İyi de bu yaşadığımız ne, neyin nesi bütün bunlar? Başımıza gelen nedir? Bunlar ne anlama geliyor? gibi soruları bir ayı aşkın zamandır daha yüksek sesle sorar olduk. Deyim yerindeyse kafası kesilmiş tavuk gibi salınarak yönsüz şekilde dolanıyoruz ortalıkta. Anlamlandırmak zaman alacak. Sabır istiyor. Ve sabır gayrete içkin. Gayret de umuda. Umutluyuz çünkü canlı olmaktan doğan İrademiz gerçek. Biz, Hayatız.
Dört aşamalı bir düşünme sürecinden geçti bu yazdıklarım: İlkinde Gasp edilen ülkenin vatandaşlarını, ikincisinde memleketsizliği anasını kayneden çocuğun öksüzleşmesi ile ifade ettiğim yaşadıklarımızı anlamlandırmaya patika açma girişiminin üçüncüsünde Melez Türkler’i ihya ve rehabilitasyonun öznesi olarak işaret ettim. Şimdi de bu öznenin yani Melez Türklerin -bizim nitelememizle “Yetkisiz Sorumlular”ın- sorunlar toplamı olarak metaforlaştırdığım enkazı nasıl kaldıracağı üzerine odaklanalım.
Deprem bölgesine gitti çoğumuz, gidemeyenler imkanları ölçüsünde işin bir ucundan tutarak dayanışmaya katkıda bulundu. Oysa ortadaki sorun, yani bütün moloz ve asbestleriyle kocaman bir enkaz, sivil toplumun altından kalkabileceği nicelikte mi? Tutun ki kalktı; o halde, o devasa kurumların varlık nedeni nedir? Sorunun bir ucundan tutarak çözümün bir parçası olmak yönündeki her girişim her ne kadar soylu, erdemli görülse de sorunludur. Elbette bir yaraya merhem olmadıklarını, işe yaramadıklarını söyleyemeyiz ama hizmet ettikleri Hegemonyayı ve/ya ideolojiyi işaret etmek, deyim yerindeyse buradaki tezgâhı ifşa etmek de sorumluluğumuza dâhildir.
Enkaz altındayız. Radyoaktif sızıntı sonucu yayılan radyasyondan hepimiz göreli ölçüde payımızı aldık: Mutasyona uğradık. Çok değil, bundan 10 yıl önce bir gece rüyamızda şu an yaşadıklarımızı görsek kâbus diye adlandırır, vıykırarak zıplar, hemen bir bardak su içer, “Aman Allah’ım rüyaymış, çok şükür!” der, kaçan uykumuza aldırmadan oyalanıp sabahı beklerdik Hayata karışmak için.
10 yıl öncesi için kâbus denebilecek hali yaşıyoruz. Bir insan ömrü için bile kısa denebilecek süreden söz ediyoruz. Hepimizin normali oldu. Çeşitli kurumlarca açılan “Anormali normal gibi yaşayabilmek” başlığı altında destek eğitimlerine sıkça rastlamaya başladık.
Karanlık zamanlardayız. Sis koyulaşıyor. Belirsizlik arttıkça kaygımız artıyor. Güvensizliğimiz derinleşiyor. Türsel anlamda otoriteye duyulan ihtiyaç da eşzamanlı artıyor. Muktedirler halka küçük bir çocuk muamelesi yapıyor: Küçük, aciz ve idrâki gelişmemiş bir muameleye maruz kalıyoruz. Ellerindeki bütün araçları eş-zamanlı işe koşuyorlar. Bunun en tipik örneğini Covid-19 pandemisi sürecinde yaşadık. Bir tür ölüm seviciliğiymişçesine esir alındı dünya halkları.
Düşünmeyi ve yapmayı aşan bir eylem olarak Yaratmak
Aristoteles, “Poetika” adlı eserinde, teoria, praksis ve poiesis yani sırasıyla düşünmek, yapmak ve yaratmak eylemlerinden söz eder. Yaratmak, düşünmeye ve yapmaya içkindir, diğer bir deyişle kuramı ve eylemi içine alır ama onları aşar. Yaratmanın yolu da ortada doğal ve kanıksanmış bir şekilde durana, şeksiz şüphesiz kabul edilen şeylere yeni sorular sormaktır. Yeni sorular, olgunun henüz anlam dünyamıza tercümesi yapılmayan boyutlarını işaret eder; bunları anlama yolculuğu soru ile başlar.
Kamusal agoranın Hayata dönüşü
Kamusal entelektüelin (Özellikle “aydın” demiyoruz çünkü göreli ölçüde itibarsızlaştırılmış olduğu kanaatindeyiz o nedenle Entelektüeli 13. yy. içeriğiyle kullanıyoruz.) yeniden sahneye çıkıp Hegemonyaya rıza üreten nesnelliğini soyup toplumsallığını, kamusallığını giydirme zamanı.
Kamusal agora, Hakikatin pınarıdır. Her nerede kamusal agora çitlenir orada Hakikatle olan bağımız önce zedelenir, ardından kopar ve bilgi temelli bakış Hayatın dışına itilerek sislenir, buradan da her türlü manipülasyona açıklık doğar; bir başka ifadeyle, tahakküm kurulur.
Hayatı başka pek çok entelektüel gibi faşist iktidarca gasp edilen entelektüel, Gramsci, hâlâ cari olan kavramlaştırmalarıyla şimdiye ışık tutmakta. Onun bağlamımız özelindeki duruma dair kavramlarını referans alıp birer çekice dönüştürdüğümüz sorularımızla şimdiyi kritik etmeye, olanı bilgisel yani anlam düzlemine tercüme etmeye çalışacağız.
Kamusal agora, Hayata nasıl döndürülebilir? Sorularla. Nerede elinde kutsal kasede çözüm diye gelen varsa onlara sorularla musallat olmakla. Peki nasıl? Mevzilenerek hiziplenmiş Hegemonyaya rıza üreten organik aydınlara, pazaryeri vaizlerine musallat olup o masifleştirilmiş yapılarda gedikler açmakla; o parçalı gibi görünen bir tür ittifaklar ya da koalisyon güçlerinin köleleştirici, sömürücü işbirliklerine çomak sokmakla; oyunu bozmakla, masif olduğu iddia edilen o kağıttan kuleleleri -kağıttan çünkü sahipleri onlar değil, ürettikleri rızalardan almaktalar- yıkmakla, yapıda çatlaklar açmakla… Sorulan her soru bir çatlak yaratıyor. Her soru, bir külünk; her külünkle perdelenerek görünmezleştirilen, ambalajlanıp fantazya nesnesine dönüştürdükleri sömürü düzeninin ipliğini pazara çıkarmak olanaklı. Bunun kurucu yolu “Nasıl?” sorusundan geçiyor.
Çekirdek becerilerimiz var, hayatta kalmak gibi, anlamak gibi, anlamak için soru sormak gibi. Soruları birer enstrüman gibi, Hakikatle bağımızı koparmak, bizleri bir tür fantazya alemine tıkmaya çalışan muktedirlere ısrarla yöneltmek hem de ahalinin duyacağı şekilde seslendirmek, ses olmak, Hakikatin sesi, çağrıcısı olmak…
“Nasıl?”ı dolaşıma sokacak kişiler Hakikat Sorguçlarıdır. Bunlar, somut koşullar gereği Hegemonyanın rızasını üreten organik aydınlar olamazlar. Bu, belli, tanımlanmış bir grubun tekelinde de değildir; o nedenle anonim bir kategori olarak işaret ettiğimiz Yetkisiz Sorumluları, Hakikat Sorguçları olarak da işaret ediyoruz. Yetkisiz sorumlular, makro ve mikro anlamda her yeri enkaza dönüş(türül)en bu yapıyı, sorularıyla tarumar edecekler, Hakikate erişimin yolu bu şekilde açılacak. Bu yolun kendi de sonu da Özgürlük; çünkü “Hakikat özgürleştirir.”
Hegemonyaya rıza üreten organik aydınlar birbirinden farklı gibi çözümler vaaz etseler de neticede vaaz vermekteler. Vaaz, yapısı ve işleyişi gereği toplumsalı siler. Kişileri de toplumu da, bunların toplamı olan Hayatı da nesneleştirir.
Çoktandır salındığımız mediyokrasiden idiyokrasiye doğru serbest düşüşe gittiğimiz bu dönem, Türkiye’nin de içinde olduğu başka pek çok ülkede yolsuzluktan, usulsüzlükten beslenmekte. Toplumun görece “iyi” yetişmiş kişileriyle Hegemonyanın organik aydınlarına dönüşmek için kuyruktalar. Prekaryalık bile arzu nesnesi olarak “dijital göçebeler” dolayımıyla parlatılmakta. “Alternatif” diye sunulan “sivil toplum” da Hegemonya konsolidasyonun aracına dönüşmüş durumda. Akademiden, sanata, komünlerden progressive hareketlere varıncaya değin geniş bir koalisyon içinde Hegemonya tarafından zihinlerin kastrasyona uğratıldığı bir dönem yaşıyoruz. Hegemonya, yukarıda zikredilen özneleri kendine rahip olarak devşirerek -üstelik gönüllü- varlığını sürdürmekte.
Anaakımlaşmış ya da alternatif gözükse de bir ucundan hegemonyaya rıza üreten gazetecilerin, akademisyenlerin, sivil toplum(cu)ların bir senfoniymişçesine hareket etmeleri somut bir vaka. Külünkün sakınmadan cesurca vurulacağı odaklardan biri de burası; zira Hegemonyanın kendine kalkan olarak aldığı senfoni aşılmadan kaynağa ulaşmak imkanı çok sınırlı.
Hakikatin kapısını arayan Güç: Soru
Soru, iktidardır. Politikacılar soru almazlar sıklıkla. Soruyu soran, köşeleri zorlar; çözümü eline aldığı çekiçle ambalajı yırtıp atar. O nedenle soru, çözüm vaizinin de vaaz edilen kişi ilişkisindeki her özneyi özgürleştirici nitelikte işleve sahiptir.
Şimdi Hakikat Sorguçluğu işlevi yüklenen Yetkisiz Sorumlular, seslerini birleştirerek yükselttikleri debileriyle Hegemonyanın Hakikatin önünde yükselttiği seti aşabilirler. En büyük enstrümanları olan “İyi de Nasıl?” ya da “Peki Nasıl?” sorularını yönelterek.
Bir şeyin nasıl olduğu, ne olduğunu çoğu zaman önemsizleştirilir. Sıklıkla ne olduğundan hareket ederiz. “Nasıl?” şu ya da bu biçimde çözüme içkindir. Sorunla çözüm arasındaki Köprüdür. Oysa ihmal edilir; bunun sonucu da bir tür düşünme sıçraması yapılır. Vaizler, işin nasılını ihmal ederek çözümü hapmışçasına sunmaktalar. Bu sunuş, bir tür köleleştirme, zihni işlevsizleştirme pratiğidir. Bu nedenle bu sunuşu vicdanen reddederek başlamak ilk adım olabilir.
Birbirinin muhalifi denen odaklar, farklı çözümler sunsalar da sunma biçimlerinin ya da yöntemleri bakımından özdeş oldukları söylenebilir. Kurucu İktidarın yöntem olduğu ihmal edildiği vakit, kaçınılmaz olarak özdeş olanların birbirine muhalif olduğu yanılgısına düşeriz. Bağlamımız özelinde toplumsal, siyasal alandaki çözümleri Hegemonyanın organik aydınları dolayımıyla bir tür rıza üretek tebaya servis etmeleri kelimenin birinci anlamıyla köleleştirici, tâbi kılıcı bir pratiktir ve her tür kamusallığın ölümüne işaret eder.
Kendi sorumuzu kendimize soralım: İyi de Nasıl?
Uygarlığın kristalize olmuş hali usuldür. Neyi bildiğimiz, bir bakıma görgümüz, usulde Hayat bulur. Bunun yanında bağlamımız özelinde “Usul, esası bozar.” ilkesi anılır sıklıkla. Sahi, nedir bu “usul” dediğimiz şey? Neden usulünce işletmek bu denli majör bir ilkedir? İşlevi nedir? Hangi ihtiyaçtan doğmuştur? Usul ya da diğer deyişlerle yol, yordam, erkan da çokça atıfta bulunulan kavramlar olagelmiştir. Özellikle de vukufiyet açısından kilit işleve sahip olagelmiştir.
Gelenekten beslenmek, olanın tarihselliğini duymaktır. Bu, Hakikat yolcusunun ana sorumluluğudur. Çünkü kuşaklarca süzülmüş, rafine hale gelmiştir. Bunlardan biri de biri de tasavvuftaki "Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir." sözüdür. Muradımıza kavuşamamamızın nedeni usulsüzlüğümüzdür anlamına gelen bu söz, usule, yönteme dikkat çekmekte. Yukarıda andığımız “Usul, esası bozar.” hukuk ilkesinin işaret ettiği olgunun bir başka yüzünü işaret ediyor.
Israrla yine soralım: Peki Nasıl?
Bütüncül, kuşatıcı biçimde olguya yani şu yaşadığımız Hayata bakıp kategorizasyonla başlanabilir; bunlar: Akademi | Barış | Bilişim ve Teknoloji | Çocuk | Dış Politika | Diaspora | Din | Doğa | Eğitim-Öğretim | Ekonomi-Politik | Göçmen ve Mülteciler | Hukuk | Kent | Köy | Kültür | Medya | Sağlık | Sanat | Tarım | Tarih | Toplumsal Cinsiyet | Toplumsal Rehabilitasyon | Yas
Bunlara dair sorunlar -ki açık ve seçik olarak toplumun her öznesince yakıcı biçimde hissedilmekte- belirlenrek ontolojik bakımdan asli ve tali diye sınıflandırılabilir. Ardından, vaaz edilen çözümler bu başlıkların altında toplanır yani hangi çözüm hangi sorunun merhemi olarak servis ediliyorsa eşleştirilir. Hakikat Sorguçları, ki iş tutma biçimleri itibariyle anonimdirler, “Nasıl?” odaklı soru setiyle söz konusu çözümlere, çözümlerin kaynaklarına, çözümlere iman edenlere musallat olarak. Üretilen içerikler dijital bir platformda haritalanır; WikiHow ya da VikiNasil gibi dijital bir platform üzerinden anonim şekilde kamusallaşır. Bu mecra, bir tür Kamusal Agora işlevi de görebilir.
Böylece, bilgi politikaya tercüme edilmiş; vaaz edilen çözümler, hangi kategorinin altına düşüyor, asli ya da tali sorunlara odaklanmış ve daha pek çok ayrıntıyı görmek imkanı verecek.
Bir metafor olarak çekiç, vaaz edilen her ne var ise üzerine indirilir; bu, yöntemin temel enstrümanıdır. Çözümlere vurulur, içini açar, deyim yerindeyse ifşa eder. Her kim eline çekiç alırsa alsın, onun, bir tür Parrhesiastes’e yani “Hakikati Söyleyen”e dönüşeceğini, de facto tenini aşıp tinini gasp eden nesnelliğinden soyunup “Hakikat Kışkırtıcılığı”nı giyineceğini varsayıyoruz. (MVB/AS)