"Avrupa bize yardım etmezse AB'den çıkarız" tehditleri İtalya İçişleri Bakanı Roberto Maroni'nin Kuzey Afrika'dan İtalyan topraklarına akan 30 bini aşkın mülteciyle baş edemediğinin itirafı gibiydi.
Aynı çirkef tavırla bu sefer Roma Belediye Başkanı Gianni Allemanno, hatta saygın tavırlı Ekonomi Bakanı Giulio Tremonti de böyle giderse Schengen anlaşmasını rafa kaldırırız gibi sözlerle AB'ye gözdağı veriyor gibiydiler.
2010 senesinde Fransa'nın 51 bin, Almanya'nın 48 bin, İsveç'in 38 bin mülteciyi kimsenin yardımına başvurmadan kabul ettiğini yok sayan İtalyan yetkili makamları taze mültecileri çaktırmadan diğer Avrupa ülkelerine postalayabilmek için geçici izinlerle donatıyordu.
Tam da bu arada Avrupa Adalet Divanı İtalya'nın 2009 yılında yürürlüğe soktuğu mültecilerle ilgili güvenlik paketini Birliğin ilkelerine aykırı bulup iptali yönünde görüş bildirdi. İçişleri Bakanı Maroni sözkonusu karar hakkında "Bize gereksiz pürüzler çıkarıyorlar; mültecileri ülkelerine yollamak şimdi imkânsız oldu, niye her zaman ve sadece İtalya?" derken şamaroğlanı rolüne bürünüyordu.
Buna karşın çizmenin AB parlamenterlerinden Demokrat Partili Pier Antonio Panzeri "İtalya Kuzey Afrika'dan gelen mülteciler konusunda şizofrenik bir tutum sergilemekte; bir yandan AB'den yardım dilenirken, diğer yandan kendi kurallarını empoze etmek istiyor" deyiverdi.
UDC Partisinin lideri Casini, Berlusconi'nin her türlü olayda "çocuk yiyen" komünistleri suçlamasından yola çıkarak "bakalım bu defa Avrupa hâkimlerini de komünistilikle suçlayacak mı?" diye sordu.
Vatikan'ın göçmenlerle ilgili konseyinin başkanı Agostino Marchetto da aynı kararın İtalyan hükümetinin insan hakları ve haysiyetine aykırı uygulamalarını gözden geçirmesine vesile olması temennisinde bulundu. Eh, ne de olsa İtalya insan hakları ihlalinde üst sıralarda olmaya devam ediyor.
Her zamanki müzakereler
Fakat olanlar olmuş, seçim öncesi zaten kan kaybetmekte olan Sarkozy, Berlusconi Hükümetinin prosedüre aykırı davrandığını hatırlatacağına sınırları Fransa'ya girmeye çalışan Kuzey Afrikalılara kapatıverince gün geçtikçe oy potansiyeli artan aşırı sağcı Madame Le Pen'in ırkçı çizgisini benimsemiş oldu.
Eski dostları Kaddafi'nin topraklarına müdahale konusunda zaten bir komedi sergileyen AB çatlıyor muydu? Fransa ile İtalya arasındaki birkaç günlük diplomatik gerginlikten sonra iki ülkenin sevimli lideri buluşarak anlaşmazlık konuları Libya'ya askerî müdahale ve mültecilerin akıbeti dışında çözüm bekleyen ticari konuları da tartışarak gülümseyen suratlarıyla olayı tatlıya bağladılar.
İtalya'nın süt devi Parmalat'ın Fransızlar'a satışı ve Avrupa Merkez Bankası'nın başına İtalyan Mario Draghi'nin getirilmesi sanki pazarlığın ana unsurları gibiydi. Financial Times'a göre Paris'in onayladığı yeni Mister Euro'ya artık ihtiyatlı Almanlar bile destek vermeye hazırdı. Aynı gazeteye göre kariyerindeki uluslararası geçmişi Draghi'yi İtalyanlığından yeterince soyutlamaktaydı; yemek ve moda muvzubahis olduğunda tamam da, bir bankacı sözkonusuysa ne de olsa "made in Italy" ciddi bir engel oluşturabilirdi.
Bu arada İtalya'da kıyamet kopuyor, mültecilerin oluşturduğu kargaşa sırasında teröristlerin de memlekete sızabileceği korkusu sık sık hatırlatılırken, devrilen diktatörlerin yerine aşırı İslamcı rejimlerin kurulması ihtimali de tedirginlik unsuru olarak kullanılıyordu.
Sayıları her geçen gün artan mültecileri küçücük Lampedusa adasına sıkıştırarak yaratılan işgal korkusu kuru gürültünün bir parçası oldu, oysa AB Frontex ve Europol gibi kurumlarını harekete geçirmekle kalmamış, 25 milyon euroluk bir meblayı İtalya'nın hizmetine sunmuştu.
Fırsat bu fırsat, Berlusconi de adaya ziyarette bulunduktan sonra Lampedusa'lılara hemşehriliğini açıklayıp orada bir villa satın aldığını duyurdu; kısa bir süre sonra bunun da gündem yaratmak için uydurulmuş bir balon olduğu anlaşılacaktı. Bu arada, resmen kabul edilebilecek mülteci sayısı kısıtlı olduğundan geri göndermeler de başlamış, tüm Afrika kıtasından Akdeniz kıyısına, Avrupa'ya geçmek üzere gelen binlerce mültecinin püskürtüldüklerinde akıbetlerinin ne olacağı umursanmıyordu; zaten bir kısmı henüz İtalyan topraklarına adım atamadan batan teknelerde telef oluyordu.
Bu arada İtalyan Anayasasında savaşa katılım öngörülmemesine rağmen Libya'ya saldırı konusunda İtalyan birliklerinin gittikçe artan dahli karşısında Kaddafi samimi dostu Berlusconi'ye köpürerek karşılık vereceğini açıkladı.
Dışişleri Bakanı Frattini "Tehditler bizi ancak kamçılayabilir" diye kükredi. Sahra'nın kıyısındaki İtalyan yatırımları ve petrol rezervleri heba olmasın diye, hâlâ sürmekte olan Afganistan hezimetinden sonra İtalyan ordusu bir kez daha görevdeydi; alarm vaziyetine geçildi, Libyalı liderin elindeki silahların menzili gündem oluşturdu.
İtalya Osmanlılarla savaş sonrasında Libya'yı işgal edişinin 100'üncü yıldönümünde yine saldırıyordu. Kendilerine danışılmadan alınan bir karar olması münasebetiyle Berlusconi, koalisyon halinde olduğu ayrılıkçı Lega Partisinden ağır eleştiriler almaya devam etti: " Fransa'nın sömürgesi olduk!" Bin Ladin'in ortadan kalktığına dair haber bile ABD'nin yumuşama politikasının olası işareti olarak değil de, El Kaide'nin misilleme fırsatı olarak değerlendirildi, güvenlik önlemleri artırıldı.
Geçtiğimiz günlerde Roma'da muhteşem bir törenle selefini azizlikten bir alttaki mertebeye, beato'luğa taşıyan Alman Papa'nın Venedik ziyareti normalden daha da sıkı güvenlik önlemleri içerisinde gerçekleşti. Oysa Aquila depremi dahil, buna benzer olağanüstü olaylarda müdahalesiyle tanınan Sivil Savunma Örgütünün eski yöneticisi Bertolaso'nun yolsuzlukları, ne yazık ki tam da bu günlerde ayyuka çıkmıştı.
Kimliğinden kuşku duyanlar farklı kültürlere kapalı
Eski İtalyan Dışişleri Bakanlarından Gianni De Michelis'in de katıldığı bir konferansta Avrupa'nın korkularını yenerek Kuzey Afrika'yla entegrasyona geçmesinin zamanının çoktan gelmiş hatta geçmekte olduğu hatırlatıldı.
Nazi kamplarında yaşadıklarını Nekropol adlı kitapla ölümsüzleştiren Sloven azınlığından 98 yaşındaki Boris Pahor "Kamplarda sadece Yahudilerin, eşcinsellerin veya Romanların yok edildiğini sanmayın, rejim muhaliflerinin tutulduğu birçok kamp vardı; Avrupa ve İtalya'da hâlâ bazı konular açık açık konuşulmamakla kalınmıyor, faşizmin ve çeşitli milliyetçiliklerin kara gölgesi üzerimizde dolaşmaya devam ediyor" dedi - bakınız Hollanda, bakınız Finlandiya. Türkiye'de de yayımanan Akdeniz'in Kitabı adlı eserin yazarı, Mostar doğumlu çok dilli Predrag Matvejevic ise göçmenlerin sayısına istatistiksel bir veri gibi bakıldığını, İtalyanca'da konuyla ilgili terimlerin bolluğunun başka dillerde asla olmadığını söylerken devletin sorunla baş etme konusundaki başarısızlığıyla ters orantı oluşturmasına da dikkat çekiyor gibiydi.
Çok ve tumturaklı konuşan İtalyan halkının acılı geçmişinde dünyanın her kıtasına göç etmiş yüz binlerce soydaşı olduğu unutuluyor muydu? AB eski parlamenterlerinden Giorgio Rossetti'nin yönettiği bir diğer toplantıda sadece kendi kimliğinden kuşku duyanların farklı kültürlere kapalı olduğu ve Avrupa'nın bakışını doğudan güneye doğru çevirmesi gerektiğine dair görüş bildirildi.
AB'nin Akdeniz'le uyumlu bir kimlik yaratmayı becermesinin, gittikçe yaşlanmakta olan İtalyan halkının Kuzey Afrika'nın genç nüfusuyla entegrasyonu sonucunda mümkün olabileceği ifade edildi.
Cezayirli sosyolog ve politikacı Khaled Fouad Allam da Avrupa'nın bu kriz sırasındaki duruşunu tamamıyla yetersiz bulduğunu, Türkiye'siz Akdeniz'in kontrolünün mümkün olamayacağını, AB'nin Ankara'yı dışlayarak gücünden çok şey kaybettiğini, durumu bir tek İtalya'nın kavradığını belirtti: "Rusya Avrupa'nın batışını izlemekle meşgul, sonradan Arap dünyasıyla AB arasında aracılık etmek için... özellikle İsrail'le İran arasında bulunan, Şii ve Sünni karşıtlığının yoğun yaşandığı ülkelerden Suriye'deki isyan, Türkiye'nin jeopolitik rolünü daha da artırmakta" diye devam etti.
Kabuğuna kapanan Avrupa, eskiden Romalıların Mare Nostrum (bizim denizimiz) dediği Akdeniz'e tekrar hâkim olabilmek için ABD, Çin, Hindistan hatta Japonya gibi rakipleriyle de epey cebelleşecek gibi duruyor, oysa zamanında davranarak demokrasiyi acilen tüm bölgeye yaymak mümkün olabilirdi!
Schengen iptal mi?
Göçmenlerin bir kısmının Sicilya'da bir zamanlar ABD'li askerlerin ailelerine tahsis edilmiş, kuş uçmaz, kervan geçmez Mineo'ya yerleştirilmesi bir lütuf gibi gösterildi, muhalefetin bu konudaki tutumu her zamanki gibi fazlasıyla pasif kalıyordu.
Memleketin çeşitli mülteci kamplarındaki insanlık dışı muameleler yüzünden zaten standartların çok altındaki tesislerde isyanlar ve karşılığında şiddet ayyuka çıktı, durum kontrol edilemez bir kaosa dönüştü.
"Ne istiyorlar?" Yabancı düşmanlığının günbegün arttığı İtalya'da sığınmacılara sağlanan imkânların zaten çok fazla olduğunu düşünen vatandaşlar, Katolik vicdanlarını Afrika'daki çeşitli yardım kuruluşlarına katkıda bulunarak rahatlatmış durumdalar, zaten düşmekte olan hayat standartlarından da mı ödün verecekler?
Politik tavrından ödün vermeyen hatta bu vesileyle bir kahraman gibi ortaya çıkan bir İtalyan ise sinema oyuncusu Valeria Bruni Tedeschi. Kızıl Tugaylar tarafından tehdit edildiği için 70'lerde Fransa'ya kaçan zengin bir iş adamının kızı, Fransa'nın First Lady'si Carla Bruni'nin de kumral ablası. Ailesini ve özellikle antipatik kız kardeşini gayet samimi bir şekilde teşhir ettiği, üstelik özbeöz annesini oynattığı ve şahsen yönettiği iki filmi dışında Valeria, eniştesine inat, şu anda tüm Avrupa'nın yüzünü kızartan bir filmde de başrolde.
Ünlü Fransız yönetmen Romain Groupil militan tavrıyla bu defa göçmenlik konusunu, özellikle çocukların gözüyle işliyor ve "Eller yukarı" adlı eserle seyirciyi günümüzde uygulanan acımasız Schengen kurallarının sonuçları ve ayıpları üzerine düşünmeye sevkediyor.
Kimbilir... önümüzde İtalya'nın bazı bölgelerinde yerel seçimler var... geçtiğimiz günlerde Başbakanla fazla uğraşan savcılara Kızıl Tugaylar sıfatını uygun gören posterlerin süslediği Milano'nun Belediye Başkanı Bayan Letizia Moratti'nin koltuğu bile sallantıda ama, belli olmaz... yakın gelecekte, ünlü liderin halefim olarak telaffuz ettiği Tremonti ülkeyi yönetmeye başlarsa belki İtalya gerçekten Schengen Anlaşmasından çıkar... o zaman, Orta ve Kuzey Avrupa'nın katı tavrını benimsemek zorunda kalan sıcak Akdenizli İtalyanlar da vizede kolaylık sağlarlarsa, siyasi sığınma hakkı artık ender olarak tanınan vatandaşlar da, birilerine boşuna para akıtmak ve yollarda helak olmak zorunda kalmazlar....(RL/EÖ)