bianet'te yukarıdaki ile aynı başlık altında yayımlanan iki yazıda, "tarihsel süreklilik" vurgusu eşliğinde "akademisyen olabilme" çabalarına dair çeşitli "başarısız"! girişimleri paylaşmıştık.
TIKLAYIN - Nasıl Akademisyen Olamadım?
TIKLAYIN - Nasıl Akademisyen Olamadım? -II-
İzninizle, bu tarihsel sürekliliğe kaldığımız yerden devam edeceğim.
İlk iki yazıda aktardığım gelişmeler sonrasında umutlarım giderek azalıyordu.
Yavaş yavaş alternatifler üzerine düşünmeye başlamıştım ki birgün telefonum çaldı. Arayan İstanbul dışında bir üniversitede çalışan -şu anda kendisi de "imzacı" olması hasebiyle işinden edilmiş- eski bir tanıdığımdı.
"Seni harcayamazlar!"
Yaşadığı şehrin yakınındaki bir şehirdeki bir üniversiteye yardımcı doçent aranıyordu. İlan verilmişti ve şimdiye kadar başka başvuru yoktu; acaba başvurmayı düşünür müydüm ?
Düşünürdüm elbet... Ama o şehir İstanbul'a uzaktı, muhtemelen gene bir aksilik çıkacaktı, başvuru dosyası hazırlamak birhayli pahalı bir işti, hem başvuru hem de dil sınavı için gene gitmem gerekecekti...
Dolayısıyla, bu sefer diğerlerinde olduğu kadar istekli değildim. Biliyordum ki, ya birincisine ya da ikincisine benzer birşeyler olacaktı. Başka aday yok ise, kesin bir numaralı vaka devreye girerdi, eminim.
Yeniden, hem başvuru hem de dil sınavı için seyahatler... Ve ikinci seyahatte, geçmişte öğrencilere sınav sorularını satmak gibi konulardan soruşturma geçirdiği söylenen, o dönemde başka bir üniversitede çalışan bir "eski asistan"ın da başvurusu var. Tüm bunların "duyum" olduğunu yeniden vurgulamak isterim.
Başvuru aşamasından hemen sonra fısıltı gazetesi aracılığıyla öğreniyorum ki, dosyalarımızın puanları arasında da dört kat fark. Bölüme alınmamı isteyen tanıdık hocalar ise rahatlar: "Dosyalar arasında bu kadar fark varken, mümkün değil, seni harcayamazlar..."
Ama ilerleyen zamanlarda, algıdım resmi mümkün olduğu görüldü. "...Atamanız yapılmamıştır..."
İlgili fakültedeki arkadaşlarım / hocalarım mahkemeye gitmem konusunda ısrar ettilerse de -ki bunlardan birisi, uzun süre gönül koyacak, beni her gördüğünde, niye mahkemeye gitmediğimi soracaktı- bu defa gitmedim. Yorulmuştum...
Bir dizi yeni yazışma, bir dizi yasanın yeniden ve yeniden incelenmesi, sonucu yıllarca beklemek... Ve kaçıncı defa...
Karar vermiştim, vazgeçiyordum artık akademisyen olmaktan.
Akademisyen olur gibi oldum ama...
Bu fikrim ertesi gün, aynı üniversitede çalışan başka bir arkadaşımdan aldığım bir telefon ile biraz yumuşadı.
Kendisi de şu anda bir "KHKzede" olan bu arkadaşım yukarıda aktardığım başvuru süreciyle yakından ilgilenmiş ve sonuca da birhayli öfkelenmişti. Ama güzel bir haber için arıyordu beni:
Yeni bir vakıf üniversitesi kurulmuştu, son başvuruyu yaptığım şehrin yakınındaki bir başka şehirde. İktisat bölümleri de vardı ve öğretim üyesi arıyorlardı, düşünür müydüm?
Aynı zamanlarda ülkenin kuzeyindeki şehirlerden birinde bulunan bir başka üniversiteye de başvurmuştum aslında. Neyse ki onlar, evraklarımı posta ile göndermemi kabul etmişlerdi; ama dil sınavı için gene de gitmem gerekecekti.
Ülkenin kuzeyindeki üniversite kamu üniversitesiydi... Üstelik enteresan bir şekilde çok da ısrarcı idi... Ben ise, başvursam da bir aşamadan sonra sonucun ilki gibi olacağından emindim.
Dil sınavları bir ya da iki gün sonra idi. Bölüm başkanı arıyor, dil sınavına gelip gelmeyeceğimi soruyordu. Belli ki yeni kurulan bu üniversite eleman bulmakta zorlanıyordu.
Hocalarımla ve dostlarımla da istişare ettikten ve de güney şehrinde bulunan vakıf üniversitesi ile görüştükten sonra nihai kararımı verdim.
Kuzeydeki kamu üniversitesinden başvurumu geri çekecek "demokrat bir üniversite" olma iddiasında da bulunan güneydeki vakıf üniversitesinde ise başlayacaktım.
Makam arabasında eve yolculuk teklifi!
Nitekim öyle de yaptım. Kuzeydeki üniversiteye başvurumu geri çektiğime dair dilekçe gönderdim. Yaptıkları dil sınavına da gitmedim ve bir kaç gün sonra güney kentinde bulunan vakıf üniversitesinin yöneticilerinden birisi ile yüzyüze görüşmeye gittim.
Telefonda zaten "anlaşmıştık", "prensipte"... Yüzyüze görüşmenin sonucu da olumlu idi. "Sözleşme"yi imzalamıştık.
Nitekim akademide de kısa süreli iş sözleşmeleri geçerliydi artık...
Ama beklemediğim birşey oldu. İstanbul'a dönüşümde telefonum çaldı. Arayan, başvurumu çektiğim kuzey şehrindeki üniversitenin başvuru yaptığım bölümünün başkanıydı.
"Rektör bey" başvurumu geri çektiğimi ve yaptıkları dil sınavına gelmediğimi duymuştu. Eğer istersem, tarihi geçmiş dil sınavına girmem için bana yeni bir şans sunabilirlerdi; hatta İstanbul'dan gelmem durumunda, dönüşte, kendisi de İstanbul'a geçecek olan rektör bey ile birlikte uçabilir, dahası rektöre bey beni makam arabasıyla İstanbul'daki evime kadar bırakabilirdi...
Daha ne ister ki insan makam arabasında eve gitmekten başka..! Değil mi ?
Büyük heves!
"Ben bir simyacıyım, gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum" diyen Aziz Nesin'in bu becerisinin bende olmadığı kesinse de, güldüm...
Sadece güldüm...
Hem durumun kendisine, hem de nihayetinde akademiysen olabilmeme...
Kararımı değiştirmedim ve güneydeki kentte bulunan vakıf üniversitesinde çalışmaya başladım.
Hem de bölüm başkanı olarak!
Gerçi bölümde benim dışımda, aynı kentte bulunan kamu üniversitesinden emekli olmuş, biraz da hatır için ders veren ve ne yazık ki yakın zamanda kaybettiğimiz pek değerli bir hocamızın dışında kimse yoktu...
Olsun, ama yapacaktık, kuracaktık...
Güzel bir bölüm inşa etme işi bana kalmıştı! ve hevesli idim...
Ama yanılacağımı, yani bu hevesin kursağımda kalacağımı anlamam için fazla zaman geçmesi gerekmeyecekti.
O da dizinin bir sonraki yazısına kalsın. (TT/PT)