Hasan 20'li yaşlarının sonunda genç bir delikanlıydı. Kimseyle konuşmayan, içinde kocaman başkasına akmaya hevesli, ama köpüklü dalgalarına rağmen akışının önüne bentler çekmiş bir tuhaf oğlan...
Kimliğinde yazan ismini sevmeyen Hasan kendine Mutlu diyordu. Nedendir bilinmez ama Mutlu, Hasan’a daha çok yakışıyordu.
“sen hainsin hasan, hasan sen
ölüler evlerden morga
morgdan mezarlara giderken
hasan...”
Şiirlerle arkadaştı Mutlu. Konuşamadığı tüm cümlelerden kendine kocaman bir şiir yazıyordu. Yazdığı her satırda bir kere daha doğuyor, doğum sancılarından çığlıklarla uyanıyor, uyandıkça da yeniden uykuya dalmak istiyordu... Çünkü uyku gerçek hayatın korkunçluğundan daha mutlu ediyordu onu.
Mutlu denizleri, nehirleri, gökyüzünü çok sevdiğinden olsa gerek şiirlerini ‘Mavi’ adıyla imzalıyordu. Çünkü anlamıştı ki sokaklar denize çıkacaktı...
”kendini mavi sanıp
masmavi sanıp
mavinin uzak bir kıyısında
büyük gürültünün tam ortasındahasan sen
açların kanı pompalarla çekilirken
çıktığın yerdeki orman
aslında denizden almıştır sesini
kararmış bir toprağın bitki örtüsü
kederlendirir baktığın suyu
içtiğin suyu nemlendiremez bile
hayatın hain bir ayraçtır
katıldığın konuya...”
Birini sevdi Mavi. Kulağına sevebileceğini söylediklerine benzemeyen birini. Bir erkeği... Oysa bir erkeği seven başka bir erkeğin ne denli sapık olduğunu, nasıl bir ahlaksızlığın karnına doğduğunu ve asla cennet denilen o bilinmez diyara kabul edilemeyeceğini duymuştu. O güne kadar ona inanmıştı da... Bu yüzden sevdikçe korkuyordu. Korkusu gün gün büyüyor, büyüdükçe de ciğerlerinde, kalbinde bir "ur"a dönüyordu.
Mavi dayanamadı bir gün. Bir erkeği sevdiğini, bir erkeği rüyalarında gördüğünü, bir erkeğe dokunduğunu düşündükçe ıslak rüyalardan uyandığını anlattı en yakın arkadaşlarına. Arkadaşları buz kesti. Donmuş iki buzdan duvara baktı... baktı... baktı... baktıkça kendi yalnızlığını gördü. Gördüğü yalnızlıktan ürktü. Ürktükçe de sustu...
Mavi’ye “olmaz!” dedi arkadaşları. Arkadaştılar, onu düşünüyorlardı güya... Mavi buna inandı. Çünkü aksine inanacak ne bir mısra okumuştu bir şairden, ne de bir filmde esas oğlanın diğer esas oğlanı öptüğünü görmüştü. Ona kimse göstermemişti...
“hasan, mutluluktur senin adın
nasıl oluyorsa o anlamda
bir gün ısıtılmış bir tabakta
bir gün serin bir yatakta
kanların ve mutsuzluğun sağladığı
hasan
o nasılsa işte, mutluluktur...”
Ankara’nın kasvetli havalarında, tertemiz yollarında, düzenli evlerinde kocaman bir uçurumdan aşağı bakarken midesi bulanmıyordu ama gözleri buğulanıyordu sık sık. Adem’in Havva’dan başkasını sevemeyeceğini kulağına fısıldayanlara lanet ederek dümdüz vadilere kahır dolu şarkılar söylüyordu. Söylüyordu ama sesini kimse duymuyordu...
Arkadaşının arkadaşına arkadaşını sevdiğini söylemeye yeltendiği bir gün bu “söylenmemesi gereken şeyin” kendi dilinden önce karşısındakine ulaştığını fark etti. Sevdası onu beklemeden, onu “güya” çok seven arkadaşlarınca kuş olup uçurulmuştu...
“hasan, hasan oğlu hasan
yarım dönmeli ve doğuya bakmalı
güneştir sabahı çağırır
ışık tutar geceye
alacakaranlığın küçük hüznü
öfkeye dönüşür bir yürekte
kamçı parlar
alacakaranlığın küçük hüznü
yapışır bir ağacın köklerine
köklerine hasan,
emzirir onu....”
Bugün artık Mavi yok...
Buralarda dolanıyor olsaydı nasıl olurdu diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Sözgelimi, Mavi Lambdaistanbul’a gelseydi nasıl gelişirdi hayatı? Ya da Kaos GL’nin kapısından içeri girseydi sevdiği adama ne derdi?
1 Temmuz 2007’de İstanbul’un göbeğinde, İstiklal Caddesi’nde bin 500 kişinin devasa bir gökkuşağı bayrağının ucundan tutup “Ayşe Fatma’yı, Ahmet Mehmet’i, birbirlerini sevebilmeli” diye sloganlar attıklarını duysaydı o mektubu yazar mıydı?
Sanırım yazmazdı...
Yaşadığı şehirde homofobiye karşı buluşulduğunu duysa eminim ki son mektubunu bitirdiği o cümle, “Şu hayattaki en büyük hayalim seninle bir gece uyuyabilmekti...” mürekkep olup akmazdı kaleminde...
Homofobinin ve transfobinin, ayrımcılığın, ille de doğrudan yapılmadığının, yaratılan bu hastalıklı ahlak yapısının “kendinden olmayanlara” hayatı nasıl zindan ettiğinin kanıtı gibiydi Mavi.
Şiirler yazan Hasan'ı, Mutlu’yu tanır gibi ondan yıllar önce Turgut Uyar sanki Mavi’yi tanır gibi yazmıştı “Hasan’ın Mutluluğu”nu... Ve sanki Uyar, Muş-Tatvan yolunda devlete ve eşkıyalara inanmazken Hasan’a inanmıştı....
“hasan, sonuncu hasan
sözgelimi mustafa'nın kardeşi olan hasan
ölülerin de gözleri vardır hasan
beyaz da çirkin olabilir
sakindir uzay ve karnı toktur
her şeyi hazırlamıştır
beklemekten başka yapacak işi yoktur
sen hasan
sen hasan
senin hiç başka işin yoktur
mutluluktan başka
mutlu ol hasan...”
29 Haziran Pazar günü, saat 15:00’te Hasan’ın –ve Hasan gibi sayısız LGBTT’nin mutluluğu için yapacağımız Onur Yürüyüşü’nde görüşmek üzere... (BÇ/TK)
* Bawer Çakır, [email protected]