Bundan yaklaşık üç ay önce Etiler'de bir çöp konteynırında cesedi bulundu çocukluktan ya da gençlikten genç kadınlığa geçmek üzere olan Münevver'in; bedenini başından ayırmışlardı. O gün bugündür Münevversiz bir günümüz geçmedi medyada.
Unutulmasındansa, o güzel çocuğun anısının taze kalmasını yeğ tutarız kuşkusuz. Münevver'in katlinden daha yakın bir tarihte, yaklaşık yirmi gün önce Mardin'in Mazıdağı ilçesi Bilge (Zanqirt) Köyü'nde 44 kişinin öldürüldüğü bir katliam yaşandı. Bu katliam hakkında hatırı sayılır ölçüde sosyolojik, siyasi değerlendirmeler yapıldı, Meclis İnsan Hakları Komisyonu olay hakkında rapor düzenledi. "Batı'ya rezil olduk" diyen ya da katliamı katillerin Kürt olmasıyla doğrudan ilişkilendiren, insanın kanını donduracak ölçüde ayrımcı değerlendirmelerin yanı sıra azınlıkta da olsa, katliamın nedenini Kürt sorununda arayan bu bağlamda koruculuk müessesini tartışmaya açan vicdanlı yorumlar medyada kendine yer buldu. Ancak yine de zamanın kaçınılmaz etkisinden Mardin katliamı da muaf kalamadı. Daha az konuşulur daha az hatırlanır oldu.
Caniliğin sınırı
Münevver'in katli ise boş konuşmalar, dedikodular, malumat yoksunu söylentilerle gündemdeki yerinden milim kıpırdamıyor. Her gün cinayetin şüphelisi C.G. ve isimlerini bilmediğimiz başka şüphelilere dair yeni bir haber çıkıyor, her gün adli tıp raporlarından elde edilmesi becerilmiş yeni bölümler, cümleler okuyoruz... Öte yandan hiçbir şeyin kaynağı tam olarak belli değil, hiçbir şey kesin değil... Buna rağmen örneğin Cerrahpaşa Adli Tıp Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Sevil Atasoy çıkıyor ve "Bu benim için yeterince 'canice' sayılmaz daha neler gördüm" diyor... Katliamlar, canilik, cinayetler üzerine tartışılacaksa bile tartışmanın yolu böyle ağzına geleni söylemek midir acaba? Cinayetin tıbbi olarak derecelendirilmesi kamuya yönelik bir açıklamaya konu edilebilir mi? Zira, böyle bir cümle ne 'daha kötüsü de varmış' diye bir teselli olabiliyor, ne de bir bilgi kaynağı teşkil ediyor.
Son haftalarda bir de "satanist ayin" iddiası çıktı ortaya. "Kopkoyu ve tarifsiz bir acı içindeki bir babanın ağzından çıkan her söz bu kadar kolay haber yapılmalı mı acaba?" diye sormaktan ala koyamıyor insan kendini. Peki neden Mardin'i unutuyoruz da Münevver'i uınutmuyoruz? Neden ürpererek de olsa bu haberleri, detayları okumaktan kendimizi alamıyoruz?
Michel Foucault Gözetleme ve Cezalandırma adlı eserine Damien'in yok edilişini anlatarak başlar. 16. yüzyılın affedilmez suçlarından birini işleyen Damien iki bacağı ve iki kolundan dört ayrı yöne koşturulacak atlara bağlanır. Hayvanlar kamçılanıp harekete geçtikten kısa bir süre sonra suçlunun bedeni dörde ayrılır, her parça kendi içinde kıpırdanmaya, bir süre yaşamaya devam eder. Kral hem suçluya cezasını hem de halka gözdağı verir. Bu yok etme-seremonisini halk son anına kadar ıslıklarla, tezahüratla izler. Halka açık işkencelerin seyircisiyle aramızdaki bir fark yok gibi görünüyor. Neden peki? Medya da, biz de neden gözümüzü bile kırpmadan bu hikâyeden geriye kalanları, uydurulan fantezileri şehvetle izliyoruz?
Belki kafası bedeninden ayrılanın "biz" olmadığımıza seviniyoruz, belki hayat çok sıradan ve o "kanlı" anın yaşattığı yabancılaşmaya muhtacız. Belki şöyle, belki böyle. Peki ya gazetecinin sorumlulukları ve hakları? Medya etiği? Kimi zaman anlaşmalar, beyannameler, bildirgeler sizi beni, hepimizi kendimize getirmek için değil midir? Ya da Kant'ın insanda olduğuna inandığı iyi ve ahlaklı olana yönelme potansiyeli? Hırsızlık yapabilecek durumdaysam ve içimden geçiyorsa bile yapmaktan kendimi ala koyma gücüm? Münevver'in anısına dokunabileceksem bile dokunmama ahlakı?
Kestirmeden sonuca varmak
Bugünkü Münevver konusu da konuyla yakından ilgilenen Ayşe Arman'ın ailenin avukatıyla yaptığı telefon söyleşisinden çıktı. Adli tıp raporunda Münevver'in iç çamaşırında sperme rastlanmış ama cinsel ilişki yokmuş. Bu nasıl olurmuş? Acaba Cem ve orada olduğu sanılan başka erkekler mi sevişmişler? Eşcinsel bir ilişki mi söz konusuymuş? Adalet bu soruların yanıtlanmasıyla tecelli edecek ya, soralım! Avukat bey de hem medyayı eleştiriyor, hem bir önceki röportajında kendisinin de fazla konuşmuş olduğundan şikâyet ediyor ama yine de konuşmaktan vazgeçemiyor, diyor ki cevaben: "Bu insanlar cinsellikten değil, şiddetten zevk alıyorlar. Sadizm ve narsizm duygularını tatmin etmeye çalışıyorlar. Bu cinayeti de bu yüzden işlemişler. Mesele seksle değil, zaten Cem'in, Münevver'in dışında başka kız arkadaşları varmış, Münevver'in haberi yokmuş tabii."
Katillerin, eğer birden çoklarsa tabii, sadizm ve narsizm duygularını tatmine çalıştıkları bu kadar kolay varılacak bir sonuç mu? Bunu söyleyecek merci avukat mı? Bunlar da hem davanın gidişini bulandıracak hem de ailenin acısını katlayacak ifadeler değiller mi? "Şiddetin pornografisi" yapılıyor diye şikâyet ediyor ama kendisi de bu çemberin dışında çıkmayı başaramıyor gibi görünüyor. Ama Ayşe Arman, Münevver'le cinsel ilişkiye geçilmediği raporlanmışsa o zaman o spermlerin nereden çıktığını tahmin yoluyla bulacak, kararlı. Bir de bu olaydan sorumlu gazeteci olarak avukatın ağzından birkaç cümle daha almak gerekiyor tabii... Avukat durmuyor, devam ediyor: "Bazıları kendilerinden söz edilsin isterler. İyi ya da kötü söz edilmesinin bir önemi yoktur, yeter ki söz edilsin. Onda da böyle bir durum görüyorum. O yüzden hâlâ zevk almaya devam ettiğini düşünüyorum..."
Evet belki bazıları kendisinden söz ettirmek ister, bazıları da onlar hakkında konuşur dururlar... Apaçık.
Acilen, medyanın, medya tüketicisinin, bizlerin Münevver'in ailesinin durmaksızın örselenen haysiyetini, derin ve sonsuz acısını hesaba katmaya başlamamız gerekiyor. Cinayetin çözülmesi, adaletin tecelli etmesi için de bu daha uygun bir yol gibi görünüyor.(NZ/EÜ)