Sömürge toplumların kültürel arkeolojisinde, pek de derin olmasına ihtiyaç duyulmadan yüzeysel bir kazı yaptığınızda ilk fark edilecek olan şudur: müstemlekeciliği kendinde hak olarak gören muktedir; müstemlekenin sadece yerini, yurdunu değil! Kimliğini, kültürünü, hafızasını da kendine “ait” görür.
Çünkü müstemleke insanı sonuçta insan bile sayılmayan, cahiller sürüsü olarak ifade edilen “alt-insan”dır. Kendilerinde olmayana, yani “kültüre” ihtiyaçları vardır. Bunu da ancak onlara “sömürgeci efendi” taşır ve bu taşı(n)ma işinde de mutlaka yerel aktörlere ihtiyaç duyulur.
Sömürgeci için müstemleke halkı ehlileştirmesi gerekendir. Bu sebeple kendisinin “efendi” olduğunu her fırsatta göstermeye çalışır. Sömürgeci, bir yönüyle patavatsızca teşhircidir. Yaptığını, sınır tanımayıp ölçü gözetmeden yapar. Hatta yapmayı her daim kendinde doğal hak olarak görür.
Sömürgeci; kimliğinde ısrar eden ve kendisine yaşatılanları unutmamak üzerine hafıza kuran yerkürenin “yeni lanetlileri”ni sevmez. Hem de hiç sevmez. Ona, sürekli der ki; ‘kimliğini reddet, ne yaşadınsa unut. Yeni bir kimlik sahibi ol, beyazlaş. Ve unut, unut ki senin için yeni bir yaşam kuralım’.
Oysa aslolan bir kimliği reddetmek için önce o kimliğe sahip olmak gerekliliğidir. Ve yeni bir yaşam; ancak geçmişte yaşanan-yaşatılanların unutulmaması, hafızanın inşasının diriliği ve bunun üzerine bina kurulması ile mümkündür.
Bir yazı çerçevesi içinde bu kadarı yeter olmalı. Önceki günlerde iki yılda bir yapılan Mardin Bieanali’nin 6.sı gündeme düştü. Çokça şahıs taşındı icraatın yerinde ifşası için. Açılışı ve şaşaası dört beş gün sürdü. Sergileri daha bir süre sergi mekanlarında teşhir edilecek(miş).
Medyaya düşen ve çokça tartışılan iki gösterinin izleğine vesile olsun diyedir benim önceki ve şimdi yazacaklarım.
İlki, açılış programındaki BaBa Zula etkinliğiydi. Elinde çaldığı kopuzuyla Mardin mekân vitrininde dedekorkut hikayesinden çıkmış biri ve peçesi dekoltesiyle yanıbaşında bir rakkaseydi sosyal medyada önümüze düşen.
İkincisi ise Arapça ve Kürtçe parçalar çaldığı için sahneden indirilen bir başka program için İstanbul’dan gelmesi sağlanmış ve bienalle programı buluşmuş bir DJ’ye reva görülenlere dairdi.
Bin yıldır dinletilen kopuz kültürü ve ‘size lazım olan kültür budur’ denilme derdinde olunanın bir kez daha müstemleke zihniyetiyle tezahürüne alkış mı, karşı durmak mı? Sanırım asıl mesele bu.
Dünyanın birçok yerinde sahne almış ve pek ünlü bir müzik grubunu (BaBa Zula) Kürt coğrafyasının misafir odasına getiriyor birileri ve içinden kendisince en manidar örneği alın size “efendinin kültürü”nü ve bununla eğlenin diyorsa!
Ve bir başka programda bienalin önemli bir sponsor yetkilisi çalınan Kürtçe müziği kast ederek “Bu tür müzikler çalınmasın diye İstanbul’dan dj getirdik” diyerek Kürtçe, Arapça müzik çalan dj’yi sahneden indiriyorsa!
Sizce söylenecek ya da yazılacak sahi ne olmalı. Bizim buralarda en olmadık durumlarda bile “Bi şey olmaz” mı denmeliydi yoksa! Ya da “misafir” deyip sineye mi çekilmeliydi! Hayır tabii ki…
Söylenecek söz şudur;
“Siyah ağızları susturan tıkacı çıkardığınız zaman, ne söylemelerini bekliyorsunuz onlardan? Size övgü okumalarını mı?
Dedelerinizin, enselerine basarak önlerinde secdeye vardırdığı bu insanlar başlarını yerden kaldırdıkları zaman, onların gözlerinde ne bulacağınızı sanıyorsunuz? Hayranlık parıltısı mı?” (Frantz Fanon - Siyah Deri Beyaz Maske)
Ve elbette hayır, önünüzde eğilerek sizleri efendimiz saymak mı! “İstemem, eksik olsun…” (cyrano de bergerac / edmond rostand)
Gidin, gidin kopuzunuzu başka yerlerde çalın. Kirletmeyin. Orası Musa Anter’in memleketidir…
Not: 6. Mardin Bienali’ndeki kimi “iyi” olduğu ifade edilen “iş”lerden azadedir yazdıklarım. Mevzuu meram müstemleke zihniyetini teşhirdir, hepsi bu…
Bir de kültür adına “iş” yaptıklarını her defasında dillendiren Mardin’de, Diyarbakır’daki suskun Mardinlileredir sözüm, susuyorsanız sebebi nedir?
(ŞD/AS)