* Fotoğraf: Pexels
Yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgınının sonunda Türkiye'ye de geldiği resmi olarak açıklandığında takvimler Mart 2020'yi gösteriyordu.
O günden bu yana dokuz aydan fazla zaman geçti, dalga dalga tüm dünyaya yayılan salgın hastalık çoğumuz için adeta bir türlü içinden çıkamadığımız, her uyandığımızı sandığımızda üzüntüyle devam ettiğini fark ettiğimiz kâbus içinde bir kâbusa dönüştü.
Bir yandan sevdiklerimizi, tanımasak da bir şekilde hayatımızın kesiştiği insanları kaybettik, kaybediyoruz.
Diğer yandan her gün sosyal medyada 280 karaktere sığdırılan sayıların her birinin birer insan, birer hayat olduğunu kendimize tekrar tekrar hatırlatmaya çalışıyoruz, bize bunu kanıksatmaya çalışanlara inat...
Ölmüyoruz belki, ama evden çalışabilecek ya da çalışmadan hayatımızı sürdürebilecek kadar "şanslı" değilsek eğer, ya farklı adlar altında gelir kaynaklarımızdan ediliyoruz ya da ekonomi sağlığının insan sağlığından daha önemli görüldüğü bir dünyada -ve tabii ülkede- hayatta kalabilmek için hayatımızı riske atmak zorunda kalıyoruz.
Tevekkeli değil, uzmanlar da korona günlerinin getirdiği kaygı ve korku halinin dünya çapında milyonlarca insanın akıl sağlığını etkilemiş olabileceğini söylüyor. Aşı çalışmaları her ne kadar umut verse de "üçüncü dalganın bir akıl hastalığı dalgası olacağını" öngören sosyolog ve felsefeci Slavoj Žižek'e bu konuda hak vermemek elde değil.
Peki, ne yapmalı?
Ne yapmalı da artık olağan halini alan bu olağanüstü şartlarda kendimizi daha iyi, daha mutlu hissetmeli? Ne yapmalı da akıl sağlığımızı ya da ondan geriye kalan her neyse onu biraz da olsa koruyabilmeli?
Vaka ve ölü sayılarının arttığı, kışın gelmesiyle zamanın daha gri, daha kasvetli geçtiği bu günlerde evden çıkmasak bile giyim kuşamımıza dikkat etmek, hatta giyinip süslenmek bize kendimizi daha iyi hissettirebilir mi?
Bu soruların muhtemel cevaplarına biraz daha yakından bakalım...
"Giysilerimiz düşünce ve davranışlarımızı etkiler"
Aslında her gün ne giyeceğini düşünmek zorunda olmamak, nasıl göründüğünü eskisi kadar önemsememek pandemiyle birlikte evden çalışmaya başlayan şanslı azınlığın eriştiği en büyük rahatlıklardan biri oldu.
Avustralyalı tasarımcı Annalisa Armitage'ın da ifade ettiği gibi, çalışırken adeta bir "mağara insanı" kadar salaş giyinme fırsatı bugüne kadar hiç elimize geçmemişti. Pandemi sonrası dönemde böyle bir şansın bir daha karşımıza çıkıp çıkmayacağını kestirmek ise bir o kadar zor görünüyor.
Dolayısıyla, Armitage eğer evden çalışırken en salaş kıyafetlerimizi giymenin üretkenliğimizi ya da ruh halimizi olumsuz etkilediğini düşünmüyorsak öyle yapmaya devam etmemiz gerektiğini söylüyor ve ekliyor: "Eğer iş kıyafetlerinizi giyip evde oturmak size kendinizi kandırdığınızı ya da kısıtladığınızı hissettiriyorsa yapmayın."
Diğer yandan, BBC'den Bel Jacobs'a konuşan moda psikoloğu Rose Turner'a göre, hobilerimizle ilgilenmek, arkadaşlarımızla buluşmak ya da evden çıkıp işe gitmek gibi bize "kendimiz gibi" hissettiren etkinliklerin olmadığı bir dönemde evde de olsak sanki dışarı çıkacakmış gibi giyinip süslenmek benlik duygumuzun güçlenmesine yardımcı olabilir.
Giysilerin insanların nasıl düşündüğünü ve davrandığını etkilediğini söyleyen Turner, evden çalışırken "iş kıyafeti" giymenin daha motivasyonlu ve odaklanmış bir şekilde çalışmamıza katkı sağlayabileceği görüşünde.
Üstelik evdeyken bizim için özel bir şeyler giymek kapanmanın getirdiği o monotonluğu da bir nebze olsun kırabilir, bu sayede moralimizin yükselmesini sağlayabilir.
"Eskiden başkaları için giyindiğimi düşünürdüm"
Moda Psikolojisi (The Psychology of Fashion) internet sitesinin kurucusu Avustralyalı moda gazetecisi Anabel Maldonado da uzunca bir süredir evden çalışanlardan. O da tıpkı moda psikoloğu Armitage gibi eğer kendimizi iyi hissediyorsak ve iyi iş çıkardığımıza inanıyorsak giyim tarzımızı değiştirmek zorunda olmadığımızı düşünüyor.
Fakat kendisi bu yolu izlediğinde aldığı sonuçtan pek memnun kalmamış. Sabah kalkıp hazırlanmak da dahil olmak üzere evden çalışırken belli bir rutini takip etmenin pek çok kişi için faydalı bir yöntem olduğunu düşünen Maldonado kendi evden çalışma deneyimini kısaca şu sözlerle anlatıyor:
"Son altı yıldır evden çalışıyorum ve bunu kesinlikle zor yoldan öğrendim... Eskiden evden çalışırken ne giydiğimin pek de önemli olmadığını düşünürdüm çünkü çoğu zaman diğer insanlar için giyindiğimizi düşünürüz.
"Fakat yavaş yavaş gösterişsiz ve bakımsız kıyafetler giymenin işteki performansımı ve motivasyonumu etkilediğini fark ettim."
Dahası, Maldonado'ya göre hayatımızdaki tüm objelere olduğu gibi kıyafetlerimize de fark etmeden belli anlamlar yüklüyoruz. Yani, "eğer belli bir kıyafeti üretkenlikle özdeşleştirdiysek o kıyafeti giymenin bizi üretken kılacağına inanıyoruz."
Diğer yandan, evden çıkıp işe gidecekmiş gibi giyinip süslenmek aylar içinde kaybettiğimiz normallik hissini kısmen de olsa bize geri verebilir.
Pandemi döneminde her cuma günü giyinip kuşanıp elinde içkisiyle sosyal medya üzerinden kendi tek kişilik "Happy Hour"unu düzenleyen Steven D. Elliott bunu neden yaptığını kısaca şu sözlerle anlatıyor:
"Açık konuşmak gerekirse, bunu sosyal gücümü korumak için yapmıyorum. Cuma günleri giyinip kuşanmak daha önce cepte görüp doğal karşıladığım normalliği bir nebze de olsa hayatıma geri getiriyor."
Belirsizliğin, kontrol kaybı hissinin panzehri: Rutin
Pandemi hayatımıza girdikten sonra eksikliğini hissettiğimiz tek şey şüphesiz bu "normallik" hissi değil, tıpkı bu eksiklikleri hissettiğimiz tek yerin iş hayatımız olmadığı gibi...
Hindistanlı gazeteci Ayushi Aggarwal'in de pandeminin henüz ilk aylarında ifade ettiği üzere, "rutin bize kendimizi güvende hissettirir, belli bir rutini takip etmek her şeyin kontrol altında olduğunu hissetmemizi sağlar."
Fakat pandemiyle birlikte zamanımızın büyük bir kısmını, hatta belki de tamamını evde geçirmeye başladıktan sonra günümüzü bölümlere ayırıp hayatımıza belli bir düzen katan ve bu sayede bize bir tür güvende ve kontrolde olma hissi veren günlük rutinlerimiz de yavaş yavaş yerini pandeminin belirsizliğine bıraktı.
Peki, tüm bunların evimizde kendi kendimize giyinip süslenmemizle veya bunun getirebileceği mutlulukla nasıl bir ilgisi olabilir?
"Ruh hali ve giyim birbiriyle bağlantılıdır" diyen davranış psikolojisi uzmanı Carolyn Mair bu durumu kısaca şu sözlerle anlatıyor:
"Eğer çıplak değilsek görünüşümüzün büyük bir kısmını giysilerimiz oluşturur. Dolayısıyla, nasıl algılandığımızın temelinde giysiler vardır. Bu durum da kendilik değerimizi ve nihayetinde başkalarıyla karşılaştırdığımızda kendimize bakışımızı ve öz saygımızı etkiler.
"Diğerleri için ise giyinip süslenmek ve nasıl göründüklerini sosyal medyada paylaşmak dünyanın böylesine kontrolden çıkmış gibi durduğu bir zamanda kimlik duygusunu ve rutini korumanın bir yolu olur.
"Kontrol kaybı hissi kişiye stres veren en büyük etmenlerden biridir. Kontrol edemeyeceğimiz şeylerin olduğunu kabullenmek faydalıdır; giyinip kuşanmak gibi kontrol edebileceğimiz şeyleri kontrol etmek ise kişiye bir kontrolde olma hissi verir."
"Giysiler günü bölümlere ayırıyor"
Kıyafetlerin diğer bir etkisi de kişiye bedenen ve ruhen günün farklı bölümleri arasında geçiş yaptığını hissettirmesi, bu sayede zamana belli bir düzen katmasıdır. Fakat pandeminin çoğu insan için günün farklı vakitlerinde farklı giyinme gerekliliğini ortadan kaldırması zamanın da birbirine karışmasına sebep oluyor.
NBC News'ten Kalhan Rosenblatt'a konuşan New York'lu Matt Caldecutt kendi deneyimini kısaca şu sözlerle anlatıyor: "Günümün bir çeşit rutini olduğundan emin olmak için sanki her an metroya atlayıp Manhattan'a gidecekmişim gibi giyinmeye çalışıyorum."
Caldecutt'a göre giysiler gününü bölümlere ayırıyor: Uyanıyor, eve gelip duş almadan önce spor kıyafetlerini giyip kısa bir yürüyüşe çıkıyor, eve döndüğünde ise sanki tekrar dışarı çıkacakmış gibi giyiniyor. Mesai saatleri bittikten sonra da ilk işi pijamalarını giymek olmuyor; bunun yerine üzerine bir tişört ve kot pantolon geçiriyor.
Evden çalışmanın iş hayatı ve özel hayat arasındaki zamansal ve mekânsal çizgiyi her geçen gün biraz daha bulanıklaştırdığı bu şartlarda böyle bir rutin izlemek şüphesiz bu ayrımı yapabilmek ve böylece muhtemel bir tükenmişlik hissinin önüne geçebilmek için sembolik de olsa önemli bir adım olabilir.
Diğer yandan, Los Angeles'lı Liz Maupin gibi pek çok insan için giyinip süslenmek sadece hayata ve zamana belli bir düzen veya rutin katmakla ilgili değil. Maupin için giyinip kuşanmak aynı zamanda evden çıkmasa da iple çekeceği bir etkinlik anlamına geliyor.
Pandemiden önce giyinip süslenmeye çok da önem veren biri olmadığını söyleyen Maupin karantina döneminde arkadaşlarıyla birlikte giyinip süslenip kameranın karşısına geçtikleri görüntülü sohbetler düzenlemeye başlamış, bu da onlara birbirlerini düşünerek giyinip kuşanmaları için bir sebep vermiş.
Hindistanlı gazeteci Richa Nigam'a konuşan moda tasarımcısı Rahul Das da pandemi döneminde benzer bir durumu dile getiriyor:
"Tek kelimeyle ifade etmem gerekirse moda benim için 'terapi' anlamına geliyor. 'Ne giyeceğim' diye sabırsızlıkla beklemek bana sabah erken saatlerde bir amaç veriyor. Harika bir kıyafet giymek, farklı saç stilleri yaratmak beni işime hazırlıyor."
Korona günlerinde abartılı kıyafetler mi?
Giysiler ve mutluluk gibi tanımlanması ve hissetmesi zor bir duygu arasında özellikle de maddi ve manevi anlamda bu kadar zor bir dönemde böylesine bir ilişki kurmak çoğu insan için pek de ikna edici olmayabilir.
Giyinip kuşanmanın "dış etkenler ne olursa olsun mutluluğumuzu geri kazanmanın bir yolu" olduğunu düşünen modacı Geraldine Wharry'e göre ise kıyafetler ve moda bundan çok daha fazlası demek:
"Giyinip süslenmek sizi o esnada gören hiç kimse olmasa da bir insan olarak en önemli şeyin kendiniz olduğunuzu fark etmektir.
"İnsanlar gardıroplarındaki kıyafetlerle yaratıcı bir şeyler yapıp eğleniyor, tüm bunları yaparken de kendilerine gerçekte neyin neşe verdiğini sorguluyor. [Birleşik Krallıktaki] ilk kapanma dönemini atlattılar ve fark ettiler ki, eşofmanlarıyla yaşayıp gitmek hiç de geçerli bir seçenek değil."
Pandeminin ilk aylarından bu yana özellikle dünyaca ünlü sanatçıların yaptığı paylaşımlara baktığımızda da "ev kıyafetleri" ile sosyal medyada boy gösteren ünlülerin ev halinin yavaş yavaş yerini abartılı kıyafetlere bıraktığını, "gündelik abartı"nın (everyday exuberance) daha şimdiden 2021'in önde gelen moda trendleri arasında yer aldığını görüyoruz.
Peki, ama neden?
Bu durum dönemin şartlarıyla bir tezat oluşturmuyor mu?
BBC'den Bell Jacobs bu soruları geçmişten örnekler vererek cevaplıyor:
"Moda tabii ki bu anlamda bir yol kat etti. Birinci Dünya Savaşı ve 1918 yılındaki grip salgınının hemen ardından püsküllü elbiseler ve abartılı makyajlar gelmişti. 1947 yılında Dior'un New Look (Yeni Görünüm) akımının bir parçası olan geniş etekler tam da [Büyük] Buhranın beraberinde getirdiği sefalete bir tepki olarak düşünülmüştü.
"1970'lerin ortalarındaki toplumsal ve ekonomik kargaşayı ise diskolar izledi. Belki de bunun geri gelmesi pek de şaşırtıcı değildir..."
Sonuç yerine...
Peki, en başa dönecek olursak, mutluluğun gerçekten giyinip kuşanmak ile bir ilgisi olabilir mi? Tüm bu uzman görüşlerinden ve kişisel yaşanmışlıklardan kendi adımıza nasıl bir sonuç çıkarmalıyız?
Bu kadar geniş bir coğrafyada bu kadar çok sayıda insanın bu kadar fazla maddi ve manevi kayıp yaşadığı, bilimsel çalışmaların yaktığı umut ışığına rağmen tünelin sonundaki aydınlığın henüz görünmediği böyle bir dönemde giydiğimiz kıyafetler ya da aynaya düşen yansımamız bizi mutlu etmeye yeter mi? Ya da böyle bir mutluluk ne kadar kalıcı olabilir?
Bu sorulara kesin bir yanıt vermek bir hayli zor.
Fakat diğer yandan bedenimizin olmasa da ruhumuzun kapıdan çıkıp derin bir nefes almasını sağlayabilecek ilk adımlardan biri belki de budur, kim bilir... (SD/AÖ)