Gezi direnişinin yıldönümünde iktidar ‘Nazi’lerden öğrendiği şekilde yıldönümü için eylem çağrısı yapanları ve eyleme katılacakları düşman ilan etti. Söyledikleri yalanları tekrar etmeye ve vicdansız medyalarıyla kitleleri sarhoş etmeye devam ediyorlar.
Propaganda terim olarak anlamı 1622 yılında Katolik Kilisesi tarafından oluşturulan ‘Congragatio de propaganda fide’den Türkçesiyle ‘İtikadı Yayma Cemaati’nden gelir. Propaganda terimi dinsel anlamda görüşleri yaymak ve fikirleri değiştirmek amaçlı kullanılmaya başlanmakla birlikte, üzerinde durulması gereken nokta düşünsel anlamda denetimi sağlamaktır.
Medya ve propaganda birçok anlamda birlikte ele alınabilir ve siyam ikizleri gibi karşımıza çıkarlar. Sahneye çok daha önce çıkan propaganda için medya sadece bir araçtır. Ancak bu araç gelinen noktada çok önem ifade ediyor. Hatta bazen kullananın kullandığı amacı bile gölgede bırakacak kadar yükseğe çıkıyor. Aslında bu sadece bir yanılsamadan ibarettir çünkü önemli olan araç değil amaçtır.
Propaganda ve kitle iletişim araçları arasındaki ilişki günümüzde birbirinden ayrı düşünülemez. “Propaganda: çeşitli sosyal kuvvet ve gruplar tarafından iletişim araçları kullanılarak, toplumun diğer bireylerinin görüş ve tutumlarının istenilen doğrultuda yönlendirilmesi, değiştirilmesi ya da kontrol altında tutulması yönündeki bilinçli girişimlerdir.” (İnceoğlu, 1985:63)
Propaganda bir anlamda sözlü şiddet sayılabilir çünkü toplumsal anlamda düşünceleri değiştirme amaçlı yapılmakta ise ve başarısızlıkla sonuçlanırsa sonunda fiziki güce dönüşecektir. Ya da propagandadan etkilenenler ve etkilenmeyenler bölünecek ve etkilenenler etkilenmeyenlerin üzerine sürülecektir.
Propaganda yoğun ve körlemesine kullanılırsa yaratılacak insan ve toplum kendini felakete sürükleyecektir. “İnsan ruhunun ölçüsüzce öğütüldüğü yerde gerçek mesele propagandadır.” (Ellul, 2003:236)
İkinci paylaşım savaşı önce ve sonrasında Nazi Almanyası ve Mussolini İtalyasına bakmak propagandanın sonuçlarını görmek açısından yeterli olacaktır. Armand Mattelart’ın dediği gibi “Büyük savaş propagandanın gücünü kanıtlamıştır. Barış da propagandayı bir hükmetme yöntemi olarak benimsemiştir.” (Mattelart, 2001:51)
Günümüzde kapitalist devletlerin propaganda tekniklerinin babası Goebbels’dir. Başta ABD olmak üzere kapitalist devletler İkinci Paylaşım Savaşının ardından ülkelerine götürdükleri Nazi üst düzey yöneticilerinden toplumsal denetim konusunda bilgi ve yardım almışlardır. Haberalma teşkilatlarını ve propaganda tekniklerini onlardan öğrendiklerine göre şekillendirmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında Goebbels’in önemi daha iyi anlaşılacaktır.
‘Halkın Aydınlatılması ve Propaganda’ bakanı olan Joseph Goebbels Nazi partisine üye olmadan önce yazarlık ve banka memuriyeti gibi işler yaptı. Goebbels’in propagandacılarına en önemli önerilerinden birisi şöyledir: “Herkesçe bilineni ısrarla tekrar et”.
Nazilerin kitleleri kolayca etkilemesinin ve peşlerinden sürüklemesinin en büyük nedeni propagandalarının dilinin karmaşık değil en alt tabaka tarafından bile anlaşılabilecek kadar basit olmasıdır..
“Nazizmin en ilginç tiplerinden olan Doktor Goebbels “görsel-işitsel” adını verdiğimiz iletişim ve propaganda tekniklerinin babası ve destekleyicisiydi: Nazi propagandasının rakipleri karşısındaki üstünlüğünü, rakiplerinin hâlâ 19. yüzyıl kamu alanlarını varsayan “bilişsel” bir dili, bilinçlere hitap eden ‘yazılı’ basın tekniklerini kullanmakta ısrar etmelerinin dolaysız bir sonucu olarak görüyordu. Her şey medyanın görsel-işitsel dilinin “düşünme” faaliyetini engellemesi üzerinde kurulmuştur. Modern iletişim teknolojilerinin cephaneliğinde “düşünme” ile “iletişim” arasında hiç değilse Nazizmden bu yana süregiden bir mücadelenin sona erdirilmesi yolunda sayısız beklenti bulunmasına karşın, bazılarının ‘enformasyon toplumu’ adını verdiği ve yeni yeni girmekte olduğumuz (Türkiye olarak büyük bir şevk ve tedbirsizlikle girmeye can attığımız) ‘denetim toplumu’ tüm bu beklentileri bir karamsarlık denizinde boğmaya adaydır.” (Baker, 1995:14-18)
Ulus Baker’in de ifade ettiği gibi medya düşünmeyi gereksiz hale getirerek insanlar yerine karar vermekte ve herkesi evlerine kadar giren Goebbels haince gülmektedir.
Medyayı tekel altına alma durumunu Goebbels iktidara gelmeden önce şu ifadelerle anlatmaktadır: “Radyo ve basın artık bizim emrimizdedir. Paramız da var. Tek güçlük radyo örgütünü kurabilmektir. Ama bunu başaracağız. Führer’in hergün radyosu olan bir kente konuşmasına karar verdik. Başkanın mesajını bütün halka duyuracağız. Herkes toplantılarımızın nasıl geçtiğini radyolardan öğrenecek. Radyo propaganda araçlarının en güçlüsüdür. 20. yüzyılda radyo geçen yüzyılda basının oynadığı kadar önemli rol oynayacaktır.”
Faşizm kendi estetiğini yaratmış ve kitleleri görkemli törenlerle etkilemiştir. Bu törenler sinemacılar tarafından filme alınmış ve milyonlara ulaştırılmıştır. Bu anlamda medya ve hegemonya ilişkisi Rusya’da halkın lehine başlamışken Almanya’da her şey devlet için diyen faşistlerce halkın aleyhine dönmüştür.
“Faşist teatrallik, kitle iletişim araçları teknolojisiyle oluşturulmuştur. Almanya’da büyük mitingler ses sistemiyle gerçekleştirilmiş, radyolarda yayımlanmış ve sinemalarda gösterilmiştir. Tasarımları Hollywood’daki müzikal film setlerinin ve stadyum mimarisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan heybetli mekanlar, belli amaçlara hizmet etmek üzere inşa edilmiştir. Mitinglerde özellikle tiyatro, koreografi, müzik ve mimarinin bir arada kullanıldığı bütünsel sanat eseri anlamına gelen Gesamtkunstwerk düşüncesinden yararlanılmıştır.” (Glasneck, 1966)* Faşist düşünce bu anlamda Walter Benjamin’in deyimiyle estetize edilmiş politika halini almıştır.
1992 yılında Ralf Georg Reuth, Goebbels’in günlüklerini ‘Joseph Goebbels: Tagebuecher 1924-1945’ başlığı altında 5 cilt halinde yayımlamış. Birikim'in Şubat 2007 tarihli 217. sayısında, bu günlüklerle ilgili, Tanıl Bora'nın ‘Bayrak Denizi... ve Linç’ adlı yazısında bu günlüklerden birkaç alıntı yapılmıştır. Bunlardan bazıları:
- ‘Kitleler aklını yitirmiş bir sarhoşluk içinde. Böyle devam etmeli.’
- ‘Halk bu fanatizmden çıkamaz ve çıkamayacak.’
- ‘Entelektüalizm, her nevi propagandanın en feci düşmanı’dır.
- ‘Gerçek olaylar ve durumlar hakkında açık seçik bir malumata sahip olsalardı, bu haberleri okuyarak gitgide gevşeyip çökebilirdi insanlar. Alman halkının bütün bunları öğrenmemesi ne iyi! Sahip olacağı kanaat hazır halde önüne konuyor.’
Goebbels’in çeşitli yerlerde yayınlanan sözleri arasında şunlar da vardır:
- ‘Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.’
- ‘Basını, hükümetin kullanabildiği dev bir klavye olarak düşünün.’
- ‘Yalan atın, mutlaka inanan çıkacaktır.’
- ‘Amacımız doğruları söylemek değil, insanları etkilemek.’
- ‘Bana vicdansız bir medya temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım.’
Bu kısa ifadeler faşizmin anlayışını ve basitliğini gözler önüne sermektedir. İdeolojilerini gerçekleştirmek için halkı kandıran Nazi Partisi, düşünürleri düşman ilan etmiş, kitapları yakmış ve halkı akılsız bir fanatizme sürüklemiştir. Muhaliflerini toplama kamplarında yok eden bu anlayışa halkın çoğunluğu destek vermiştir. Ülkemizde de faşizm en alt kesimler arasında destek bulmaktadır ancak bazı politikacılar ve akademisyenler de faşizmin ekmeğine yağ sürecek açıklamalar yapmaktadır. Yaşanan linç girişimleri göstermektedir ki; diğer halk ve düşünceler karşı tahammülsüzlük fanatikçe bir saldırganlık faşizmin ruhunda vardır. Ve medya faşizmi sıradan halkın normal bir tepkisi olarak verdiği sürece fanatizm ve düşmanlık toplumsallaşacak ve Türk Hitler, Goebbels ve Goering’leri tarih sahnesine çıkmıştır.
Propagandanın günümüzde kendini fazla hissettirmeden hergün tekrar edilmesinin tek nedeni kitle iletişim araçlarının gücü ve yaygınlığıdır. “Lasswell’in ifade ettiği gibi ‘propaganda bir toplumsal kontrol yöntemi ya da bir toplumsal hareket türü olarak tanımlanabilir. Yöntem olarak, şiddet, rüşvet, boykot (gibi davranışlardan) ziyade kolektif davranışların anlamlı sembollerle (kelimeler, resimler, yayıncılık) kullanılarak yönlendirilmesidir.’ Dolayısıyla ‘propaganda tüm iletişim kanalları aracılığıyla yapılır.’ ” (Bektaş, 1996:152)
Bu iletişim kanalları kurbanını yavaşça zehirleyen bir katil gibi işini hiç hissettirmeden yapmaktadır. (Seçim dönemi yapılan propagandalar hariç…)
Kitle iletişim araçları ve propaganda ilişkisi Goebbels’den beri dikkatle üzerinde durulan konulardan birisidir. “Birbiriyle çarpışan ideolojiler çağında yeni iletişim araçları, yeni teknikler ve demagogların yönlendirdiği kitle hareketlerinin cazibesi aracılığıyla tüm milletlerin toplu olarak ‘ikna edilmeye’ muhatap oldukları bir zamanda insan zihninin nasıl direniş gösterdiğini ya da nasıl teslim olduğunu keşfetmek, kişi ya da grup düşüncesinde gerçek değişimi meydana getirmenin ne kadar mümkün olduğunu görmek ve böyle bir değişim için kullanılan vasıtalara ilişkin bazı izlenimler edinmek önemlidir.” (Brown, 1992:10)
Burada önemli olan nokta insanların nasıl bu kadar kolay teslim olması ve direniş göstermemesidir. Direniş gösterenler zaten teslim olanların ve propagandacıların fiziksel şiddetinin hedefidir ve genel kanıya göre düşmandır.
Öte yandan gelişen teknoloji ile birlikte Bentham’ın hapishanesi bir bina olmaktan çıkıp bir sistem haline dönüşmüştür. Yönetenler her şeyi görmekte ve yönettiklerinin hiçbir şekilde kendilerine karşı gelmemesi için önceden hazırlıklarını yapmaktadır. “Joseph Paul Goebbels ‘Her şeyi bilen hiçbir şeyden korkmaz’ demişti. Bundan böyle, yeni bir panoptik kontrolün yürürlüğe sokulmasıyla birlikte, her şeyi gören kişi yakınındaki rakiplerinden korkmayacaktır.” (Virilio, 2003:62) Bu anlamda kapitalist ülkelerdeki sosyalist ve anti-kapitalist oluşumlar sürekli izlenmekte ve baskı altında tutulmaktadır.
Chomsky’nin ifadesiyle; “Devlet propagandası, eğitimli sınıflar tarafından desteklendiği ve hiçbir sapmaya izin verilmediği zaman büyük bir etki yaratabiliyor. Bu Hitler’in ve birçok başka insanın öğrenip bugüne kadar sürdürdüğü bir dersti.” (Chomsky, 1995:31) Bu sayede insanların çoğu devletin tüm söylediklerinin doğru olduğunu sanmakta ve devletin yalanlarına karşı çıkanları düşman görmektedir.
Günümüzde medya insanları kandırmakla ve göstererek gerçeği gizlemekle yetinmez onları istediği şekle sokar, bu şekil değişen konjonktüre ve siyasal açılımlara göre de değişir. Yani medya sürekli bir değişim için insanların beynini bir hamura dönüştürür ve gereken dönemde istenilen şekli verir. Naziler ise insanları belli monolitik bir kalıba sokmayı denemiş ve çok başarılı olmuşlardır. “Hitler ve uzmanlarının ağızlarından düşürmedikleri halk bilincini oluşturma çabaları, akılcı ve tasarımlanmış ikincil grup etkilerini kırıp yerine cemaat tipi örgütlenmenin duygularını yeniden canlandırma girişiminden başka bir şey değildir. McLuhan’ın dediği gibi kabile yaşamının sıcak duygularına dönüşü sağlamak bu propagandanın temel amaçlarından biri olmuştur. Nazi Partisi bunu, kitle iletişim araçlarını etken biçimde kullanmanın yanında, asıl toplumsal yaşamı her alandaki örgütlemedeki başarısıyla elde etti.” (Özkök, 1985:256)
Burada dikkat edilmesi gereken nokta Nazi Partisi bir komünist partisinin örgütlenme şeklini ele alarak sokak sokak örgütlenmiş ve tepeden değil tabandan faşizmi iktidara taşımıştır.
Naziler başarılarını basitliğe borçludur. Propagandaları, yaklaşımları ve ideolojileri herkes tarafından anlaşılabilecek kadar basittir. “Medya uzmanlarının çoğu, artık şu gerçeğin farkındadırlar: etkili siyasal mesajlar, dikkat çekmeden verilen ve nadiren de öz-eleştirisi oldukça zayıf olan mesajlardır.” (Schiller, 1993:75)
Ülkemizdeki seçimlere bakıldığında medyada yer alan siyasal propagandanın ne kadar basit ve sığ olduğu rahatça görülebilecektir.
Propaganda “Bir bireyin ve grubun başka bireylerin veya grupların tutumlarını belirleyip biçimlendirmek, kontrol altına almak veya değiştirmek için, haberleşme araçlarından yararlanarak ve bu bireylerin veya grupların belirli bir durum veya konumdaki tepkilerinin kendi amaçlarına uygun tepkiler seklinde olacağını umarak giriştikleri bilinçli bir faaliyettir.” (Qualter, 1992:279) Bu kısa tanım aslında propagandayı ve medyanın bu anlamdaki işlevini çok net bir şekilde özetlemektedir. Medya ideolojik hegemonyanın sağlanması için kullanılmakta ve bu anlamda propaganda yapmaktadır. Yönetenler ideolojilerini tüm topluma yaymak zorundadır çünkü yaymazlarsa bu boş alanı değerlendirecek başka bir ideoloji ortaya çıkar ve onlara yaşamı zehir eder hatta iktidarı ellerinden alır. Dünyada son 1917’den başlayarak yapılan devrimlere bakarsak bunu rahatlıkla görebiliriz. Ancak teknolojik gelişmeler ve kitle iletişim araçlarının her eve, yaşamın her alanına girmesi ile birlikte yönetenler rahat bir nefes almışlardır. Çünkü artık kitlelere istedikleri an ulaşabilmekte, onlara istediklerini söyleyebilmektedir. Sadece bunlarla kalmamakta medya, propagandalarını yapmaları ve insanları ikna etmeleri -yönlendirmeleri de diyebiliriz- için onlara imkan vermektedir.
Günümüzde medya ve propaganda ilişkisi Goebbels’in açtığı yoldan yoluna devam etmekte ve toplumsal denetimin sağlanması adına yönetenler lehine çalışmaktadır. Bu bağlamda Nazizm ölse de ideolojisi ve teknikleri kullanılmaya devam edilmektedir. Biz görmesek ve duymasak da başka bedenler ve isimlerle Goebbels’ler her akşam televizyonlarımızdan bize seslenmeye devam ediyor. (SÇ/HK)
Kaynakça
-Baker, Ulus. Medyaya Nasıl Direnilir, Birikim Sayı: 68-69 Aralık Ocak, Birikim Yayınları 1995 , s.14-18
-Bektaş, Arsev. Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, Bağlam Yayınları, İstanbul 1996
-Chomsky, Noam. Medya Denetimi, Tümzamanlar Yayıncılık, İstanbul 1995
-Ellul, Jacques Teknoloji Toplumu, Bakış Yayınları, İstanbul 2003
-Glasneck, Johannes. “Alman Faşizminin Türkiye’deki Propaganda Faaliyetleri”, Çeviri: Murat Çakır,
-İnceoğlu, Metin. Güdüleme Yöntemleri, Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu Yayınları, Ankara 1985
-Mattelart, Armand. İletişimin Dünyasallaşması, İletişim Yayınları, İstanbul 2001
-Özkök, Ertuğrul. Kitlelerin Çözülüşü, Tan Yayınları, Ankara 1985
-Qualter, Terence. H. Propaganda Teorisi ve Propagandanın Gelişimi, Çev.:Ünsal Oskay, A.Ü. SBF Dergisi Cilt XXXV, Ankara, 1992
-Schiller, Herbert. Zihin Yönlendirenler, Pınar Yayınları, İstanbul 1993
-Virilio, Paul. Enformasyon Bombası Metis Yayınları, İstanbul 2003
* Dr. Savaş Çoban / İletişimci / Bağımsız Araştırmacı