Kürt sorununda çözüm tartışmaları kimi, nereden elde ettiği belli olamayan "yol haritaları" veya ancak müzakerelerde açığa çıkabilecek "çözüm projeleri" ile sürekli harlanan ateşe benziyor.
Bu ateşin görsel bir şölen mi olduğunu, yoksa gerçekten acılı bir tarihi bitirecek denli ısıtıcı bir güce ait mi olduğunu zaman ve çabalar gösterecek.
Daha ziyade Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesinde yer alan bu "yol haritalarının" iktidarın gönlünden geçen talepler mi olduğunu yoksa İmralı'da MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile PKK Lideri Abdullah Öcalan arasında gerçekleşen görüşmelerin sonuncu mu olduğunu henüz bilmiyoruz.
Sunulanların bir kısmı Öcalan'ın 2010'da ifade ettiği yol haritasını hatırlatsa da kamuoyuna boca edilen bu bilgilerin bir kısmının (hangi kısım olduğu belirtilmiyor) doğru olmadığını MİT açıkladığına göre, bu gazetelerde sunulan yol haritalarının AKP iktidarının meramı olduğunu düşünmek pekala mümkün.
İmralı'da Öcalan'la ne konuşulduğunu, görüşmeler ve uzlaşılan konular açıklandığında sarih olarak bileceğiz. Tarafların açıklamalarından şimdilik bilebildiğimiz en belirgin uzlaşı, çözüm iradesini sonuna kadar gösterme konusundaki uzlaşı.
Onun dışındakiler dezenformasyon olmak kadar kamuoyunu sürece hazırlama niyeti de taşıyabilir. Ya da müzakere masasına ancak hangi koşullarda niçin oturulacağına dair kamuoyu yapılandırma hareketi de olabilir.
Zira taraflar ve medya dünyası aynı olayda farklı görüyor, daha doğrusu gösteriyor. Böylece farklılaşan kamuoyu algıları kuruluyor. Tarafların kullandığı argümanlardaki farklılığın giderilememesi halinde müzakere yolunda oldukça önemli bir krizle karşı karşıyayız demektir.
Çünkü taraflardan biri Kürt sorununun çözümü odaklı yürüyen bir diyalog-müzakere sürecinde beslenecek "barışa" göre kamuoyu algısını kuruyor.
Diğeri silahsızlanmanın sağlanması odaklı yürüyen bir diyalog-müzakere sürecinden beslenecek "barışa" göre kamuoyu algısı kuruyor! Bu durum Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün adresi olan tarzı siyasetlerin müzakere yoluna döşenebileceği kaygısını doğuruyor.
İşi silahsızlandırma merkezli tartışanlar ve müzakereye bu koşul etrafında destek sunanlar 90 yıllık Cumhuriyete uygulanan, başarısızlığı kanıtlanan iki tarzı siyasetin zihniyetini müzakere masasına taşıyor. Birincisi "Kürt sorunu yok terör sorunu var" anlayışı ve ikincisi " Kürt sorunu vardı.
Çözdük. Şimdi terör sorunu var, onu da çözüyoruz" anlayışı etrafında siyaset yürütenleler. Yani iki anlayış sahibi de her halükarda çözüm bekleyen bir Kürt sorunun varlığını reddediyorlar.
Ortada var olan tek sorun olarak "terörü" ya da moda deyimle "silahları" görüyorlar. O silahları ortadan kaldırmak için ise en etkili tek bir aktör ile konuşmayı yeterli görüyorlar. Silahsızlanmayı konuşurken varacakları noktanın Kürt sorunu olacağını sanki bilmiyorlar!
İşe Kürt sorunun çözümü merkezli yaklaşmak istemeyenler ise silah ve şiddeti Kürt sorununun sonucu olarak görüyor, sorunun çözüm koşularına paralel olarak silahların işlev dışı kalacağını savunuyorlar.
Üstelik ortada çözülmüş bir "Kürt meselesi" de göremiyorlar. Kürt sorunu ve silahlar sorunu arasındaki içkinlik nedeniyle çözüm aktörleri yelpazeleri epey geniş.
Bu ikinci kesim PKK Lideri Abdullah Öcalan'ı elbette başat aktör olarak işaret ediyorlar. Ancak Kürt sorununun yasal ya da illegal tüm temsilcilerini de sürecin aktörü olarak görüyorlar.
Bunu çatışmalı siyasal bir sorunun doğal sonucu olarak değerlendirdikleri gibi müzakere masasındaki Öcalan'ın elini güçlendireceğine de inanıyorlar. Kamuoylarını da bu algı etrafında hazırlıyorlar.
Oysa PKK ve ortaya çıkan silahlı mücadele halinin Kürt sorununun bir sonucu olduğunu artık herkes biliyor. Eğer ortada yenilmenin olmadığı "pata" bir durum var ise o bırakılmasını çokça istediğiniz silahların devre dışı kalmasının en reel koşulu ise Kürt sorunun çözüm sürecindeki ilerlemedir.
Kürt soruru da öyle "bir TV kanalı açmakla, seçmeli ders programlamakla" çözülecek denli basit değildir.
Öyle düşünen en iyi ihtimalle sorunun niteliğini, tarihsel derinliğini görme yetisinden yoksun bir miyoplukla malüldür ya da Ortadoğu'daki aktüel önemini kapatmaya dönük bir kurnazlıkla meşguldür.
Nihayetinde Ortadoğu'nun dört büyük ülkesine pay edilmiş bir coğrafyada meskun 40 milyonluk bir halktan müteşekkil bir sorundan bahsediyoruz.
Böyle bir halkın varlığını inkardan vazgeçmek; seçimlik dil dersi hakkı verme ve bir TV kanalı açma lütufkarlığından çok daha öte şeyler gerektirir. Siyasi, idari, hukuki farklılaşmalara açık hale gelmeyi gerektirir.
Tüm bunlar müzakere masasının konusudur. Müzakere masası açıktır ki hem Kürt sorunun çözümüne dair projelere, hem de silahsızlanmaya dair yol haritalarına ev sahipliği yapacaktır.
Tersini düşünmek kendini kandırmaktır. İmralı'da şimdi yürütülen çabaları "silahsızlandırma" hedefli çabalar olarak sunanlar ortaya çıkan çözüm niyet ve olanaklarına büyük bir kötülüğü yapıyorlar.
Varsayalım ki tartışmalar "silahsızlandırma" odaklı yürüyor. O zaman sormazlar mı "pata bir durum yaşayan. On bin kişilik silahlı bir güç neden ve ne karşılığında silahlarını bıraksın?" Üstelik Ortadoğu'daki son dengeler en çok onlara fırsatlar sunarken, neden?
Bu sorunun yanıtı herhalde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi "dağda ödedikleri bedeli ödeyemeyecekler, daha ne olsun" ayarında olmayacaktır. Yenilen bir güce gösterilen "insaf" sınırında gezen bu cevap çözüm isteğinden ve hakikatlerden alabildiğine uzak.
Öte yandan silahsızlanmanın karşılığında "KCK tutuklularının serbest bırakılacağı" iddiası da başlı başına problemli. Bir kere KCK'li diye tutuklananlar yıllardır yürütülen yasal ve meşru çalışmaların parçası, silahlı PKK'nin değil.
Bunca yıldır suç olmayanın bugün suç haline nasıl getirildiği izaha muhtaç iken, bu tutuklamalar hukuk etiği adalet duygusunu zedeler iken, yani ortada zaten haksızlık ve hukuksuzluk var iken, bunu bir de pazarlık malzemesi olarak sunmak gayri ahlakidir.
Bu iddia doğru ise KCK tutuklularının aslında "rehin" olduğunun da itirafıdır. KCK tutuklamalarına düşen bu gölgeyi temizlemek, adaletin namusunu kurtarmak için KCK tutukluları bir an önce bırakılmalıdır.
Bu adım müzakere yolunda çözümün kendisi değil sadece güven artırıcı işlev görebilecektir.
Unutulmasın ki hiçbir temiz sayfa bu tarz siyaset pazarlarında kurulmaz. (YG/HK)
Müzakere masası temiz ve esas soruna ev sahibi yapmalı ki onurlu bir barış ve çözüm hasıl olsun... (YG/BA)
* Yüksel Genç, Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi.
Özgür Gündem Gazetesi eski genel yayın yönetmeni Yüksel Genç, Barış Grubu'yla Kuzey Irak'tan Türkiye'ye gelişini anlattığı "Barışa Tutunmak" adlı eserini 2006'da Belge Yayınları'ndan çıkarttı. Genç'in 2011'de de Aram Yayınları'ndan "Kürt Sorunu ve PKK: Tasfiye mi? Çözüm mü?" başlıklı bir kitaba da imza attı.