Sincan Uygur Özerk Bölgesi Çin’in kuzeybatısında bulunan, Uygurlar, Hanlar, Kazaklar, Huiler, Tacikler gibi pek çok farklı halkın bir arada yaşadığı bir bölge.
Türkiye’ye nispeten uzak bu coğrafyanın adını sıkça duyuyor olmamızın sebebi ise başta Kazaklar ve Uygurlar olmak üzere çoğunluğu Türki ve Müslüman olan azınlıkların yaşadığı ayrımcılık -ya da daha doğru bir ifadeyle- Çin hükümetinin bölgede uyguladığı “eğitim yoluyla dönüştürme” politikası.
Özellikle son yıllarda bölgeye ilişkin yapılan haberlere, hak örgütlerinin yayınladığı rapor ve açıklamalara baktığımızda burada bahsi geçen “dönüştürme”nin aslında asimilasyondan bile ötesini ifade ettiğini görüyoruz.
‘Aşırılıkla mücadele’ ve ‘faydalı yurttaş’
Uluslararası Af Örgütü’nün 1 Temmuz’da yaptığı açıklamaya göre, Sincan hükümetinin “Aşırılıkla Mücadele Düzenlemesi” Mart 2017’de yürürlüğe girdi.
Söz konusu düzenleme “aşırılık yanlısı” düşünce ve yayınları okuyup yaymak veya indirip saklamak, devlet radyo ve televizyon kanallarındaki programları kötülemek veya izlememek, çarşaf giymek, “normal olmayan” sakal bırakmak ve ulusal politikalara direnmek gibi aşırılık yanlısı olarak nitelenen bir dizi davranışa yasak getiriyor.
Bu yasakları ise “eğitim yoluyla dönüştürme” merkezlerinin -ya da kamplarının- açılması izliyor. Çin hükümeti Ekim 2018’e kadar bu merkezlerin varlığını inkâr etmiş. Bu tarihten sonra ise buraların “gönüllü ve ücretsiz mesleki eğitim” verdiğini, insanların “iş bulmasını ve faydalı yurttaşlar olmasını” amaçladığını savunmaya başlıyor.
Öte yandan hükümetin tüm bu açıklamaları kendileri veya yakınları daha önce bu merkezlerde tutulmuş kişilerin tanıklıklarıyla örtüşmüyor.
Toplu gözaltı, siyasi telkin, asimilasyon...
Yine Af Örgütü’nün aktardığına göre Çin’in etnik gruplara yönelik toplu gözaltı, izinsiz gözetim, siyasi telkin ve zorunlu kültürel asimilasyon politikalarının bir tezahürü olan bu kamplarda bir milyondan fazla kişinin tutulduğu tahmin ediliyor.
Kamplarda tutulanlar başta darp ve hücre hapsi olmak üzere bir dizi hak ihlali ve kötü muameleye maruz bırakılırken dışarıdaki yakınları ise onlardan haber alamıyor. Dahası, Çin hükümeti bağımsız gözlemcilerin bölgeyi ziyaret etmesine izin vermediği için kamplardaki koşullar da tam anlamıyla bilinemiyor.
Hal böyle olunca şeffaflıktan ve hesap verebilirlikten uzak böyle bir ortamda hak örgütleri ve gazeteciler aracılığıyla paylaşılan kişisel tanıklıklar durumun vahametini ortaya koyan başlıca kaynaklar oluyor. Eveline Chao’nun İngiltere’nin The Guardian gazetesi için kaleme aldığı yazı da aslında tam olarak bunu yapıyor.
“‘Mükemmel Uygur’: Dışa dönük ve çalışkan -ama yine de Çin’in kamplarına karşı güvende değil” başlıklı makalesinde Chao, bizlere Dilara’nın ve Türkiye’ye yaptığı kısa bir ziyaretin ardından Çin’deki “yeniden eğitim” kamplarından birine gönderilen annesinin hikayesini anlatıyor. Dilara’nın hikayesini Chao’nun aktarımıyla dinleyelim:
‘...fakat sonra Dilara bir hata yapar’
“Çin hükümetinin standartlarına göre bakacak olursak Dilara’nın mükemmel azınlık olduğuna şüphe yok: Başörtüsü takmıyor, bira içiyor, hoş ve dışa dönük, sık sık Çinli arkadaşlarıyla sosyalleşiyor...
“Gözlerinizi kapatıp onu Mandarin Çincesi konuşurken dinlerseniz yeşile çalan gözleri ve kahverengi saçları olduğunu, -Çin’deki baskın grup olan- Hanlardan değil, Çin’in batı ucundaki Sincan bölgesini yurt edinmiş, Müslüman ve Türki bir dilde konuşan insanlardan, yani Uygurlardan olduğunu asla tahmin edemezsiniz.
“Aslına bakacak olursak, Dilara’nın tüm ailesi örnek yurttaşlar. Hem annesi hem babası Çinceyi akıcı bir şekilde konuşabiliyor. Bu, kendi kuşaklarındaki Uygurlar arasında pek alışıldık bir durum değil. 1990’lı yıllarda Sincan’ın başkenti Urumçi'de büyük bir devlet kurumunda çalışan tek Uygurlar onlar. Annesi neredeyse bütün öğrencilerin Han Çinlisi olduğu okulunun en iyisi olduğu için bu gıpta edilen pozisyona gelmiş. Dilara kentin nezih bir semtinde modern bir sitede Han Çinlilerinin arasında büyüyor. Annesi gibi o da okulunun en iyisi olup Çin’in doğu kıyısındaki prestijli bir üniversitede okuyor.
“Fakat sonra Dilara bir hata yapıyor. 2015 yılında eşiyle birlikte Türkiye’ye taşınıyor. Annesi de bir süre sonra yanlarına gelip yeni doğan bebeklerine bakmak için bir yıl Türkiye’de kalıyor. 2018 yılının başlarında Çine döndüğünde ise ‘eğitime’ ihtiyacı olduğu söyleniyor, pasaportuna el konuluyor ve yaklaşık bir yıl boyunca bir kampta tutuluyor.
‘Biz kötü insanlar değiliz’
“Günler geçiyor, fakat Dilara annesinin nerede olduğuyla ilgili hiçbir bilgi alamıyor. Her geçen gün biraz daha endişeleniyor. Akrabaları numarasını telefonlarından silerken bu esnada hiç tanımadıkları bir Han Çinlisi de 85 yaşındaki anneannesinin evine taşınıyor. Bu, bir milyondan fazla Çin vatandaşının Uygurlara ait evleri işgal etmek üzere bölgeye gönderilmesini öngören kampanyanın bir parçası. Dilara’nın sonradan öğrendiğine göre anneannesi her gün Uygurca bilmeyen adama Uygurca küfürler edip durmuş. ‘Korkmuyordu, çünkü çok yaşlı,’ diyor anneannesi için.
“Yaklaşık bir sene sonra Dilara sonunda teyzesinden bir mesaj alıyor: ‘Bıraktılar.’ Türkiye’deki Çinli firmalar için çalışan Dilara ve eşi, bu firmalar aracılığıyla Çin’e mektup gönderip ‘Çin’i sevdiklerini, kötü insanlar ya da terörist olmadıklarını’ söylüyorlar.
“Dilara annesi serbest bırakıldığından beri onunla WeChat üzerinden sık sık konuşuyor. Hayat ilginç bir şekilde normalmiş gibi görünüyor. Torunlar ve yemekler hakkında muhabbet ediyorlar. Annesi kampta 10 kilo vermiş. Ama hayır, hayat onlar için normal değil. Annesinin pasaportuna el konulmuş, Dilara ise Çin’e dönmeyi göze alamıyor.
‘Her hafta zorunlu bayrak töreni’
“Annenin serbest bırakıldıktan sonra aylar boyunca her hafta kamptaki bayrak törenine katılması, sıra sıra dizilmiş Uygurlarla birlikte saygı duruşunda bulunması gerekiyor. Her seferinde bu anı gösteren bir video paylaşıyor WeChat’te. ‘Her lanet Pazartesi,’ diyor Dilara bir yandan annesinin sayfasını açarken, ‘Her lanet Pazartesi bir bayrak töreni paylaşıyor.’ Sayfada aşağılara doğru inerken kendi kendine söyleniyor: ‘Bayrak töreni…’
“Dilara konuşmaları muhtemelen dinlendiği için annesinin konuşmaktan kaçındığı pek çok konu olduğunun farkında. Kampla ilgili konuşurken sadece olumlu şeyler söylediğinde kendisini güvende hissediyor. Kamptayken her ay girdiği ‘Xi Jinping fikriyatı’ ve Komünist parti doktrini sınavlarında yüksek notlar aldığından dem vurup kamptaki en iyi öğrenci olduğuyla övünüyor.
‘Çinli arkadaşlarım bana inanmıyor’
“Dilara için en üzücü olan -ve aslında onu konuşmaya iten- ise Han Çinlisi arkadaşlarının hiçbirinin olanlardan haberdar olmaması. Annesinin hapsedildiği yıl iş arkadaşlarına kamplardan bahsetmeye çalışmış, ama hep ‘Yanılıyor olmalısın, öyle bir şey olamaz’ cevabını almış. Çalıştığı şirket Çin’e dönmesi için birkaç ayda bir ödeme yapıyor, arkadaşları ise her seferinde neden ülkesine dönmediğini soruyor. ‘Onlara geri dönemeyeceğimizi söyleyip durdum, ama bana inanmıyorlar,’ diyor Dilara.
“Dilara bugüne kadar kendisini hem Uygur hem Çinli olarak görmüş, bu kimliklerden birini benimsemek diğerini bırakmak gerektiği anlamına gelmiyor. Muhabbet ederken kendisi için Çinli diyor. Diğer Uygur arkadaşlarıyla birlikte Çin restoranları arayıp buluyorlar. Dilara özellikle pirinç eriştesini çok seviyor. Bir gün dünyada en sevdiği şehir olan Şanghay’da yaşayabilmenin hayalini kuruyor.
‘Uygurlar ve Tibetlilere otel yasağı’
“Fakat geriye dönüp baktığında Çin hükümetinin kendisini eşit bir yurttaş olarak görmediğini fark ediyor. Söylediğine göre Dilara bu durumu 19 yaşında üniversiteden bir arkadaşıyla beraber Şanghay’a tatile gittiğinde öğrenmiş.
“Otele giriş yapmaya çalışırlarken resepsiyondaki görevli Dilara ve arkadaşına ‘Üzgünüm, Sincanlıların burada kalmasına izin veremiyoruz’ diyor. Dilara o zamanlar Uygurlar ve Tibetlilerin otelde kalmasını engelleyen bir politikanın varlığından haberdar değil. Ardından üç yere daha gidiyorlar, fakat her seferinde geri çevriliyorlar.
“Gece saat birde yorgunluktan bitmiş ve umutsuzluk içinde dolanırken bir polis memuru buluyorlar. Pek çok yere telefon açtıktan sonra polis sonunda Dilara ve arkadaşını bir geceliğine ağırlamayı kabul eden pahalı ve yabancılara ait bir otel buluyor.
“Odalarına çıktıklarında her ikisi de ağlıyor. Dilara o günü hatırladığında, ‘Canım öyle yandı ki,’ diyor, ‘Kendimizi suçluymuşuz gibi hissettirdiler.’ Polis memuru ise onlara şöyle demiş: ‘Buradan gitmeniz gerekiyor’.”
Kadınlar kısırlaştırılıyor, kürtaja zorlanıyor
Eveline Chao yazısının ilerleyen bölümlerinde Uygurların maruz bırakıldığı hak ihlalleri ve tüm bunlara karşı atılan adımları da şöyle özetliyor:
“2017’den bu yana yaklaşık 1,8 milyon Uygur ve diğer gruplara mensup Müslüman toplu halde gözaltında tutuluyor. Araştırmacı Adrian Zenz’e göre bu, ‘Holokost'tan bu yana etnik-dini bir azınlığın karşı karşıya kaldığı en geniş çaplı hapsedilme olabilir’. Bu kişilerin çoğu başörtüsü takmak veya sakallarını uzatmak, domuz eti yemeyi reddetmek ya da -Dilara’nın annesinin durumunda olduğu gibi- yurtdışına çıkmak gibi abes sebeplerden hapsediliyor. Dilara’ya göre, hapsedilen insanların çoğunun mallarına da el konuluyor.
“İnsan hakları araştırmacıları yapılanın apaçık bir soykırım olduğunu söylüyor. Uygur erkekler hapishanelerde veya zorunlu çalışma kamplarında kaybedilirken camiler ve diğer pek çok dini mekan yıkılıyor, Uygur kadınlar zorla kısırlaştırılıyor, kürtaj olmaya veya spiral taktırmaya zorlanıyor. Yurtdışında yaşayan pek çok Uygur konuşurlarsa Çin’deki ailelerinden intikam alınacağından korkuyor. Dilara da bu yüzden sadece adının kullanılmasını istedi.
Soykırım suçundan soruşturma talebi
“Uluslararası ceza mahkemesine kanıt sunan avukatlar Devlet Başkanı Xi Jinping dahil Çin’in üst düzey yetkililerine soykırım ve insanlığa karşı suçlar suçlamasıyla soruşturma başlatılması çağrısında bulundu. ABD Çin’in üst düzey yetkililerine yaptırım uygulayıp Çin’in misillemesi ile karşılaşırken konuyla ilgili açıklama yapan İngiltere söz konusu azınlığın ‘korkunç insan hakları ihlallerine’ maruz kaldığının açık olduğunu ifade etti.
“Uluslararası tepkiler büyüdükçe Çin hükümeti de söz konusu kampların dil okulları ya da meslek edindirme merkezleri olduğunu, bu sayede bölgenin ekonomik olarak kalkınacağını savundu. Aynı zamanda geçtiğimiz yıllarda Uygurlar tarafından gerçekleştirildiğini söylediği ölümcül saldırıları da gerekçe göstererek İslami terörle mücadele edebilmek için bu sert politikaların gerekli olduğunu iddia etti.
“Ancak, Dilara’nın ailesi ve arkadaşlarının yaşadıkları bu iddiaları boşa çıkarıyor. Dilara’nın annesi gibi hapsedilen pek çok kişi yüksek maaşlı beyaz yakalı işlerde çalışan eğitimli ve kozmopolit Uygurlar. Öğretmenler, ofis çalışanları, hekimler, avukatlar… Çinceyi akıcı bir şekilde konuşabiliyorlar ve çoğu zaman ibadetlerini sıkı sıkıya yerine getirmiyorlar. Diğer bir deyişle, Çin hükümetinin yarattığını iddia ettiği sözde iyi asimile olmuş azınlık idealinin ta kendisini oluşturuyorlar. Fakat onlar da bu durumdan kurtulamıyor.” (SD)