*Ankara Çayyolu'ndaki bir eğlence yerinde 2 Ekim'de üç kişi istekte bulundukları şarkıyı bilmediği gerekçesiyle tartıştıkları müzisyen Onur Şener'i öldürdü.
Dünyada durum böyle mi bilmiyorum ama Türkiye’de müzik emekçilerinin arasındaki duvarların elitist taşlarla döşeli olduğuna çocukluğumdan beri onlarca kez tanıklık ettim.
Bir müzik meslek birliğine kayıt olmak için istenilen birçok kriterin olması bile bunun en büyük göstergelerinden biri. Onur Şener’in ölümü en başta bu kriterlerin azaltılması gerekliliğini ortaya koymadı mı sizce de? Müzik meslek birliklerine kayıt yaptırmak öğrencilik yıllarından başlamamalı mı diyorsunuz yani?
Yeni yetişecek müzisyenlerin, müzikle hemhal olacak ve ekmeğini bu işten kazanacak olan müzik emekçilerini hayata hazırlamaz mı diyorsunuz? Bence bal gibi de olur.
En iyi deneyim kendi deneyimindir
Zaten neredeyse lise yıllarından beri sahneye çıkan/çıkarılan, sahne arkasında, altında, önünde, sağında, solunda çalışan/çalıştırılan müzik emekçileri hayata biraz daha başka başlıyor, öğrenme süreçleri başka işliyor.
Kendi üzerlerinde diğer sahne arkadaşları, işverenleri ve hatta çok bilir, çok ahkam sever seyircileri tarafından yaratılan baskı ya onları çok hırslı “sanatçı”lar haline getiriyor ya da işte hasbelkader müzik yapan ekmeğini bundan kazanan insanlar olarak yaşlılıkta da hiçbir güvencesi olmadan öylece bir yerlerde yitip gitmelerine sebep oluyor.
Ne birisinden bahsediyorum ne de herhangi birini hedef alıyorum. Burada sadece olguları konuşmak/yazmak istiyorum. O kadar çok birbirinden bağımsız konu var ki insanın kafasının karışmaması bu kafa karışıklığını da yazarak toparlamaya çalışması kadar tuhaf bir durum yok.
Müzik emekçilerinin birbirinin üzerinden kurdukları hegemonyayla, otoriteyle, üstencil bakış ve elitizmle başlamıştım birazcık oradan devam edeyim.
Bizzat yaşadığım ve hatta maruz kaldığım zamanlar olmadı desem yalan. En iyi deneyim kendi deneyimindir şiarıyla, benden çok daha iyi olan ama en iyisi olmadığına artık ve ne yazık ki emin olduğum müzik emekçisi arkadaşlarımla aynı sahneyi paylaştığım, ekmeğimi çıkarmak için dilimin döndüğü kadar şarkı söylemeye çalıştığım zamanlar oldu benim de.
Statüko
Ne mi oldu, hemen her sahne sonu alkış kıyamet olsa da on dakika sonrası müzisyen arkadaşlarımın belki kendi ruh hallerinden belki benim kendimi tam beğenmememden kaynaklı ama kesinlikle üstencil olduğuna emin olduğum “Şunu da şöyle yapsak ne iyi olur” tavrından uzak, kesinlikle öğretici olmayan daha çok ezmeye yönelik tavırlarına maruz kaldığımı söylesem benimle aynı yollardan geçmiş pek çok şarkıcı arkadaşım şaşırmayacaktır ancak müzik emekçisi olmayan sizler şaşırabilirsiniz.
Oysa herkes şarkı söyleyebilir, aynı Ratatouille’de “herkes yemek yapabilir” denildiği gibi… Ama sahnede şarkı söylemek hele ki yanınızda o an size yoldaş olan aynı dili, aynı frekansı paylaştığınız arkadaşınız/arkadaşlarınız başka bir dünyanın kapılarından geçmek üzereyse, seyirci zil zurna sarhoş sadece onun bildiği şarkıları söylemenizi isterken -ki bu çok doğal çoğunluk ben de buradayım demek için eşlik etmek ister-, işvereniniz “Hadi abi hareketli bak müşteri terleyecek ki daha fazla içki satacağım” bakışları atarken çok ama gerçekten çok zor.
Ah çok şahane deneyimlerim de oldu tabii ki, ayaklarımın yerden kesildiği ifademe, sesime, tonlamama sahneden inerken saygıyla bakan çok güzel müzisyenlerle de karşılaştım ve hep orası güç verdi bana.
Kişisel deneyimimle kafanızı şişirdikten sonra genel olan bitene bakalım. Müzik emekçilerinin önemli bir kısmı enstrümanlarına çok yoğun saatler emek vermek ve bunu her gün yapmak zorundalar. Aynı sporda olduğu gibi müzikte de kondisyon pek mühim bir mesele.
Bu sebeple o hep çok çalışanlar az çalışanlara ya da çalışmak konusunda elinden pek az şey gelen çünkü ikinci bir işte de çalışmak zorunda olan, hayat dinamikleri başka minvalde ilerleyen müzik emekçisi arkadaşlarına aşağılar gözle bakarlar. Değil aynı sahneye çıkmak, aynı mekanda bulunmaktan bile imtina ederler. Bunun gibi pek çok farklı karakter örnekleri mevcuttur müzikte. Daha aşağı, hakir görme, daha üstün görme vs.
Kısacası statükoculuk. Bunun yanı sıra “parayı veren müzisyene çaldırır”cılar, “proje sayesinde” ün kazanıp müzisyen olanlar, “tesadüfen yoldan geçerken bir anda şöhret olmuşlar”, “merdiven altı çalgıcılar”, “olmadan, ‘oldum’ egosunun batağına düşenler”, “Türkiye’nin bir kısım azınlık olmakla beraber sanki sanata yön verenleri onlarmış gibi davrananların gözünde büyük görünüp kitlesel azınlıklara hitap edenleri” gibi onlarca daha müzisyen verisyonunu çıkarmak mümkündür.
Eh hadi tamam beş parmağın beşi bir olmaz da hiç mi kendi özlük hakları için bir arada durmaz. Durmuyor işte, duramıyor. Onun gözünün üstünde kaş, diğerinin sesinde pus, ötekinin gitarında perde, diğerinin davulunda hi hat var diye bir araya gelinemiyor. Yıllardır gözlemlerim.
Gruplar kurulur, üç ay sonra dağılır, sonra diğerleri ötekilerle ötekiler berikilerle grup kurar onlar da dağılır vs. Al sana Türkiye solu! Arkadaşlar siz Türkiye solu değilsiniz, mitoz bölünmeye ihtiyacınız yok.
Birlikte aynı sahneye çıkın demiyoruz. Alt limit üst limit belirleyin, çıktığınız mekan, festival, konserlerde işverenlerle sözleşmenizi yapın, sigortanızı da yaptırın. Yapmıyorlarsa işi kabul etmeyin ama bunu toplu halde yapın. Birinizden biri mutlaka abi çok paraya ihtiyacım vardı diyecektir. bunun için de örgütlenin fon oluşturun. Olanı paylaşın ama önce kendinize, sonra birbirinize güvenin.
Bugün aynı raporda imzamız bulunan arkadaşım Selda Dudu ile konuşurken şöyle bir cümle çıktı onun ağzından “Adında müzik geçen ve ekmeğini buradan kazanan herkes müzik emekçisidir”.
Bu sebeple en çok da dinlemeyi tercih ettiğim ve etmediğim olarak ikiye ayırıyorum sahnede ya da albümü olan müzik emekçilerini. Aynı yemek gibi. Ya bir yemeği seversin ve yersin ya da beğenmediysen yemezsin aslında bu kadar basit. Buradan da Türkiye’deki müzik yazarlarına bir şey söylemek isterim.
Evet zaman zaman aynı sahneyi de paylaşıyor ya da aynı organizasyonların içinde yer alıyorsunuz ama neden hep övgüyle bahsediyorsunuz her önünüze gelen müzisyenden?
Ah pardon, sorunun cevabı kendi içinde saklı değil mi? Oysa nüansına, icra biçimlerine, biraz müziğinin niteliğine ilişkin kalem oynatmak klavye tıklatmak ne o müzisyeni ne de sizi yermez yüceltir. O bu eleştirilerle kendi yolunu belki de daha iyi bulacaktır kim bilir, ya da hiç umuru olmayacaktır, size ne? Kendime söz bunsan sonra içimden geldiği gibi yazacağım.
Neyse dönelim konumuza…
Müzik emekçilerinin bir arada olmak istiyormuş gibi yapıp da olamamasından bahsediyordum. Demem o ki yaşamak için birbirimize ihtiyacımız var.
Onur Şener’in öldürülmesinde katilleri kadar hepimiz suçluyuz. Suçlu olduğumuzu o kadar iyi biliyoruz ki bazılarımız suç mahalini temizleme işine bile giriştik.
Salt iyi niyetimizden, dayanışmacı ruhumuzdan. Allah da razı olsun! Gerçekten dayanışmacı bir şeyler yapmak istiyorsak büyük burunlarımızı, kinimizi, egolarımızı yerle yeksan edip biraz önce de söylediğim gibi salt özlük haklarımız için mücadele etmeye başlamalı, boykot ediyorsak “Artık ölmek istemiyoruz” gibi afaki bir söylemle değil “Sigortasız çalışmak istemiyoruz” gibi somut isteklerle yürümeliyiz.
Onur Şener sigortalı olarak ve iş güvenliği tam bir yerde çalışıyor olsaydı durum bambaşka olabilirdi. Ne yazık ki bunu söylemeye dilim varmıyor ama en azından ardında kalanlar “yetim maaşı” gibi devletin verdiği haktan yararlanabilirdi. İş yerinde kendi işini yaptıktan hemen sonra organize bir biçimde öldürüldü Onur Şener. İşveren işçisinin güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Ama sadece kayıtlı çalıştırdığında.
Ben hukukçu değilim bilemem adalet de şimdilerde sadece bir isim gibi tınlıyor. Ancak “Adalet” aranıyor ve bulunmak istiyorsa önce kendi ceplerimizi karıştırmamızda yarar var.
Ey müzik emekçisi, eğer sen kendi varlığına saygı duymazsan, işine de saygı duyamazsın, ailene de yakın çevrene de, enstrümanına da, sahnene de…
Özlük haklarımıza bugün sahip çıkmazsak ne zaman sahip çıkacağız. Bir klişe söz ile ona azıcık da ek yaparak şimdilik bitireyim “Hak verilmez alınır!”, lakin hangi hakkı, nasıl bir yöntemle kimden isteyeceğimizin önemini de azımsamamak gerekiyor.
(ÖD/EMK)