N.Ç'yi tanımayan yok. Başına gelenleri ayrıntılarıyla öğrendik, hatta fazla ayrıntılı, N.Ç.'yi incitecek kadar... Ona tecavüz eden erkeklerin isimlerini de öğrendik, mesleklerini de. Başka şeyler de öğrendik, kızdık, üzüldük; öfkeli tepkiler paylaştık, hararetli tartışmalar dinledik. Oysa birkaç istisna dışında hep aynı minvalde ele alındı yaşananlar, fakat "mağdur"u "kurban" ilan etmeden, "fail"ler için "asın, hadım edin" gibi faşizan tutumların tuzağına düşmeden aklı selim bir tutumla "başka şeylerden" konuşmanın tam zamanı şimdi.
N.Ç.'nin yaşadıklarını iki temel boyutta ele alınabilir kanımca. İlkinde ,"erkeklik"i sorgulamak gerekiyor, ki bu sadece N.Ç'yi değil, bu ülkede taciz edilen tüm çocukları ve kadınları ilgilendiriyor. İkinci boyut Yargıtay'ın N.Ç hakkında verdiği akıl, vicdan ve hukuka sığmayan kararı içermeli, çünkü ancak bu şekilde neden bu kararın N.Ç.'nin başarısı ve erkeklerin yenilgisi olduğunu anlayabiliriz.
Tecavüzcüler "sıradan erkekler"
N.Ç. bu ülkede tecavüze uğrayan binlerce kız çocuğu ve kadından biri. Geçen yıl Siirt'te yedi kız çocuğunun iki yıldır yaşadıkları hala hatırımızda. Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği'nden sosyal hizmet uzmanı Tülin Kuşgözoğlu, Türkiye'de yaşayan çocukların yüzde 18'inin cinsel taciz ya da tecavüz mağduru olduğunu vurguluyor, çocukların yüzde 90'ı yakından tanıdığı bir insan tarafından taciz ve tecavüze uğruyor, üstelik bunlar sadece bildiklerimiz, binlercesi kapalı kapılar ardında kalıyor.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün "Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması-2008"e göre, kadınların yüzde 42'si daha önce en az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmış, ancak yüzde 49'u daha önce bunu kimseyle paylaşmamış ve sadece yüzde 8'i, şiddet hayatlarını tehdit eder boyuta geldiğinde bir kuruma ulaşmış.
Amargi Kadın Akademisi'nin başlattığı "Taciz ve Tecavüze SON! İnisiyatifi" girişimi, tecavüze uğrayan her beş kadından dört tanesinin saldırganı tanıdığının altını çiziyor, tecavüzcüler sokaklarda karanlık köşe başlarında bekleyen aylaklar değiller, "sıradan erkekler". Mesela polis, ya da asker, doktor, öğretmen, mühendis, devlet görevlisi, iş adamı, esnaf.
Dışarıdan normal bir hayat süren, evli, çocuk sahibi, hatta saygı gören bu erkeklerin "şeytana uydum" , "günah işledim" gibi sudan bahaneleri gülünç, ancak nasıl "canavar"laştıklarını anlamak için erkekliği sorgulamak gerekli.
Erkekliği sorgulamak...
Bunu yapmak o kadar kolay değil elbette ve "erkeklik çalışmaları" maalesef ülkemizde henüz çok yeni. Bu konuda öncü araştırmalar yapan, Türkiye'de farklı erkekliklerin nasıl inşa edildiğini, erkeklerin erkekliği nasıl öğrendiğini ve nasıl bir sonraki kuşağa iletildiğini "Erkeklik: İmkansız İktidar" kitabında sorgulayan Prof. Dr. Serpil Sancar, erkekliğin "hakkında çok konuşulan ama politik, ideolojik ve akademik olarak fazla incelenmemiş" bir alan olduğunu söylüyor.
"Tecavüzcü sıradan erkekler" hakkında dünyada tecavüz oranlarının en yüksek olduğu Güney Afrika ve Namibya üzerine araştırmalar fikir verebilir. Çocuk tecavüzünün sosyo-kültürel bağlamını, her iki ülkedeki mağdurlarla ve aileleriyle görüşmeler yaparak araştıran bir çalışmada[i], cinsel arzunun erkeğin "doğası"nda bulunduğu ve kontrol edilemez olduğu kanısının toplumda yaygın olmasına dikkat çekiliyor.
Buna göre erkekler doğuştan "tehlikeli" ve cinsel olarak kendilerini kontrol edemezler, dolayısıyla kız çocukları ve kadınlar dikkatli olmalı ve erkeklerin cinsel arzularını uyarmamalı. Bu önkabulden yola çıkıldığında çok tehlikeli bir sonuca ulaşılabiliyor, yani tecavüz "sosyolojik" değil, "biyolojik" bir olaydır ve erkekler çok da "suçlu", "günahkar" değildir; ülkemize uyarlarsak "iyi hal" indirimini hak eder.
Erkeğin "güç" tutkusu ve tecavüz
Çalışmadaki bir başka bulgu da ülkemize uyarlanabilir: Güney Afrika ve Namibya'da erkekler, eğer kadın veya kız çocuğu "norm"lara uygun giyinmez veya davranmazsa, tecavüzde kadının veya kızın "rıza"sı olduğuna inandıklarını söylüyor.
Bir erkeği tecavüze yönlendirebilecek psikolojik boyutların çok boyutlu olduğunun altı çiziliyor çalışmada. Ancak ülkemiz açısından en önemli olanı, Güney Afrika ile ilgili bir başka çalışmada konu edilen erkeğin "güç" tutkusu.[ii]
Özellikle "maço"luğun itibar gördüğü, erkeğin lider, bağımsız, dominant, başarılı, zengin, fiziksel olarak atletik, cinsel açıdan faal, evin para getireni olmasının beklendiği, yani "ideal" erkekliğin tüm bu beklentilerle şekillendirildiği toplumlarda, erkek bu ideallere ulaşamazsa, hala"güçlü" olduğunu göstermek için tecavüz edebiliyor.
Asıl çarpıcı olan, erkek güçlü olduğunu sadece kendine veya "mağdur"a kanıtlamıyor, asıl olarak diğer erkeklere kanıtlamak peşinde. Bu durum gerek uzun zaman süren toplu tecavüzlerde, gerekse sonraki sessizliklerde "erkek dayanışması" olarak tezahür ediyor.
Bu tespitler ışığında gerek Mardin, gerek Siirt, veya ortaya çıkmayan tecavüz vakalarındaki sessizlik farklı bir anlam kazanıyor, asıl açığa çıkan gerçek ise şu: Yargıtay'ın kararı da bu "erkek" dayanışmasının bir parçasını oluşturuyor, erkekler sadece "doğa"larının veya kadının "rıza"sının arkasına saklanmakla kalmıyor, cezalandırma sürecini uzatıp mağduru cezalandırıyor. Zaten andığım her iki çalışmada da toplumda mağduru korumaktan çok erkeği koruyan kanının yaygın olduğu vurgulanıyor.
Eşitlik sistemde hüküm süren statükoyu tehdit ediyor
Cumhurbaşkanı ve bazı bakanlar N.Ç. hakkındaki kararın, "kamu vicdanı"nı zedelediğini söyleyerek tepki gösterdiler, oysa "kamu vicdanı" tecavüz gibi ağır bir suçun merkezine konamayacak kadar muğlak bir kavram, zamana, mekana, kişiye göre değişebiliyor. Kanılardan değil, kanunlardan ilerlemek daha güvenli. İşin ilginci Türkiye'de son yıllarda kadın-erkek eşitliği konusunda büyük adımlar atıldı, Türkiyeli feministlerin yıllar süren mücadeleleri sonucunda önemli kazanımlar elde edildi.
KSGM'nin "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı"nda (2008-2012) bakanlıklardan üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarından yerel yönetimlere bir çok kurumun kadın erkek eşitliği için yapması gerekenler belirtiliyor.
Üstelik bu süreçte sadece kadınlar hedeflenmedi, örneğin şiddetle mücadele için bugüne dek binlerce polise, sağlık personeli, Aile Mahkemesi Hakimi, Cumhuriyet Savcısı, hatta din görevlisine eğitim verildi. Bir gerçeğin altını çizmek gerek, kadınlar bilinçleniyor.
Gazeteci olarak bugün büyük acılar yaşanan Van-Erciş'te yaklaşık iki yıl önce Van Kadın Derneği'nin kadınlara haklarını hatırlatan broşürler dağıttığı, kadınlara haklarının megafonla okunduğu kampanyasına katıldığımda mesela, veya tezim için Ege'nin ücra köylerinde sözlü tarih çalışması yaparken, okuma yazma bilmeyen yaşlı kadınların "artık karısını eskisi gibi dövemiyor erkekler, savcıya gider kadınlar" dediğini duyduğumda, çabaların boşa gitmediğini şahsen görmüştüm. Peki o zaman Yargıtay'ın kararını, düşmeyen tecavüz oranlarını, hatta kadın cinayetlerinin artmasını nasıl yorumlamalıyız?
İşte bu noktada yine zihin açıcı bir çalışmanın bulguları anlamlı. Rachel Bridges Whaley, kadın erkek eşitliği ve tecavüz arasındaki ilişkiyi incelediği makalesinde, kadın ve erkeklerin eşit olmadığı bir sistemin, uzun vadede erkekliğin inşasını ve tecavüze sosyal desteği etkilediğini, bunun sonucunda tecavüz oranlarının arttığını belirtiyor.[iii]
Ayrıca hayati bir tespit yapıyor, kadın erkek eşitliğinin kısa vadeli etkisinin de aynı olduğunu söylüyor, çünkü eşitlik sistemde hüküm süren statükoyu tehdit ediyor. Whaley argümanını, FBI'ın 1970 ve 1990 arasında her beş yılda yayımladığı toplumsal cinsiyet eşitliği ve tecavüz oranlarını temel alarak ve 50 binden fazla nüfusa sahip 109 ABD şehrini inceleyerek doğruluyor.
İşte Yargıtay'ın kararı tam da bu durumu açığa çıkarıyor. Erkekler direniyor, dünyanın kadın-erkek eşitliği konusunda en ileri ülkelerinden Norveç'te bile erkeklerin hala direndiği vurgulanıyor, çünkü özel alanda, evlilik içinde tecavüz hala büyük bir sorun.
Henüz Norveç kadar şanslı değiliz, çünkü Norveç adalet bakanı Knut Storberget , kadına karşı şiddeti ve tecavüzü ülkenin ve bakanlığının öncelikli sorunu ilan etti. Ancak karamsar da olmamalıyız. Fatma Şahin kadın örgütlerine kulak veriyor mesela, üstelik bu ülkenin kadınları çok zor günlerden sonra yeni bir hayat kuracak kadar güçleniyor.
Türkiye değişiyor. Kadınlar susmuyor artık, N.Ç. de baştan beri susmayı reddettiği için cezalandırıldı belki. Yargıtay'ı veya verdiği kararı temsil eden zihniyeti en çok öfkelendiren şey, N.Ç.'nin "mağdur" olmayı reddetmesi bence, ya da erkeklerin korumasına muhtaç olmaması, yalnız kalmaması, iki muhteşem kadının ona sahip çıkması, binlercesinin destek vermesi.
İşte tam da bu yüzden Yargıtay sadece N.Ç. hakkında bir karar vermedi aslında, bu ülkenin kadınlarına, kamuoyuna erkeğin "hala" egemen olduğunun altını çizmek istedi. Fakat ne yazık ki erkekler eskisi gibi "egemen" değil bu ülkede. 13 yaşında bir kız çocuğu, bu ülkenin "yargı"sına kafa tuttu, onlara inat yaralarını sardı, dimdik ayakta kaldı. N.Ç. başardı, "egemen" erkeklik ise yenilmeye mahkum.(GD/ÇT)
[i] Rachel Jewkesa, Loveday Penn-Kekanab ve Hetty Rose-Juniusc, ''If they rape me, I can't blame them'': Reflections on gender in the social context of child rape in South Africa and Namibia," Social Science & Medicine 61 (2005): 1809-1820.
[ii] Romi Sigsworth, "Anyone can be a rapist": An Overview of Sexual Violence in South Africa," Gender-Based Violence Programme, Centre for the Study of Violence and Reconciliation, Johannesburg, 2009.
[iii] "The Paradoxical Relationship between Gender Inequality and Rape: Toward a Refined Theory", Gender and Society, Vol. 15, No. 4 (Aug., 2001), pp. 531-555.