Bir barış mitinginde iki bomba patlıyor. 100 insan hayatını kaybetmiş (1), yüzlerce yaralı: Aralarında çok sayıda muhalefet partilerinin üyeleri, sendikacılar ve sivil toplumdan genç, barış aktivistleri.
PKK’nin tek taraflı ateşkes ilan etme kararına ve ulusal yasa rağmen askeri güçler, Türkiye’nin doğusunda PKK hedeflerine hava saldırıları düzenlemeye devam ediyor. İç savaşın patlaması an meselesiymiş gibi duruyor. Avrupa’nın harekete geçmesi ve eylemsiz kalmaması için gereken somut neden, aciliyet şimdi tam anlamıyla ortada: Türkiye’deki çatışma iç savaşa dönüşmeden Avrupa harekete geçmeli!
Velakin, Avrupa ülkelerinin Türkiye politikasında başka alametler var. Geçtiğimiz haftalarda özellikle Avrupa’daki artan sığınmacılardan sebepli - Angela Merkel ve Jean- Claude Junker önderliğinde-, ‘mülteci sorunu ile mücadele’ konusunda tekrar ve tekrar ısrarcı bir tutum sergileniyor ve AB, Tayyip Erdoğan’ı kilit partner ilan etti.
Başka kim mültecileri bizden uzak tutacak?
Türkiye’de kayıtlı iki milyona yakın Suriyeli mülteci bulunuyor. Avrupa Birliği üye ülkelerinin istemediği mülteciler bunlar. Bu iki milyon insanı Türkiye’de iyi bir geleceğin beklediği öngörülüyor; en azından Avrupa müesseselerinin resmi çizgisi bu yönde. Mültecilerin Avrupa’ya geçişini önlemek (Erdoğan’ın ‘kilit partner’ rolüyle) AB’de öncelikli Türkiye politikasıymış gibi gözüküyor. Bu arada Türkiye’nin kendi içinde nasıl bir mültecilik durumu yaratabileceği fikri tamamen es geçiliyor.
Askeri güçler tarafından düzenlenen saldırılar ve çatışma ortamından ötürü geçtiğimiz aylarda yüzlerce insan hayatını kaybetti. 1 Kasım genel seçimleri öncesi bu kaos durumu Erdoğan ve onun AKP’sinin gayet de işine geliyor: Hedef ne pahasına olursa olsun HDP’nin tekrar meclise girmesini engellemek. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, bu durumu oldukça doğru tanımlamış: “Türkiye’de AKP’ye oy veren herkes yurttaş, geri kalanlar değil.”
“Erdoğanlar” geri kalan tüm muhalefeti, her yolla mücadele edilmesi gereken devlet düşmanı ilan etti. Böyle bir politikanın hem Türkiye’yi hem de bölgeyi daha istikrarlı bir hale getirebileceğini düşünmek sadece saflık değil aynı zamanda tehlikenin ta kendisi.
Erdoğan’ın elinden karar alabilme gücünü almalıyız.
Çünkü Türkiye’de 18 milyon Kürt yaşıyor. Azımsanmayacak sayıda başka muhalifler, azınlıklar da yaşıyor: lezbiyenler, geyler, translar, interseksler, Ermeniler, hükümeti eleştiren gazeteciler, Aleviler... Bu insanlar baskı, takip ve şiddetin hedefi oluyorlar. Barışçıl, eşit haklara sahip bir gelecek bu insanların ellerinden alınmamalı. Fakat bir iç savaş için tam da bu gerekli.
Mültecilik sorunu ile mücadele eden bir Avrupa Birliği konusunda ciddiysek, çok şey değişmeli: Ticaret politikaları, balıkçılık ve tarım, güvenlik ve dış politika... Ama tam şu an, mültecileri savuşturmak üzerine değil, tam tersi insan haklarını korumayan, barışa ve anlayış üzerine inşa edilmiş bir Türkiye politikasına ihtiyaç var. Türkiye hükümeti Avrupa’dan gelecek desteğe muhtaç. Avrupa Birliği ve üye ülkeleri müzakere süreçlerini sorumlukla kullanmalılar. Hafta sonu Almanya Başbakanı Angela Merkel (2) Türkiye’ye gittiğinde, kendi iç hesap hesapları ile Erdoğan’la fısıldaşarak yapılacak kirli bir anlaşmayla baştan çıkmamalı. Çokça övünülen Avrupa değerlerine bu yakışmaz. (TR/ÇT)
(1) Burada ifade edilen sayı, çevirmenler tarafından yazarın bilgisi dahilinde güncel sayılarla değiştirilmiştir.
(2) Yazı, Erdoğan-Merkel görüşmesinden önce kaleme alınmıştır.
* Terry Reintke, geçtiğimiz haftasonu mülteci ziyareti için Türkiye'ye gelmiş, Ankara katliamından sonra programını iptal edip Ankara'da bulunmuştu.
* Handelsblatt gazetesinde yayınlanan bu yazıyı Gülnur Öztaş ve Onur Fidangül bianet için Türkçeleştirdi.
** Fotoğraf: İslam Yakut - İstanbul/AA