Fransa’da Lyon yakınlarında geçtiğimiz hafta IŞİD ile bağlantısının olduğu bildirilen bir kişi tarafından kendine has vahşette gerçekleştirilen saldırı, sadece bu şiddetin Ortadoğu coğrafyasından Avrupa kıtasına geçişini göstermekle kalmayıp, Fransa’nın henüz atlattığı Charlie Hebdo saldırısının ardından Müslümanlara olan algının keskinliğinin de tekrar gündemde olduğunun gözlemlenmesine yol açtı.
Lyon’daki saldırıda, saldırganın eşi tarafından “Ev ile işi arasında mekik dokuyan normal bir Müslüman”, Fransa yetkilileri tarafından “radikal” olarak tanımlanan bu zanlı aslında bir nevi Avrupa’da yaşayan tüm Müslümanların da bu iki zıt kutupta beliren resmini çiziyor.
Bu durum, öteden beri Türkiyeli Müslümanların Avrupa’daki mekan hakkını taleplerini de etkilemiş ve etkilemekte. Fransa’nın uzun yıllardır sürdürmek istediği “sıfır göçmen” politikası, 2005 yılında Sarkozy’nin kanun tasarısı ve 2007 yılında Hortefeux kanunuyla birlikte dünya ekonomisinde yetenekli beyaz yakalı çalışanlara olan talep ve Fransa’daki bazı sektörlerde hala ihtiyaç duyulan düşük vasıflı işçi eleman açığını kapatmak için “seçici” göçmen diğer bir deyişle de “kullan-at göçmenlik” yaklaşımına geçişte “seçilen” göçmenlerin başarılı bir entegrasyon için ön-koşul olduğunun da altı çiziliyor.
Bununla birlikte, 2003 yılında “Karşılama ve Entegrasyon Kontratı” çerçevesinde de Fransa’ya gelen göçmenler için Fransızca dil dersleri, sosyal haklara erişim ile cumhuriyet ve vatandaşlık değerlerinin aktarımını içeren bir ders programı da yürürlüğe girdi. Fakat ne Fransa’nın ulusal kanun ve yönetmelikleri ne de Avrupa Birliği’nin Göçmen Entegrasyonu için Ortak Temel Prensipleri, göçmenlerin etnik ve dini kimliklerinin yasalar nezdinde görünmezliğin önüne geçebiliyor. Öyle ki, Ortak Temel Prensipler’in 8. Maddesi dini kimliklerin varlığına işaret ederken aynı zamanda bu kimliklerin Avrupa değerleri ve söz konusu ülkenin ulusal yasalarıyla çelişmediği takdirde yaşanabileceğini belirtiyor. Peki, Türkiyeli Müslüman göçmenler çelişmeden kimliklerini nasıl yaşayabiliyorlar?
Olası bir çelişkiye karşı konumlanan Türkiyeli Müslüman göçmen işçiler, 1966 yılında başlayan Fransa’ya göçmenlik süreçlerinde her ne kadar önceliği ekonomik durumlarını iyileştirmeye verseler de, geçici/ rotasyona bağlı göçmen alımlarının yerini uzun süreli Fransa’ya yerleşmeye bırakmasıyla, Türkiyelilik ve Müslümanlık kalıcı farklıklar olarak (Kastoryano, 2000) yer etmeye başladı ve kamu alanında görünürlüklerini kazanma çabasına önayak oldular.
Bu görünürlük, ilk olarak göçmenlerin çalıştıkları fabrikalarda Cuma namazları için alan talepleriyle daha sonraları ise banliyöde yaşadıkları evlerin boş alanlarını sürekli ibadet merkezleri haline getirme istekleriyle şekillendi. Öyle ki göçmenlerin dini kimlikleri, Leveau ve Hunter’a (2002) göre, ekonomik dalgalanmalarda işsizlikle karşı karşıya kalan bu işçilerin zor zamanlarını atlatmada büyük bir teselli halini de aldı. Aile birleşimleriyle artan nüfuslar sonucunda ise bu alanlar yetmemeye başladı. Milli Görüş hareketi ve daha sonraları Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak kurulan Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DİTİB) camiler kurdu. Paris, Lyon, Strasbourg gibi şehirlerinde yapılan bu camiler, Fransa’nın temelini oluşturan laiklik ilkesi gereğince ve 1981 yılında Autain kanunuyla gelen “yabancılara” tanınan dernek açma hakkıyla beraber, “dostluk”, “dayanışma”, “kültür” dernekleri adında içlerinde birer Türk marketi, ulusal ve dini bayramların yanısıra düğün ve sünnet gibi kutlamaların da yapıldığı lokallerin bulunduğu küçük birer göçmen mahallesi oluşturdular.
İdeolojik farklılıklarının yanı sıra, bünyelerinde bulundurdukları cami sayısıyla da ayrışan bu iki kurumdan DİTİB, Türkiye ile Fransa arasında tanınan ilk transnasyonel organizasyon olurken, bu derneklerde Türkiye’de üç aşamalı bir sınav sonucunda başarılı olan din görevlileri Türkiyeli Müslüman göçmenlerin kültürel ve dini değerlerini korumaları ilkesiyle 1 ila 4 yıl arasında görevlendiriliyor. Burada, imam, müezzinlik, vaizlik, Kuran hocalığı ile rehberlik ve danışmanlık hizmetlerini veren dini görevliler, Fransa nezdinde “sosyal asistan” olarak belgeleniyor.
Türkiye’de din görevlisi, Fransa’da sosyal asistan olan bu “imam”lar, göçmenlere asimile olmadan entegre olmayı öğütlüyor (1) ve böylece (Fransa kamuoyu yoklamalarında sürekli olarak bir tehdit olarak görülen İslam’ın Venelles Valisi Robert Chandon’un artan sayıdaki Müslüman göçmenler için aldığı, 2027 yılına kadar İslam’ı yasaklama isteğiyle birleşmesiyle) anlam kazanıyorlar.
2013 yılında International Policy Council’in Fransa’da yaptığı bir araştırma, Müslümanların entegrasyona engel olarak İslam’ı ve kültürel farklılıkları gerekçe gösterdiklerini belirtiyor. Bununla beraber, İslam’ın sembollerinin kamusal hayatta görünürlüğüne karşı artan direniş, Fransa halkının sadece yüzde 18’inin Fransa’ya yeni camiler yapılmasını desteklediğini de öne sürüyor.
Bir yandan entegrasyonla amaçlanan açık toplum diğer yandan göçmenlerin varlığı ile ulusal bütünlüğün çatırdayıp yarattığı paralel (Finkielkraut, 2013) ve/veya bölünmüş (Maurin, 2004) toplumlar, İslam’ın nasıl anlaşıldığı ile günlük pratiklerde nasıl yer aldığını üzerinden şekillenrken, çoğunlukla stigmatize oluyor. Öyle ki içeriden din görevlisi yetiştirme politikaları, Türkiye’den değil, o ülkeye göç eden göçmenlerin ya Türkiye’de ya da o ülkelerde dini eğitim alarak, bulundukları ülkede göreve başlamalarını öngörerek, belki bir yandan “meslek” olarak tanınmasına aynı zamanda da kontrollü Fransa İslamına katkıda bulunmayı amaçlıyor.
Bütün bunlar ışığında, Fransa’da “normal” bir Müslüman nasıl olunabilir?
Normalliğin tanımı ile Müslümanlığın değişmez birer unsur olmaktan çıkarılıp, sürekli değişen, sadece sonradan vatandaşlığa kabul edilmiş göçmenlerle Fransa kamuoyu arasında değil, göçmenlerin geldikleri ülkelerin politikalarının da birer aktörü olduklarını unutmamak bu süreci olumlu yönde etkileyebilir. (IE/ÇT)
(1) Bu bilgiler, Paris’te Carrieres sous Poissy bölgesinde bir dernekte 2007 ve 2011 yılları arasında görev almış bir din görevlisi ile yapılan derinlemesine görüşmenin sonucunda edinilmiştir.
Referanslar:
Finkielkraut, A. (2013). L’identité Malheureuse. Paris: Editions Stock
Kastoryano, R. (2000). Kimlik Pazarlığı: Fransa ve Almanya’da Devlet ve Göçmen İlişkileri. İstanbul: İletişim Yayınları
Leveau, R. , Hunter, S.t. (2002). Islam in France. Hunter, S. T (Ed.) Islam, Europe’s Second Religion: The New Social, Cultural and Political Landscape. Connecticut: Praeger Publishers
Maurin, E. (2004). Le Ghetto Français: La République des Idées. Paris:Seuil
Internet:
International Policy Council Araştırması: http://www.gatestoneinstitute.org/4113/france-muslim-integration
Ortak Temel Prensipler: http://www.eesc.europa.eu/resources/docs/common-basic-principles_en.pdf
Robert Chandon’un İslam’ı Yasaklaması: http://america.aljazeera.com/articles/2015/5/15/french-mayor-aims-to-ban-islam-from-france.html