Yorgan- döşek Türkiye’nin batısı için ne ifade eder pek bilinmez ama Kürtler için tüm zamanlarda hep hayatı belirleyici bir malzemedir. Başımızı sokacak bir yuvadan önce başımızı altına sokacağımız yorganlar kıymetlidir. Sığınaktır sanki, korunma aracıdır. Şimdilerde yerini hazır yorganlara bırakmazdan önce gelinlik çeyizlerin en başında gelirdi. Yıkanıp, kurutulup, hallaçlara çırptırılan yünlerden döşek ve yorgan yapılırdı. Mavi, yeşil, yavruağzı, leylak gibi parlak renklerde saten kumaşlar üzerine simli ipliklerle tavus kuşu, ejderha, lale gibi motiflerin sıralandığı, büyük umutlar ve hayallerle hazırlanan yorganlar genç kızların en kıymetli çeyizleri arasındaydı. Kaplanan yorganların ağız kısmı gözün nurunun en dibine kadar zorlandığı, sık iğneyle işlenmiş ağır kanaviçe ve dantellerle taçlandırılırdı. Her evin bir köşesinde bulunan, bir sanat eseri gibi dizilen rengarenk yatak ve yorganların kapladığı yüklükler evin nüfusunun olduğu kadar evin sahibinin misafire vermiş olduğu önemin de göstergesiydi. Bahar geldiğinde, havalar ısınmaya başlayınca ilk iş olarak yatak-yorganlar sökülüp yıkanır. Yıkanan yünler damlara serilip, kurutulup, çırpılır. Bir dahaki kışa açılmak üzere naftalinlenir, dantelleri ön kısma gelinecek şekilde özel bir kaplama metoduyla kaplanırdı. O naftalin kokusu hep mutlu anları anımsatırdı. Filmlerde, romanlarda hatta bizzat yaşamış olduğumuz tanıklıklarda da göç yollarına düşen herkesin illa ki sırtında bir yorganı olmazsa olmazdı.
Bu görüntülerin artık geçmişte kaldığını söyleyecekseniz yanılıyorsunuz. Dün yine Suriçi’nde yasaklı mahallelerin 6 sına 5’i daha eklenerek, 11 mahalleye çıkartıldı. Böylece Suriçi’nin tamamına yayılan savaş en başta barış umudunun ve ardından oradaki tarihimizin ve kültürümüzün yok olmasının da işaretini vermeye başladı. Ne objektif veya sübjektif hiçbir haberi okumak, ne görüntüleri izlemek, ne yaşananların anlatımlarını duymak istemiyorum. Suriçi’nde yasağa 17 saatlik mola verildiğinde gördüklerim halen gözümün önünden gitmezken, zemheri soğuğunun yaşandığı bu günlerde yeni manzaraları görmeye yüreğim dayanmayacaktı. Göç yollarına düşen o insanlar yine medyanın görsel malzemesi olacaktı. Suriçi’ne gitmedim ama ne yaparsak yapalım yaşamımızın artık her alanına sirayet eden sosyal medyadan koruyamadım kendimi.
BBC Türkçe Servisi’nden Hatice Kamer’in çektiği fotoğraflara bakıyorum. Suriçi’nden çıkarken kimisinin sırtladığı, kimisinin çarşaf ve battaniyelere sarıp bohçalayarak el arabalarına koyduğu ilk malzemelerin başında yastık ve yorgan geliyor. Gidecek yeri olmasa da en azından bir yatağı olmasının derdinde miydi bilinmez. Kim bilir belki de başını o yorganın altına soktuğunda silah ve bomba seslerini duymayacaktı. Yaşadığı kâbusun rüya olmasını dileyecekti belki de. İnsan beyninin en güçlü hafızalarından biri de koku hafızasıdır. Koku hafızası güçlü olanların sevdiği ve özlediği insanların kokusu, yaşadığı mutlu veya en berbat hatıralar yıllar sonra da olsa burnunda hissettiği kokuyla taptaze canlanıverir akıllarında. Öğretmen arkadaşımın Suriçi’nden göç eden bir öğrencisi “İnsan evinden çıktıktan sonra kendi memleketinde bile sürgünde hissediyor” demişti. Belki de o naftalin kokusu ona sürgünlüğünü unutturacak, huzur ve güven veren evindeki mutlu hatıralarını anımsatıp, o kokuyla uyuyup hiç uyanmamak isteyecekti.
Aklımda Melikahmet Caddesi’nde Azizoğlu Sokak’taki evini apar topar çıkarabildiği eşyalarıyla terk eden Sayfiye’nin sözleri "Ağır eşyaları almaya zamanımız olmadı. Kocam da şehir dışında. Biz evde dört kişiyiz. Kira verecek durumda değiliz. Kardeşim Huzurevleri'nde, oradan başka gidecek yerim yok. Sersefil olduk, ortada kaldık" Sığınacağı zorunlu misafirlikteki evlerde konacak yer bulamayacaktı belki yataklarına. Fotoğraf makinalarından sakladığı yüzünü yatakları için becerememişti.
Bir zamanlar en değerli ve mahrem olan, evimizin en nadide köşesinde yerini alan naftalin kokulu yataklarımız da tıpkı hayatlarımız gibi şimdi sokağa dökülmüştü.
Mutlu hatıraları anımsatan yorganlardaki naftalin kokusu, berbat anılarla beynimize kazınacak havadaki barut kokusuna karışmıştı artık. (BD/HK)
* Fotoğraf: Hatice Kamer