Birkaç yıldır anadilim Romeyikayı irdeledikçe ve tarihsel bazı gerçeklerle yüzleşince anladım ki, biz Pontus'un en itilmiş, en fakir, belki de yaşadığı dağlara ölümüne bağlı bir neslin çocuklarının torunlarıydık.
Herkes yurdunu sever elbette ama bizimkiler o aman vermez coğrafyaya ölümüne bağlı olmalıydılar. Hristiyan soydaşlar göçmek zorunda kalmışken, Müslüman kimliğe sıkıca sarılıp bu coğrafyaya tutunmak belki de özgürlüktü. Kim bilir?
Yunanistan'a göçenlerin vatan özlemini gözlemleyince, şanslı gibi hissettiğim olmuştur. 1900'lerden sonra, dört bir yandan kuşatılmış olmalarına rağmen bir şekilde yüz yıl daha anadillerini yaşatmaları başka nasıl açıklanabilir?
Bizim dede-ninelerimiz Müslümanlaşmış Pontus idiler. Nasıl Müslüman oldukları ise apayrı bir yazı konusu olabilir.
Romeyika konuşuyorlardı ve özellikle kadınlar cumhuriyetten sonra ilk elli yıl sistemle coğrafi güçlüklerden daha çok, neredeyse hiç temas etmemişlerdi. Hristiyan soydaşları artık yoktu. Hafızaları, dil dışındaki ortak kültürel öğelerden yavaş yavaş ayıklanıyordu. Soydaşları ile aralarındaki en büyük ayrım elbette dindi. Sırayla, ayrı ülkelerde yaşamak zorunluluğu ve bu ülkelerin baskın kültürlerinin etkisi ile yüz yıl boyunca ayrışma sürdü (1910'larda göç etmeye başlamışlar Yunanistan'a, sonra malum mübadele, sürgün vs).
Dil öyle bir kültürel varlık ki, tutkal gibi. Bir şekilde size Pontus göçmeni olduğunu söyleyen Türkçe deyimle "kırk kat yabancı" birinin evine misafir olup en özel şeylerinizi paylaşabiliyorsunuz. Pontusça, İngilizce, bazen Türkçe ve çağdaş Yunanca karışımı bir dil kullanarak üstelik.
Yunanistan'da kaldığım bu süre içinde uyuyup uyanıp kendime sorduğum soru: Benim burada işim ne? Beni buraya çeken nedir? Çünkü Cumhuriyet Türkiye'sinde bazı haksızlıkları saymazsak, ailelerimiz kültürel anlamda asimile olduklarından çok da sorun yaşamış değildim. Cumhuriyet okullarında okudum, başarılı da oldum. Anneannemin ölümüyle günyüzüne çıkan iki anadilimden biri olan Romeyikanın öleceği düşüncesi mi? İlk neden buydu. Peki burada ne bulmayı umuyordum, o ana kadar ne bulmuştum?
İlk hissettiğim dostluk ve samimiyet oldu. Gerek Müslüman kökenli hemşehrilerim, gerekse Hristiyan olanlarda, neredeyse hiç fark olmaksızın...
Bu ülke vatandaşlarının AB üyesi olmalarına rağmen “yabancılaşmış” Avrupalı olmamalarına kendi adıma çok sevindim. Sadece hemşehrilerimin değil! Otobüste adres sorduğunuzda bütün otobüs size yardım ediyor. Adresi şaşırdığınızda bir Pontuslu hemşehrinize denk gelip bir İstanbullu Rum'dan İngilizce konuşuyorsunuz diye, azar bile işitebilirsiniz. Türkçesi sizden düzgün diye de şaşırabilirsiniz. Eh ne de olsa o bir İstanbullu. Kırk yıldır Türkiye'de yaşamıyor ama kendini öyle tanımlıyor. Buradan tekrar, beni geç kaldığım dersime yetiştiren, Akçaabatlı Vasil Bey’e ve İstanbullu Dimitri Bey’e teşekkürü borç bilirim.
"Hemşehricilik"
Evinde kaldığım arkadaşım Despina, aynen anneannemin yaptığı gibi ve aynı adlı lokmayı yani "tsirixta"yı pişirdi. Ailesi 1923'te Ordu'dan Yunanistan'a göçmek zorunda kalmış. Annesi ise Trabzon kökenli. |
Anadilim Romeyikayı her yönüyle anlayabilmek, detaylı öğrenebilmek ve filolojik yapısı hakkında bilgi sahibi olabilmek için çıktığım bu yolun ilk durağı Ankara Üniversitesi, Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü oldu. Bu arada sözcüklerin büyüsüne kapıldım. Eski Yunanca ve Romeyika karşılaştırmaları ile hayranlığım gittikçe arttı. Çağdaş Yunancayı da öğrenmem gerekiyordu. Bu yıl da aynı üniversitede çağdaş Yunanca okumaya başlayacağım.
Yunanistan'da Pontus kültürü üzerine birçok dernek var. Bu derneklerden biri, yıllarca emek verip kendi kişisel çabalarıyla Romeyika üzerine filolog olmuş Vahit Tursun hemşehrimin referansıyla, bana çağdaş Yunanca dersi verdi.
Emekli bir üniversite hocası olan Hocam Maria bana Karadeniz kökenli olan annesinin şarkılarından örnekler verdi. Gözlerindeki çocuksu sevinci görmeliydiniz. Ben ondan daha çok sevindim, o paylaşınca. Onun annesi ile benim büyük ninem aynı kuşak. O geliyor aklıma. Çokça gözlerim doluyor buralarda. Resmen nostalji batağına düşmüş gibiydim ama çıkasım da yoktu.
Karadeniz hemşehriciliği dediğimiz, feodal bir gelenek vardır Türkiye'de. Bunu Pontus hemşehriciliği şeklinde gözleyebildim Atina'da. Üstelik paylaştığımız konular futbol ve horon dışında benim ilgi alanlarıma yönelik olunca, ilk defa hayatımda hemşehricilikten çok memnun olduğumu farkettim.
Evinde konuk olduğum, bir radyo programı aracılığı ile Pontus üzerine sunumlar yazan ve seslendiren Despina Kallergi ile gelenekleri karşılaştırdık, sözcükler neydi, neye dönüştü, bilmediklerimiz konusunda fikir yürüttük, bildiklerimizi paylaştık. Söylemeye gerek yok, Despina'nın ailesi Pontus kökenli göçmenlerden. Sohbetlerimiz düşünsel anlamda yer yer yorucu olabiliyordu ama kesinlikle sıkıcı değildi.
Kültüre sahip çıkmak
Bir gün Pontus derneklerinden birinde (Argonot ve Kromnili Pontus Derneği) bizim dilimizin yani Türkiye'de henüz yaşıyor gibi duran Pontus Rumcasının irdelendiği bir toplantıya katıldım. Dernekte normalde Pontus Rumcasının incelendiği filolojik toplantılar yapılıyor. Gökte ararken yerde bulduğum bir nimet gibiydi ortam. Filolog, tıp doktoru, arkeolog, dramaturg ve sayamayacağım kadar çok meslekten emekli veya halen çalışan insanlar... Pontus Rumcasıyla yazılmış metinleri okuyup geliyor, üzerine düşüncelerini bildiriyorlar. Kısacası onlar (hepsi değilse de çoğunluk Pontus kökenli) bu dile olan manevi borçlarını ödüyorlar. Ya biz?
Çağdaş Yunancam yetersiz olsa da bu toplantıda epey yeni bilgi edindim. Aramızda birçok dilsel ve kültürel ortaklık olmakla birlikte, epey de farklılık olduğunu daha net anladım. Onlar bizim dilin farklılaşması nedenlerini merak ettiler. Kendi yerel dillerinin durumunu 1920'lere kadar tutulmuş çok düzenli arşivlerin yardımıyla irdeleyebiliyorlardı.
Bu derneklerin kültürel ve dilsel çalışmalarına çok özendim. Bizim Romeyika dili ve dolaylı olarak Pontus kültürü ile olan bağlantımızsa pamuk ipliğine bağlı, koptu kopacak. Yunanistan'da da göçenler arasında Pontus lehçesi neredeyse hiç konuşulmuyor ama oradaki Pontuslular her kırıntıyı literatüre kazandırmışlar. Bizim, yani Müslüman kökenlilerin kayıtlara geçemeyen yaklaşık 100 yıllık bir mikro kültürü var. Ondan öncesi de karışık zaten. Biz kendi kültürümüze sahip çıkmazsak, kim çıkacak ki zaten?
Yunanistan'daki bütün bu özene ve özlemle yapılanlara rağmen aktif olarak Pontus Rumcası konuşulmamakta, orada da anadilimiz eriyip yitmektedir. Baskın kültür ve dil meselesi yani. Ancak tek fark, orada iyi bir Yunan dili eğitimi almış kişi için kısa bir uğraş ile Pontus Rumcası anlaşılabilir olabilirken Türkçe konuşulan ülkemizde bunun mümkünü yok. Buradaki kayıp bu yüzden çok daha derin. Sonsuza kadar silinip gitmek gibi...
Pontus İmparatorluğu
Türkiye'deki Müslüman kökenliler olarak, anavatanında ölmek üzere olan Romeyika için birleşip bir şeyler yapılması gerektiği sonucuna vardık:
Pontus İmparatorluğunu yeniden kurmak!
Bunu dikkatinizi çekmek ve bu türden fikirlerimiz olabileceği saçmalığına inananlara açıklama yapmaya zemin hazırlamak için yazdım.
Elbette bu türden (devlet kurmak, özerklik, bağımsızlık istemek) garabet fikirlerle uğraşacak enerjimiz ve zamanımız yok. Sadece, ninelerimizin, annelerimizin konuştuğu dili ve yaşadığı kültürü kayıt altına almak gerektiği sonucuna vardık. Tarihin ağırlığının altından kalkmak veya tarihe, tarihi yanlışlara saplanmak gibi bir meselemiz yok!
Çok kültürlü bir ülkemiz olabileceği inancımızı kaybetmeden, uluslararası platformlarda alnımız ak, açık olabilmek bize yeter. Her insana, etnik yapıya ve farklılığa saygı gösteren, değer veren bir ülkemiz olması dileği ve umudunu yitirmeden, bir şeyler yapmak gereğini duyuyoruz. (HB/YY)