Mart ayı ortalarında Avam Kamarası'ndaki tartışmada muhafazakarların lideri grevcilerin esiri olmakla suçladığı muarızını hırpalamaya çalışırken grev kırıcılığı çağrısı yapıyor, aynı hiddetle cevap veren başbakan, boş konuşmakla suçladığı Muhafazakarların provokatif davrandıklarını söylüyordu. Gazeteler British Airways'deki (BA) grevin kaç uçuşu etkileyebileceğini, kaç bin kişinin Easter tatilinde seyahat edemeyeceğini manşete taşıyordu. Bu dönem zarfında Britanya'nın sorunlarını tartışıyormuş gibi yapan bir ülke olduğunu düşünebilirdiniz. (1)
Siyasetçilerin ağzından çıkan her kelimenin çürümüş siyasal sistemin daha fazla sorgulanmasına yol açacağını da umabilirdiniz. Ancak etkisiz ya da iptal edilen grevlere ve siyasetin temel aktörleri olarak sivrilen partilere bakıldığında bu iyimserliğin ne kadar yersiz olduğu açığa çıkacaktır.
BA kabin ekibi çalışanlarının grev kararına deplorable (talihsizden önlenmesi gerekene kadar birçok olumsuz anlamı içeriyor) sıfatını yakıştıran Gordon Brown'la Unite sendikasının münasebetleri genel seçimlere kadar daha çok tartışma götüreceğe benziyordu. Ancak BA'nın uçuşa devam eden pilotlar ve transfer ettiği kabin ekipleriyle mart ayının sonundaki grevi kısmen de olsa zayıflatması sonrası Unite'ın İşçi Partisi'ne son birkaç yılda bağışladığı 11 milyon pound değil havayolu şirketinin yükselen hisse senedi değerleri konuşulmaya başlandı. Tartışmanın seçim sonrasına atılması ve çalışanların sorunlarının sendika tarafından dahi şimdilik de olsa üzerinin örtülmesinde telefonla İşçi Partisi'ne oy istemeye devam eden, Brown'ın eski sözcüsü, Unite'ın şimdiki başkanı Charlie Whelan'ın önemlice bir rolü olduğunu söyleyebiliriz.
Ülke seçim atmosferine girmeden önce RMT'nin (National Union of Rail, Maritime and Transport Workers) işten çıkarmaları durdurmak ve daha güvenli demiryolu taşımacılığı amacıyla başlatmayı planladığı grev ise bir anlamda ileri tarihe ertelendi. Bunun nedeni ise Yüksek Mahkemenin, devletin sahip olduğu demiryolu şirketi Network Rail'in grev oylamasında usulsüzlük iddiasını yerinde bulup grevi iptal etmesi ve sendikanın yeniden bir oylamaya gideceğini açıklaması. Üyeleri grev yönünde olumlu oy kullanan sendikanın çalışanların ve yolcuların güvenliği için bir uyarı amacı taşıdığını belirttiği grev böylelikle bir yargıç kararıyla şimdilik rafa kaldırılmış oldu. Giderek artan sayıda grev girişiminin mahkeme kararıyla durdurulduğu ülkede (Unite'ın dört ay kadar önceki girişimi de bu şekilde durdurulmuştu) siyasi partiler ne zaman greve çıkılabileceğini dikte etmeye çalışırken, yargı aslında greve çıkılamayacağı kararını almış gözüküyor.
Bu yok-grevler ya da başka bir ifadeyle siyasal tartışmayı emek eksenli bir noktaya çekme ihtimali barındıran naftalin grevler ve girişimler Britanya siyaset dolabında çürümüş cesetlerin çıkardığı kokuyu bastırmaya elbette yetmiyor. Bağımsız bir siyasal hatla çalışanların haklarını korumaya odaklanmış sendikaların yokluğu ya da güçsüzlüğü karşısında kısır siyaset kendi içinde patlayan skandalları ve süregiden kokuşmuşluğu (2) ile, bir çözüm aracı olmaktan çok, piyasa borazanını kimin daha iyi öttürebileceği üzerine bir televizyon yarışmasına dönüşmüş durumda.(3)
Bir yanda parti içi oligarşisi ve sendika bürokrasisiyle girift ilişkileri içinde savaş ve nükleer enerji yanlısı İşçi Partisi, öte yanda büyük toplum idealiyle yerele güç aktarımı, velilere kendi okullarını kurma olanağı ve işadamlarına vergi kolaylığı vaat eden savaş ve nükleer enerji yanlısı Muhafazakarlar. Dolabı havalandırmaktan bahseden Liberal Demokratların daha insancıl yüzlü, "iyiliğin taşıyıcısı" bir Britanya vaadinin emperyalist niteliği göçmenlerin sadece istihdam edilebilecekleri bölgelere yerleştirileceği vaadi ve belirsiz bir dünyada kıtasal bir ittifak (Avrupa Birliği) ile tehlikelere karşı daha güçlü durulabileceği söyleminde açığa çıkıyor. Seçimlerde oylarında önemli bir artış beklenen UKIP (Birleşik Krallık Bağımsız Partisi) ve BNP (Britanya Ulusal Partisi) gibi partilerin göçmen karşıtı ve ırkçı bir ton tutturduklarını da belirtmek gerekli.
Bütün bunlara bir de 6 Mayıs sonrası için yönetememe krizinin kapıda olduğu düşüncesini ekleyelim. Dar bölgede en çok oyu alanın parlamenter seçildiği seçim sistemine karşın Britanya siyasetinin hiç alışık olmadığı bir şekilde üç partinin de hükümet kurmaya yetmeyecek kadar sandalye sahibi olmasının uzak bir ihtimal olmadığı ülkede köşe kadıları hangi partiye verilecek oyun aslında hangi partiye gideceğine dair döktürüyor. Anketlere göre önde görünen Muhafazakarlar toplamda en fazla oyu almalarına karşın asılı kalmış bir parlamentoda (hung parliament) iktidar olamama korkuları nedeniyle seçimlerden sonra büyük bir krizin kapıyı çalabileceği, sırf bu nedenle önde olan partiye oy verilmesi gerektiğini darağacı motifleri kullandıkları tanıtımlarında vurguluyorlar. Demokrasinin sağlıklı işlemesini insanların gözüne urgan sokarak anlatmak siyasal katılımı yükseltme amaçlı çalışmalara önemli bir katkı olsa gerek.
Seçimlere dair yapılabilecek birkaç tespiti sıralayarak yazıyı bitirelim. Parlamentoda hükümeti kuracak parti ya da partilerin üzerinde büyük oranda anlaştığı konulara bakarsak Britanya'da geleceğin işçiler ve göçmenler için pek parlak olmayacağını söyleyebiliriz. Her üç parti de ekonomide yapısal olarak tanımlanan açığı kapatmak ve bir kur krizi ya da borç çevrimi sorunu yaşamamak için finans merkezi City mensuplarına güven telkin eden politikalar izlenmesi gerektiğini belirtiyorlar. Kamu hizmetlerinde kesintinin nereden yapılması gerektiği ve kimin hesaplamalarının daha gerçekçi olduğu bir kenara bırakılırsa banka kurtarma operasyonu ve finansal piyasalara likidite enjeksiyonunun faturasının en meşru bir şekilde nasıl topluma ve çalışanlara çıkartılabileceğinin tartışıldığını söyleyebiliriz.
Her üç partinin vurgu farklarına karşın büyük oranda anlaştığı bir diğer konu ise göçmen sayısında bir düşüş gerçekleşmesi gerektiği. Bunun pratik ifadesi ülkeye göç etmenin de, ülkede kalmanın da giderek daha zorlaşacağı. Partilerin göç politikalarının sayıları milyonları bulan göçmenleri günah keçisi haline getirdiği ve tam da bu nedenle ülkede artan sağ radikalleşmeyi alttan alta desteklediğini söylemek abartı olmayacaktır. Kısacası parlamento asılı kalsa da o urgan sonunda göçmenlerin ve işçilerin boynuna geçirilecek gibi görünüyor, parlamenter sistemin beşiğindeki demokrasi hiç umut vaat etmiyor.(ARG/EÜ)
_____________________________________________________________________
* Ali Rıza Güngen, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, araştırma görevlisi.
(1) Yazı boyunca Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı yerine Britanya kelimesini kullanmayı tercih ettim.
(2) Londra Hackney bölgesinde 6 Mayıs seçimleri için kampanya yürüten Liberal Demokrat Dave Raval'in el ilanının ön yüzünü bütünüyle "I don't trust politicians either" (Ben de siyasetçilere güvenmiyorum) cümlesi kaplıyor. Çok sayıda Ortadoğulu ve Afrikalı'nın yaşadığı bölgede göçmenleri kriminalize eden Birleşik Krallık Bağımsız Partisi el ilanında ise motto "Send the politicians a message..." (Siyasetçilere bir mesaj gönderin).
(3) Bu yazının yazıldığı sırada Britanya tarihinde ilk kez yapılan parti liderleri arasındaki seçim öncesi televizyon tartışmalarının üçüncüsü düzenlenmemişti. Daha ikinci tartışma sonrasında temel siyasi meselelerin halk önünde tartışılması ile siyasetin itibarının yükseleceği düşüncesi yerini liderlerin sergilediği televizyon performansının giderek birbirine benzemesi nedeniyle asılı bir parlamento ihtimalinin artması ihtimaline bırakmıştı.