Narmanlı Hanı olayı Beyoğlu’nda ve İstanbul’daki gelişmeleri anlamak ve tartışmak için iyi bir örnek. Narmanlı Hanı İstiklal Caddesi’ndeki en eski yapılardan biri. Atlı tramvay hatları yapılırken cadde yeniden düzenlenmiş. Narmanlı Hanı ise öncesinden, 19. yüzyıl başından kalan bir yapı. Bugün İstanbul’da az rastlanan endüstri devriminin öncesinden (buhar makinesi ile değil, elle yontularak ahşap karkas taşıyıcıları olan) bölümleri bile var.
İstiklal'in diğer ucundaki Fransa Başkonsolosluğu (eski Veba Hastanesi) gibi, Narmanlı Hanı’nın Beyoğlu’na değer katan özgün bir anıt yapı olarak değerlendirilmesi gerekir. Peki neden yıllardır bu yapılarda gerçekleşen mimarlık, restorasyon çalışmalarını değil de, Narmanlı Hanı’nı projesini tartışıyoruz? Bu dönüşümün mantığında aksayan bir şey olduğu için.
Hiçbirinde olmayacak bir dönüşümü yeni sahipleri olan yatırımcılar (ve mimarları) yapmak istediği için. Ha Narmanlı, ha Fransa başkonsolosluğu... Aralarında mimari açıdan hiçbir fark yok. Eğer Narmanlı Hanı piyasa amaçlarına dönüştürülebiliyorsa, onların da, İsveç, Rusya, Hollanda konsolosluklarının da dönüştürülebilmesi gerekir. Dikkat ederseniz “yapıda hiçbir değişiklik yapılmasın, olduğu gibi kalsın” demiyorum. Pekala bir takım değişiklikler yapılabilir. Yalnızca bu değişikliklerin, mimari düşünce üretiminin piyasa mantığı ile yapılamayacağını söylüyorum. Bina özel mülk, bu durumda sahibinden kamu yararı için bir feragat mı beklenmeli? Hayır onu da söylemiyorum.
Narmanlı Hanı’nı piyasa koşullarına göre dönüştürmek için ilk seçilen mimar, Taksim Kışlası replikasının da mimarı olan Halil Onur’du. Ama STK’arın direnişi sayesinde başarılı olamadı. Narmanlı Hanı’nın üzerine dört kat çıkmayı amaçlayan proje STK’ların olağanüstü gayretleri ile mahkeme tarafından iptal edildi. Bu kişi aynı zamanda Emek Sineması’nı yıkmayı hedefleyen ve AVM’ye dönüştürmeyi hedefleyen ilk projenin de mimarıydı. (O projenin arkasındaki piyasacı dönüşüm mantığı tartışıldı ve kamuoyunda oluşan duyarlılık nedeniyle reddedildi.)
Halil Onur (kurulların içinde yer alıp proje işlerine aracılık yapan) çift şapkalı bir mimar olarak tanınır. O zaman da tartışılan konu şuydu: Kurul bu projeyi binanın ikibuçuk katlı kaldığını, çevresindeki yapıların apartman tipinde, yedi kata kadar çıktığını, sahiplerine haksızlık yapıldığını ileri sürerek kabul etmişti. STK’lar da eğer bir haksızlık varsa, bunu telafi etmenin yolları araştırılır diyerek karşı çıktı. Üstelik bu hak arayışının yeri koruma kurulu değil, mahkemelerdir; bir anıt yapı yok edilerek haksızlık telafi edilemez. Ayrıca İstanbul’daki doğal ve kültürel mirası piyasa mantığıyla dönüştürmenin adı mimarlık olamaz.
Şimdi Narmanlı Hanı’nın dönüşümü için proje hazırlama sırası benzer birçok işi “başarmış bir mimar olan” Sinan Genim’e geldi.
Genim aldığı görevi 27 Şubat’ta tarihinde bianet’e yaptığı açıklamada gayet güzel özetliyor: “Piyasa koşulları neyi gerektiriyorsa o yapılacak!”
Mimarlık alanında bu tür projeleri bu kolaycı bir mantıkla çözmek daha zor, zor yoldan çözmek ise daha kolaydır. Mimarlık görünen sorunu değil, görünmeyen sorunu çözme sanatıdır. Demek ki mimarlığa görünen sorundan değil, görünmeyen sorundan (bu piyasacı mantıktan) başlamak gerekiyor.
Narmanlı Hanı’nda yaşanan aksaklıklar neler?
1. Narmanlı Hanı dönüşümünü kurula gelecek proje üzerinden tartışmak yeterli mi? Proje ortaya çıktığında birçok ilişki kurulmuş, kurumsal işleyişler, kararlar tamamlanmış olur. Bu nedenle bir konuyu yalnızca proje üzerinden tartışmak, yalnızca semptomla uğraşmak gibidir, yani uygulama aşamasında tartışmak yeterli değildir. Eğer sürekli kamu karar süreçlerinde aksayan bir şeyler olduğunu ve bunların tekrarlandığını fark ediyorsak, o zaman sorunun yalnızca bir boyutu ile değil, işleyişi gözden geçirmek, ders çıkarmak ve süreç üzerinde etkili olmak gerekir.
2. Daha önceki mahkeme kararında da belirtildiği gibi Narmanlı Hanı’nın korunmasında bir kamu yararı bulunmaktadır. Bu durumda bu tür bir anıt yapının İsveç konsolosluğu, Rus konsolosluğu v.b. gibi ya kamu mülkiyetinde olması, ya da işlevinin kamu tarafından belirlenmiş olması olağan bir durumdur.
3. Genellikle kamunun binanın satış aşamasında devreye girmesi, hatta daha başlangıçta, tescil ederken uygun bir işlevi tanımlaması beklenir. Ayrıca ortaya çıkan fırsatları da kamunun teşvik etmesi mümkündür. Örneğin Rusların bir kültür merkezi yok, tarihi ve coğrafi olarak bu kadar ilişkili olduğumuz halde. (Rus elçisinin böyle bir arayış içinde olduğunu duymuştum.) Kamunun görevini yerine getirmediği görülüyor.
4. Kamunun satın alması durumunda ise işlevini yerine getirmesi için kar amacı gütmeyen bir kuruluşla işbirliği yapması, bu tür kuruluşların tekliflerini değerlendirmesi gerekir. Örneğin Venedik'teki Punta della Dogana (eski gümrük binalarının olduğu nokta) gibi. François Pinault kolleksiyonunu Venedik’e çekmek için yapıyı kamu tarafı, belediyenin kendisi sunmuştu. Ancak bunu yapabilmesi için elbette ki bir stratejsinin ve politikasının olması gerekir.
5. Başka bir soru da bu dönüşümün getireceği yeniliktir. Narmanlı Hanı'nın restoran ve mağaza olması Beyoğlu için ne yarar getirecektir? Bu Kızkulesi'ni restoran yapmak gibi bir şeydir. Beyoğlu esnafı bu yatırımdan fayda görmeyecektir. Narmanlı'nın bir anıt yapı olarak üzerinde çalışılmış, farklı bir işlev kazanması, Beyoğlu'ndaki esnafa da, halka da kendi satış fiyatından çok daha fazla bir yarar sağlayabilir. Bir uç örnek üzerinden bir benzetme yapalım: Topkapı Sarayı otel olursa mı İstanbul daha çok yarar elde eder, yoksa dünyanın önemli müzelerinden biri olması mı?
6. Genellikle restoran, mağaza yapmak için bir kültür mirası yapının fazla bir mimari düşünceye ihtiyacı yoktur. Bunun için piyasa aktörleri, genellikle kurul ve belediye ile iyi ilişkileri olan aracı mimarları seçerler, işlerini kolaylaştırmak, görmek için. Kültür mirası yapılarda ise mimarlık önemli bir iştir. Gene Venedik'teki Punta della Dogana örneğinden gidelim. Bu yapıyı Pinault Vakfı projelendirmek için Tadao Ando yerine sıradan piyasacı bir mimara verseydi, istediği sonucu alabilir miydi? Venedik bu işten bir yarar elde edebilir miydi? Şüphesiz hayır. Bugün Venedik’te yıllarca boş kalmış yapının önünde kuyruklar oluşuyor.
Sonuç:
Kısaca bugün gördüğümüz süreçte neler olacağını düşünmek için projeyi görmeyi beklemek, düşünsel ve siyasal açıdan pasif bir tutumdur. (Sorun sanki ilk defa karşımıza çıkıyormuş gibi yapmamamız gerekir.) Kültür ve sanatla ilgili kişilerin, kuruluşların, halkın yararı için Belediyeyi bu konuda, yani Beyoğlu'nda bir strateji ve politika geliştirmeye zorlamaları gerekir.
Bunun için de kültür ve sanatla ilgili kişilerin, kuruluşların hayırseverlik alanından kamusal alana çıkmasını hedeflemek gerekir. Beyoğlu ve Narmanlı’nın piyasa mekanizmaları içinde dönüştürülmesine seyirci kalmak, halka zarar vermektir. Yalnızca projeye karşı çıkmak yetmez. Sorunu semptomlar üzerinden değil, siyaset üzerinden tartışmak gerekir.
Yoksa itiraz edenler gelişmeye, iyileştirmeye karşı çıkan, kendi kamu yararı anlayışlarını dikte etmeye çalışan, kendi kamu yararı anlayışını savunan kapalı bir çevre gibi algılanır. Hedef kitlenin birinci halkasında duyarlı kamuoyu gelir. Bunlar öncelikle sanat kurumları, çevreleridir. Ancak asıl bu sorunu anlaması gereken bu karardan etkilenecek esnaf ve halktır. Örneğin yoksul halk, pazarcı esnafı, çalışanlar “bu mesele seçkinler arasındaki bir tartışma, biz işimize bakalım” diyorsa, hiçbir şey anlaşılmamış demektir.
Eğer böyle bir stratejik çalışma için bir kapasite yoksa, kültür alanındaki gelişmeler (değerler, politikalar, taktikler ve uygulamalar) için Beyoğlu'nda bir işbirliği alanı, sosyal sermaye oluşturmak için çaba göstermek gerekir. Böylesine bir gelişme modelinden hiç hoşlanmayan, işleri piyasa aktörleri ile kendi patronajı altında sürdürmeye çalışan en kötü belediye başkanları bile daha başarılı bir sonucu fark ettiğinde kabul eder.
Ancak başarılı bir sonucu kendisinin yaratamayacağını bilmez (ya da kabul etmez). Bu nedenle her şeyin tamamlandığı bir aşamada, karşısına çıkıp “gene yanlış yapıyorsun” dendiğinde davranışını gözden geçirmek yerine cephe alır. Nasıl olsa itiraz edenlerin farklı bir sonucu gösterme, kanıtlama imkanı yoktur. Bu yapıldığında zaten baştan kaybetmeyi, ya da kazanılması en zor olan bir mücadele biçimi tercih ediliyor demektir. Bu da haksızlığı, aksayan bir işleyişi zaten baştan kabul etmektir. Eğer Beyoğlu’nun piyasaya teslim olmasının nasıl bir sorun yarattığını fark ediyorsak, gelin Narmanlı Hanı vakasını bir örnek olarak Beyoğlu’nun, herkesin kazanacağı bir mantıkla ele almak için gayret edelim. (KG/NV)
* Korhan Gümüş, mimar, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü mezunu.
** Manşet fotoğrafı: Tarık Kaan Muşlu