“Boğa güreşi bütünü ile boğanın cesareti, düşünce biçiminin yalınlığı ve deneyimsizliği üzerine kurulmuştur." Ernest Hemingway, “Öğleden Sonra Ölüm”de boğa güreşini anlatan yazısına böyle başlıyor.
Cesaret, düşünce biçiminin yalınlığı ve deneyimsizlik. Bunları alın istediğiniz bir yerine koyun hayatınızın.
Boğa’nın aklı yalnızca yaşamaya ve yaşamını tehdit eden şeyi ortadan kaldırmaya yönelik basit bir mantık üzerine kurulu. Ne başkasının hayatını yok etmeye yönelik keyif oyunları oynuyor, ne de karmaşık, planlı cinayetler işliyor. Boğanın basit ama mutlu çizgisini, hiç ait olmadığı kocaman bir arenada ölüm oyunu için değiştirmek ise, insan aklının ürünü.
Benim gönlüm boğalardan yana oluyor
“İnsan özünde kötü müdür, değil midir? “ tartışmasının tam göbeğinde bir şey; ölüm oyunları.
Ama hemcinslerimizin ruhlarının karanlık yönlerinden ve binlerce yıllık gelenekten beslenen boğa güreşi inanılmaz bir ritüel içinde yapılıyor.
Sizi bilmem ama benim gönlüm, matadorlardan değil de hep boğalardan yana oluyor. Üstelik o matadorların pek çoğunun öykülerinin en az boğalar kadar acıklı olduğunu bilmeme rağmen.
Arena’daki boğa, ölüm oyununa yalnızca kırmızı bir pelerinin onu kızdırması ile girişmiyor. Önce banderillalarla şişleniyor, kanı akıtılıyor ve yoruluyor. Güreşi yöneten kişi onun yeteri kadar yaralanmadığına veya kızdırılmadığına karar verirse önüne kırmızı bir mendil asıyor. O zaman, daha uzun ve ucu çatal gibi olan banderillas negraslarla şişleniyor boğa. Yeşil mendil ise boğanın güreşinin beğenilmediğini ve ağılına geri gönderilmesini işaret ediyor. Yani mücadele etmeyen boğa hayatını bir süre için de olsa kurtarıyor. Bu ölümcül bir paradoks olarak zihnime çengelini takıyor.
Mavi mendil ise çok iyi güreşen bir boğanın ölümünden sonra atlara bağlanarak sürüklenmesini, ölümün zafer turunu işaret ediyor. Memet Baydur, artık yayınlanmayan Fol Dergisi’nin 4. Sayısında “Boğa’nın ölümü” yazısında böyle anlatıyor.
Hadi baştan başlayalım..
Boğa arenaya girdiğinde
Boğa güreşinin üç evresi var. Kurallarını boğanın koymadığı ama zorunlu bir oyuncu olduğu.. Levatado, parado ve aplomado.
Boğa arenaya girdiğinde levatadodur. Hemingway’a göre bu sırada boğa gururludur ve başını dik tutar. Fazla yaklaşmadan rasgele saldırır.
Aslında insan da hayata başladığında, deneyimsiz olduğunda böyle değil midir? İnsan ruhunun/doğasının karanlık yönünde saldırmak var mıdır?
Boğa, bütün yalnızlar gibi, koca arenada kendini yalnız ve tehdit altında hisseder ve saldırır.
Zaten Hemingway, “Boğa sahayı düşmandan temizlemeyi amaçlar” diyor. Yani saldırgan boğa değil, ona düşman olarak aynı sahaya çıkan kırmızı pelerinli (muleta) adamlardır.
Paradoya geçiş döneminde ise boğanın yavaşladığı ama denetim altında olmadığını söyler Hemingway.
Bu bence hayattaki düş kırıklıklarına denk düşer. İşten atılmalar, aşktan kovulmalar, başarısızlıklar, veya başarmışlıktan sonra yenen kazıkların bileşkesidir.
Öfke…
Akıllılar için tecrübe de denir buna. Belki de kurnazların hâlâ arenada-meydanda olmasınadır bütün öfke. Gücünüz bitmiştir ama düşman hala arenada muletayı sallayıp sizi çıldırtmaktadır.
Ancak Hemingway diyor ki:
“Matador suertelere kalkışabilir ve bunlarda başarılı olabilir. Suerte, matadorun savunma amaçlı olmayan, zorunlu kalarak ya da kaza sonucu olarak değil de, kendi başlattığı kasıtlı hareketlerdir. Hala levatado olan bir boğaya karşı yapılamayacak hareketlerdir bunlar. Cezalandırılmamış bir boğa dikkatini toplayamaz. Gücü ve özgüveni yerindedir ve matadorun manevralarına ilgi göstermeyecektir. Güreşi sürdürmez. Bu durum; oyuna hiç önem vermeyen bir kağıt oyuncusuna karşı oynamakla; daha önce kaybetmiş, yaşamı ve serveti bu oyuna bağlı, kuralları zorla ve bedelini ödeyerek öğrenmiş ve bu nedenle onlara çok önem veren birine karşı oynamanın farkı gibidir. Boğayı oynamaya zorlamak ve kuralları işler haline getirmek, matadorun işidir."
Size de boktan bir şeyleri hatırlatmıyor mu hayatla ilgili olarak?
Matadorun yeteneği
Son evre ise aplomado. Boğa çoğunlukla, (özellikle çağdaş güreşte) aplomado iken öldürülür. George Orwell’in 1984’ündeki kahramanıyla bağlantı kurulabilir mi acaba? Yoksa ne ilgisi mi var?
Ama matadorun yeteneğini muleta kullanmaktaki becerisine bağlıdır.
Muleta uzun bir sopaya bağlı kırmızı bir bezden ibarettir. Arkasında kılıç, yani ölümün saklı olduğu bir bez parçasıdır muleta.
Belki Hemingway’in dediği gibi, muletanın kullanımı klasik ve muhteşem bir güreşin vazgeçilmez ve en önemli parçası olsa da, bana ancak tahriğin adiliğini hatırlatıyor.
Boğa ne kadar iyi tahrik edilirse, seyirlik de o kadar iyi oluyor.
Ne kadar tahrik o kadar zevk!
Matadorun yalın bir kişi olması ve öldürmekten zevk alması gerektiği söyleniyor. Bizde ise öldürmekten zevk alanlar, işkenceciler, egemenler asla böyle bir yalın kişiliğe sahip değiller. Ne öldürürken asalete sahipler, ne de öldürmeye giden yolda görkemli ritüelleri var.
Onlar yalnızca ortalığı kan gölüne çeviren acemi kasaplar gibi, boğanın canını yakıyor ve ortaya seyirlik bir görkem bile koyamıyorlar. Kurnaz bile değiller. Yaptıkları işi benimsiyorlar, öldürmekten zevk alıyorlar belki ama bu zevk onları bile tatmin etmiyor. Zorla girişilmiş bir ensest ilişki gibi iki tarafa da ömür boyu acı veriyor.
Böyle cinayetlerin içinde zeka pırıltısından, estetikten ve gelenekten gelen hiçbir şey yok. Oysa bu topraklarda cinayetin ne kadar da çok önemli olduğunu unutuyorlar. Bu işi bir sanat olarak yapan bostancıbaşılar kadar olamıyorlar. Dümdüz yaşamlarıyla, başka yaşamları da dümdüz ediyorlar, aptal cinayetler çıkarıyorlar. Boğanın karşısına çıkacak cesareti bulamadıkları için ancak arkadan vurabiliyorlar.
Boğanın beklenmedik en küçük hareketinde bile kılıca değil de mitralyözlere saldırıyorlar. Boğayı öldürmek yerine delik deşik ediyorlar. Sonra da boğayı arenada sürükleyerek değil, televizyon ekranlarında teşhir ederek övünüyorlar. Boğa’ya hiç saygı duymuyorlar. Bu saygısızlığın kendi kaderlerini de aynı sona sürükleyeceğini akıllarına bile getirmiyorlar.
Kılıcın ve banderillaların deldiği o koyu renkli deriden sızan kırmızı şarap görüntüsündeki kanı üstlerine başlarına bulaştırıyorlar. Muletayı kullanmayı bilmedikleri gibi kan akıtmayı da bilmiyorlar. Bir tek cinayeti bile katliama dönüştürüyorlar.
Çok bilmiş boğa
Boğa güreşinde muletaya değil de onu elinde sallayan matadora saldıran boğalara “El sabe latin” denirmiş. Yani okumuş, çok bilmiş boğa anlamına geliyor. Bu boğalar normal değildir seyirciye göre. Çünkü her an matadoru öldürebilir.
Biliyorum bu ülkede bütün boğaların okumuş ve çok bilmiş olması uzun sürecek ama hiç olmazsa o zamana kadar boğaları biraz daha güzel öldürseler olmaz mı? (EG/TK)