Harabelerin içinden duyulan acılı bir kemanın sesi tüm mahallede yankılanmakta.
Fazlasıyla tahribata uğramış tarihî binaların görkemi, ayakta kalabilmiş bazı zarif duvar oymalarıyla, asırlara dayanan mimari geleneğin tezahürü muhteşem kemerleriyle, sanki ilelebet silinmek üzere.
Gayet şık iki beyefendi her an başlarına yıkılabilecek evlerin arasından yürümekle kalmıyor, cephe duvarları devrilmiş bir binanın üst katına çıkarak performanslarını orada sürdürüyor.
Biri keman çalarken diğeri sesin ziyadesiyle amplifiye olmasını sağlayan çanta büyüklüğündeki cihazı bir elinde taşımakta.
Gerçekleştirmekte oldukları, vefatın arkasından yapılan bir anma konseri gibi değil de derin uykuya dalmış bir güzeli uyandırma, ona kaybettiği ruhunu iade etme ritüeline benziyor.
Müzisyen Fadıl esasen, 8 bin yıllık mazisiyle dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden Musul’a IŞİD tarafından susturulmuş sesini tekrar kazandırmanın peşinde.
Ne de olsa fanatik Müslümanlar kenti ele geçirdiğinde bir çok şey gibi müzik de yasaklanmış, Fadıl kemanını ve udunu evin içinde ihtimamla saklama yoluna gitmişti. Üç seneyi aşkın bir süre boyunca sırrının her an ortaya çıkabileceği korkusuyla yaşamış, evine IŞİD teröristlerinin gelerek kafasını mı keseceklerini yoksa ateşli bir silahla mı onu öldüreceklerini endişeyle düşünüp durmuş.
İşte tam da o zamanlarda kendine söz vermiş ve kâbus sona erdiğinde nadide memleketi Musul’un her köşesinde canlı müzik performansları gerçekleştireceğini taahhüt etmiş.

Dicle’nin kıyısında…
Kürt ve aynı zamanda Norveç’li sinemacı Zaradasht Ahmed Dicle’nin kıyısındaki arslanlar (Løvene ved elven Tigris/The lions by the river Tigris) adlı belgeseliyle Irak’ın kanayan bir yarasına tekrar bakmamıza vesile oluyor. 10 bini aşan ölüsü, halen toplu mezarlardan çıkan kimliği belirlenememiş cenazeleriyle Musul, tarihî ve arkeolojik mirasıyla da kültür ve sanat düşmanı IŞİD’in zalimliğine maruz kalmıştı.
2025 Norveç, Hollanda ortak yapımı 92 dakikalık filmin kahramanları allak bullak edilmiş eski hayatlarına dönmenin imkânsız olduğu bilseler de sahip oldukları kadim kültürün kaybolmaması ve yeni nesillere aktarılabilmesi için ellerinden geleni yapıyor.
Daha önce Ciwan Haco hakkındaki Diyarbekir’e giden yol adlı belgeseli çekmiş olan yönetmen ve görüntü yönetmeni Zaradasht (Zerdüşt desem?) zarif filmiyle Mezopotamya’nın zengin mazisine kısaca da olsa değmemizi mümkün kılıyor.
Danimarka’da CPH:DOX, Ermenistan’da Erivan Altın Kayısı Uluslararası Film Festivali, Yeni Zelanda’da Doc Edge, Ukrayna ile Bulgaristan’da OKO Uluslararası Etnografik Film Festivali ve Macaristan’da VERZIÓ katılımcısı ödüllü belgesel, savaş yorgunu coğrayada kâbustan yeni yeni uyanmakta olan kahramanlarıyla bizi tanıştırırken talan ve yağmacılığın halen bitmediğini de ispatlıyor.
Mantık çerçevesinde tartışma kapasitesinden aciz, kabahatli olduğunu asla kabul etmeyen, utanma duygusu kalmamış, ayıbın ne olduğunu zaten hiç duymamış arsızlarla baş başa kalmak hiç de kolay değil!

Yıkılan sadece malikâne olsa!
Filmin üç kahramanından ikincisi, muhteşem malikânesi karanlık günlerde IŞİD tarafından işgal edilmiş balıkçı Bashar, travmalarını haklı olarak atlatamamış vaziyette. Takriben 54 bin evin yıkıldığı Musul ve çevresinde Birleşmiş Milletlere göre kültürel miras vasfına sahip 8 bini kentin tarihî merkezindeydi. Zamanında mahalledeki her türlü kalabalık ananenin kutlanması için komşulara da tahsis edilen Bashar’ların tarihî köşkü IŞİD’in bomba imalathanesine dönüştürülmüş ve savaş sırasında bombalanarak infilak etmişti.
Mazi özlemi yüzünden melankoliye kapılmış Bashar bize Musul ve bilhassa Dicle nehrinin eski fotoğraflarını gösterirken toplumda kaybolmuş olan medenî davranış biçimlerinin, mütevazılığın, yardımseverliğin ve paylaşımcılığın, ahlâk sahibi olmanın değerini hatırlatıyor. Atletik bir yüzücü bedenine sahip babasının siyah beyaz fotoğrafları Musul’un bir zamanlar bugünden çok daha açık fikirli bir diyar olduğunu seyirciye ispatlıyor.
Lakin Bashar özdeşleştiği eski evinden bir türlü kopamıyor ve yıkıntıların arasından çıkabilecek, maziye dair ufak da olsa bir nesneden medet umuyor. Huzur bulabildiği sanki tek yermiş gibi bazen yere, yıkıntıların üzerine uzanıp uyumayı bile başarıyor. Fakat huzurunu talana gelmiş bazı gençler bozuyor; coğrafyanın ahlâki değerleri de yerle bir olduğundan onları başkalarının malına göz koymamaları gerektiğine dair ikna etmekte epey zorlanıyor ve aralarındaki tartışma şiddetle neticeleniyor.
Olanları haklı olarak hazmetmekte zorluk çeken Bashar halen hayatta olan babasına yıkıntıları eliyle kazıp bulduğu, balıkçılıkta kullandıkları ip tomarlarını götürüyor ve evin günün birinde yetkililer tarafından tekrar ayağa kaldırılmasının ümidiyle yaşıyor.
Beklenti hâlinde olmasına sebep olmuş, tarihî binaların yaşatılmasına dair söylentiden yola çıkarak Belediye Başkanının peşine düşüyor. Mafyavari tavırlara ve imaja sahip Belediye Başkanı, kortej ve korumalarının sansasyonel varlığı ortamı fazlasıyla kasıyor; alçak gönüllü ve terbiyeli kahramanımız derdini paylaşamadığı gibi kötü muameleye bile maruz bırakılıyor; olanlara aklı başında bir vatandaş olarak fazlasıyla şaşırıyor, inanmakta adeta zorluk çekiyor.

Eskileriniz layıkıyla değerlendirilir…
Filmin üçüncü kafadarı, belki de esas kahramanı Fakhri’yi belgeselin başında müzik cihazını taşıyan
bakımlı ve kibar beyefendi olarak tanımıştık. Kendisi de coğrafyanın ve Musul’un zengin mirasının IŞİD tarafından aşağılanmasının ve sözde İslami değerler yüzünden yok edilmeye çalışılmasının ne kadar vahim olduğunun farkında.
Arkeolojik eserlerin sergilendiği Musul müzesinin vandalize edildiği görüntüler hepimizin olduğu gibi onun da hafızasına kazınmış vaziyette.
Dolayısıyla kendine göre belirli bir estetiğe, kültürel veya etnografik özelliklere, tarihî veya arkeolojik değere sahip ne bulursa satın alıyor ve kurduğu şahsi müzesinin koleksiyonuna dahil ediyor. Mekânı Tophane’nin Çukurcuma mahallesindeki eskici ve antikacıları hatırlatıyor ya, neyse…
Fakhri daha önce ordu tarafından madalyalarla ödüllendirilmiş, herkes tarafından sevilen ve yakışıklılığı narsizm sınırlarını zorlayan bir şahsiyet.
Lakin filmin taşıyıcı unsuru, Bashar’ların yıkılmış malikânelerinin arslanlı kapı süslemesi Fakhri’nin saplantısısı hâline gelince işler neredeyse sarpa sarıyor. Fakhri sahiplerinin satmak istemediği arslanlı süsleme hakkında o kadar fikrisabit oluyor ki sonunda yakın dostu müzisyen Fadıl onu kendine getirmek zorunda kalıyor: “Adamın evinden ayakta kalan son şeyi istiyor olman sence doğru mu?” derken onu düşünmeye sevk ediyor; bir şekilde yağmacı ve talancı çapulcular sınıfına sokulmasına mani oluyor.
Lakin bu arada iddialı belediye yetkilileri eski binaları restore edip ayağa kaldırmaktan çok fiyakalı ama gayet sıradan alışveriş merkezleri propagandasına yoğunlaşıyor; mazisi asırlara dayanan tarihî değerleri yaşatmak zahmetli olacağından bu yapıcı faaliyet bir anda ikinci plana düşüyor.
Neyse ki Musul arkeolojik müzesinde parçalanmış eserlerin minnacık parçaları bile işin uzmanları tarafından sabırla birleştiriliyor; hatta uzun zamandır coğrafyada görülmeyen kuş sürüleri avdet edip semayı süslüyor.
Açık hava pazarında güvercin satıcılığı yapan ergenin gözlerindeki samimi heyecan ve akabindeki utanma anı insanlıktan halen medet umabileceğimizin işareti!
Bu arada, tiyatro sahnesinde erkekler çoğunluğu oluştursa da bir kadın oyuncu seyirciyi büyülüyor; üstelik büyümekte olan kız evladının tiyatro ve sanatla iştigal etmesi için elinden geleni ardına koymayacağını ifade ediyor…
Hayırlısıyla!
(RL/HA)







