamesi, son Nevruz'un olaysız geçmesi ve nihayet geçen hafta Kürtçe 3 yerel televizyonun devreye girmesi, askeri çözümün devreden çıkmaya başladığı, inisiyatifin sivillere geçtiği şeklinde yorumlandı.
Herkesi "Bu iş bitti" rüyasından uyandıran 14 PKK'lının ölü ele geçirilmesi oldu. Bunun ardından PKK da kendi yöntemleriyle şehre indi.
TSK "AB, demokratikleşme, sivilleşme vs. oluyor diye sahneyi boşalttım sanma" dedi. PKK da "Ben de ölmedim" diye cevap verdi.
Nitekim Güneydoğu'dan İstanbul'a yayılan olaylar ve bir cenazede komutanın yakasına sarılıp "Orduyu göreve çağırıyorum" diye bağıran yurttaşın görüntüsü, zar zor sağlanan barışın ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi.
Şimdi kimisi "Ülke elden gidiyor" diye samimiyetle, kimisi bu yeni dönemde eski gücünü kaybedeceği endişesiyle daha sert politikalar istiyor. Bu psikoloji, hem dağdakilerin hem de "İyilikle olmaz. Sopa lazım" diyenlerin elini güçlendiriyor.
Dağ cephesi
Görünen o ki PKK eylemleri tırmandıracak; devleti sertleşmeye zorlayacak. Ve o zaman da Diyarbakır Valisi Ala'nın tabiriyle "coptan başka enstrüman tanımayanlar" devreye girecek.
Bölgedeki bir yetkili, dağda 5 bin kişi olduğunu, bunun 2 bininin Kuzey Irak'ta bulunduğunu söyledi. Tabii o cenahta bazen kafa karıştıran bir çok başlılık da var:
"Kandil" var, "İmralı" var, "Avrupa" var, DTP var, belediye var. Ve son eylemlerin gösterdiği gibi Diyarbakır'da gereğinde sokağa sürülen bir "çocuk ordusu" var. 90'ların başında, çatışmaların ortasında doğan bu kuşak şimdi 15-16 yaşlarında... Öfkeli ve saldırgan... Olayları yatıştırmaya gelen Belediye Başkanı Baydemir'e "Eve değil, dağa" diye bağıran onlar... Artık "dağ"ın bile kontrolünden çıkmış haldeler... Dağa çıkmaya da hazırlar.
Zor soru şu: 10 yıl sonra 25 yaşına geldiklerinde ne olacaklar?
Devlet cephesi
Aynı kızgınlık Batı'da da büyüyor. PKK'nın sivil-asker tanımaz kör şiddeti karşısında, durakta, yolda suçsuz yere öldürülenlerin cenazesinde "Artık biz de silahlanacağız" sesleri yükseliyor.
Baydemir'in yaşadığı zorluğu MHP lideri Bahçeli de yaşıyor. Temkinli açıklamalara rağmen tepkinin çığırından çıkması önlenemiyor.
Vali ne kadar "Dikkat, oyuna gelmeyin" dese de öfkeli bir polis bir çocuğu hedef alabiliyor. Ve bütün sükûnet çağrıları duyulmaz oluyor.
Yine de vilayet ve kimi güvenlik yetkilileri olaylara son derece temkinli ve akılcı yaklaştı. Kışkırtmadılar, provokasyona gelmediler. Asker zorda kalmadıkça kışladan çıkmadı. Polis çoğu yerde sağduyulu davrandı. Bu, çok önemli.
Bunun ahalideki yansıması aşikâr. Kentin ileri gelenlerinden biri "Vedat Aydın'ın cenazesinde bütün Diyarbakır vardı, ama kimse etrafa zarar vermedi" dedi. Oysa bu kez varoşlardaki yoksul dükkânların bile çocuklara taşlatılması, zararın ise devletçe karşılanması bir kısım esnafta saf değişikliği yarattı.
Bu da çok önemli...
Empati zamanı
Şimdi tam arada bir yerdeyiz.
Bir yanda Diyarbakır'da 11 yaşında oğlu kurşunlanan bir baba var, öbür yanda otobüs durağında hain bir bombaya kurban giden bir adam...
Herkesi haklı olarak çileden çıkaran, nefret yaratan görüntüler bunlar... Çocuklara ateş açılırken, kentler ateşe verilirken insanları akılcı çözümlere inandırmak çok zor.
Ama yapmalıyız. Birbirimizin acısını anlamalıyız. Türkiye'yi yeniden şiddete, iç savaşa çekmek isteyenlere engel olmak için birbirimize sarılmalıyız.
Meclis göreve!
Bu aşamada siyasetçilere büyük iş düşüyor.
Tam da PKK'nın Abdullah Öcalan'ın yaş gününü şenliklerle kutlamaya hazırlandığı bugün Güneydoğu olaylarını görüşecek Meclis bilmelidir ki, görüşeceği şey, yakın gelecekte kendisinin devrede olup olmayacağıdır.
Eğer TBMM, sıradan telin konuşmaları yerine kalıcı çözüm üretmeye girişirse, bölgeye refah götürülmesini, dağdakilerin akılcı yöntemlerle indirilmesini tartışabilirse, her şeye rağmen demokratikleşmeyi savunabilirse inisiyatifi şiddet yanlılarına kaptırmaz.
Çapraz ateşte iki adam
Son olaylarda kıskaçta büyük görev yüklenen iki adam var:
Biri Recep Tayyip Erdoğan... diğeri Osman Baydemir...
İkisi de tabanlarının baskısı ve karşı tarafın tepkisi altında...
Biri "Kürt sorunu"nu kabul ederek örgüte cesaret vermekle suçlanıyor ve tepkileri yatıştırmak için sert konuşuyor.
Diğeri "dağdan" mesaj taşıyanların, sokakta kendisini taşlayanların baskısı altında tabanının duymak istediğini söylüyor.
Ama ikisi de ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabiliyor.
Erdoğan, hem "Umut verdi, korktu" diye bölge halkından, hem de "Yeterince sert değil" diye Bakanlar Kurulu'ndan (bile) eleştiri alıyor.
Baydemir ise Batı'da "PKK"lı sayılıyor, Diyarbakır'da PKK'nın eylemlerini önlüyor diye taşlanıyor.
Oysa çözümün anahtarı bu kıskaçta ikisinin de daha cesur davranabilmesinde yatıyor.
Osman Baydemir, Karayılan'dan önce esnafa "Kepenklerinizi açın" diyebilseydi (Karayılan, Fırat Haber Ajansı aracılığıyla uyarı yapmıştı), İstanbul'da olanları (da) net bir dille kınayabilseydi, şiddetle arasına kesin bir çizgi çekebilseydi,
Tayyip Erdoğan "Ölenlerin hepsi benim yurttaşım, acılarını paylaşıyorum" diyebilseydi, Diyarbakır'da ve İstanbul'da birer taziye evine gidebilseydi belki dar bir çevrede eleştirilir ama uzun vadede barışa hizmet ederlerdi.
Gün, kurbanlar isteyen tabana karşı risk alma günüdür.
Lider de, ancak böyle günde belli olur. (CD/TK)
* Can Dündar'ın 1 Nisan'dan başlayarak yazdığı, Diyarbakır izlenimlerinin sonuncusu. Dizinin diğer yazıları: