“Tanımlar hayal gücünün olmazsa olmaz başlangıç noktalarıdır. Hayal edemediğimiz şeyi gerçekleştiremeyiz. İyi bir tanım başlangıç noktamızı imler ve yolun sonunda ulaşmak istediğimiz yeri bilmemizi sağlar. Arzuladığımız hedefte ilerlerken, yolculuğumuzun haritasını çıkarırız.” bell hooks
Amerikalı yazar ve kadın hakları savunucusu Bell Hooks’un dediği gibi yaşamda karşılaştığımız dönüm noktalarında yakaladığımız tanımlar, önce hayal etmemizi ve sonrasında da hayal edebildiklerimizi gerçekleştirmemizi sağlayabilir mi? Sorunun yanıtını Mukadderat filminde bulabilirsiniz.
Bireyler çoğu zaman hayatlarını toplumun ahlaki normları ve gelenekleri doğrultusunda şekillendirir ve genellikle farkında bile olmadıkları kendilerine dayatılan bu kalıplar, mukadderattır; sorgulanamaz. Yalnız Herakleitos’un da savunduğu gibi “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”
Altın Portakal Ulusal Film Yarışması 2024 yılı En İyi Film Ödülü sahibi “Mukadderat”, Kastamonu İli’ne bağlı Cide gibi küçük bir taşra kentinde yaşanan toplumsal cinsiyet rollerindeki değişimi gözler önüne seriyor.
Üstelik bu değişim, ülkemiz sinema sektöründe pek tartışılmayan “kadının yaşlılık hali” konusu odağında ele alınmış.
Yaşlılık kavramı çeşitli disiplinlerle bağlantılı olan, farklı şekillerde tanımlanan, kişisel ve toplumsal birçok konuyu şekillendiren ancak hala kesin tanımı yapılamayan ve fenomen olarak nitelendirilen bir olgudur. Kronolojik bir belirteç olarak yaşlanma sınırı 65 yaş ve üzeri olarak küresel çapta kabul edilse de, bugün artık bu sınırın Japonya gibi gelişmiş ülkelerde yukarıya çekilmesi gündeme gelmiştir. Günümüz yaşlılarının yirmi yıl önce aynı yaştaki yaşlılara göre neredeyse on yıl daha genç ve fiziksel olarak daha güçlü olduğu görülmekte, bu araştırmalar da yaşlılık sınırının hala değişken olduğunu, çevresel koşullara göre değişebileceğini göstermektedir (Köse Görgülü, 2022).
Küresel ölçekte yaşlılık kavramı ve yaşlı algısının değişiminin arkasında endüstrileşmeyi kapsayan modernizm, ekonomik büyüme ve hızlı kentleşme gelmekte, bunun sonucunda değişen değer yargıları, sosyal normlar ve davranış modelleri ile yaşlılar kentsel ortamda yalnız yaşamaya itilmekte, istek ve arzuları kimi zaman dikkate alınmamaktadır (Köse, 2012).
Yalnızlıkla baş etmek
Ülkemizde ve toplumumuzda yaşlı bireylere verilen değerin günümüze kıyasla geçmişte daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü toplumumuz geçmişinde geniş aile kavramının kabul gördüğünü ve bu anlayışın sürdürüldüğünü biliyoruz.
Bu bağlamda aslında, geniş ailedeki yaşam, farklı yaş gruplarındaki bireylerin birlikte yaşamasını ve birbirlerinin yaşantısına saygı duymayı öğrenmesini zorunlu kılmıştır. Günümüzde yaşlıların yaşam biçimine baktığımızda ise, modernleşmeyle beraber, geleneksel yapıdaki değerlerin modern toplum yapısının yaşam şekilleri ile bağdaşmamaya başladığını görmekteyiz.
Bir taraftan tek başına yaşamayı tercih eden geçlerin artışı, diğer taraftan yalnız yaşamak zorunda kalan yaşlıların çoğalmasına neden olmaktadır. Gençlerin tekilleşerek değişen bu yaşam stilleri, aile yapısının ve aile anlayışının da değişmesine neden olarak, yaşlıların da yaşam biçimlerini dolaylı olarak etkilemektedir (Köse, 2012).
Yaşlıların sosyal sorunları içinde en temel olanlarından biri yalnızlıktır. Eşi ölmüş, hiç evlenmemiş ve boşanmış olan yaşlılar, eşleriyle birlikte yaşayanlara göre kendini daha çok yalnız hissetmektedir. Yaşlı kadınların önemli sorunlarından biri ise dul kalmalarıdır.
Buna bağlı olarak ülkemizdeki yaşlı nüfusun içinde kadınların oransal ve sayısal olarak artacağı öngörülmektedir. Neşe Köse Görgülü’nün çalışmalarında ifade ettiği üzere bu süreç de Dünya’da benzer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de yaşlılığın kadınlaşmasını (feminenleşmesini) beraberinde getirmektedir. 70-74 yaş grubundaki kadınların % 52’si, 80+ kuşağındakilerin ise % 80’i duldur. Dulluk, sosyal güvenceden yoksunluk ve fakirlik, kadınlar açısından iç içe geçmiş bir problemler yumağıdır. Toplumumuzda genellikle yalnız yaşayan dul ve yaşlı kadınların, özellikle orta ve ileri yaşlılık dönemlerinde sokağa çıkma ve gündelik ihtiyaçlarını karşılamakta problemler yaşadığı bilinmektedir.
Mukadderat filminin başkarakteri Sultan da eşinin ölmesiyle başlayan yalnız kalma endişesi yaşayan bir kadındır. Komşularının “Sen onsuz ne yapacaksın?” diyerek feryat etmeleri Sultan’ın korku ve endişelerini körükler.
Bırakın yalnız yaşamayı, tek başına yatağa bile giremeyeceğini düşünen Sultan’ın bu duruma acil bir çözüm bulması gerekir ki, Cide gibi küçük bir şehirde akla gelen tek seçenek evlenmektir. Bu niyetini dile getirdiğinde, kimse Sultan’ın neler hissettiğiyle ilgilenmez.
Üstelik çocuklarının Sultan’ın yaşlılığını vurgulayan sözleri, “ununu elemiş, eleğini asmış” olması gerektiğini baskılar. Yaşından ve dul kadın olmasından dolayı fazla ortalıkta görünmemesi, yasını sessizce yaşaması gerektiği açıkça yüzüne vurulur.
Miras paylaşımında, kız çocuk olmasından dolayı abisiyle eşit haklara sahip olamayan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine maruz kalan kızı Reyhan bile, “Anne sen buraları bilmiyor musun?” diyen Nevzat abisiyle aynı tarafta yer alır. Böylece filmde hem toplumsal (yaşlı dul kadın) hem mekânsal (taşra) baskının boyutunun ne denli büyük olduğunu görmüş oluruz.
Yaşlı ve çevresi arasındaki ilişki
2022’de yapılan bir araştırmaya göre yaşlılarda cinsiyete bağlı yaşam kalitesi değerleri analiz edildiğinde ortalama değerlerde erkeklerin kadınlara göre daha olumlu görüşlere sahip olduğu görülmektedir. Kendi kararlarını verme, evden çıkma sıklığı, öznel iyi olma hali, kendini sağlıklı hissetme, kendini dışarıda ve evde güvende hissetme, toplumsal aidiyet, saygınlık konularında anlamlı oranda fark saptanmış olup, erkeklerin kadınlara göre daha olumlu düşünceye sahip oldukları görülmüştür (Köse Görgülü, 2022).
Sultan’ın da “Hayatımı yaşayacağım ben,” dedikten sonra oğlunun “Bugüne kadar yaşamadın mı?” sorusu karşısındaki sessizliğinden, kadının toplumsal rolleri açısından hayatını özgürce yaşayamadığını anlamak zor değildir. Oysa Sultan İstanbul’da olsa kimse yaşına, kadınlığına, evlenmesine karışmayacaktır; bu varsayımı Sultan’ın arkadaşıyla sohbeti sırasında duyarız, aynı yaşta olduklarını düşündükleri Nilgün Belgün’ün ünlü olmasından öte İstanbul’da (büyük kent) yaşaması, ona kendisinin sahip olamadığı tüm hak ve özgürlükleri sağlamaktadır.
Farklı bir yaşam mümkün
Sultan hem kendi uğraşları hem de arkadaşının çabalarıyla kendine eş ararken tanıştığı, yurtdışından (kültür ve toplumsal yapısı farklı bir ülkeden) memleketine dönen kişiyle kurduğu arkadaşlık sayesinde, evlenmeden de hayatını devam ettirebilmek için farklı yaşam alternatiflerinin olabileceğini öğrenerek cesaretlenir. Böylece kendi bahçesinde yetiştirdiği ürünleri satmak için pazarda tezgâh açar. Aslında bu, Sultan’ın içinde bulunduğu topluma bir başkaldırısıdır.
Sultan’ın pazarda tezgâh açmasının diğer boyutu olan ekonomik boyut, Türkiye’deki yaşlı ve dul pek çok kadın için hayati sorunlardan biridir. Ülkemizde hâlâ sosyal güvencesi olmayan yaşlılar özellikle de yaşlı ve yalnız kadınlar, fiziksel olarak kendine bakabilme gücü olsa bile, ekonomik anlamda birilerine bağımlı hale gelmektedir. Bu bağımlılık durumu da ülkeye ekonomik anlamda ‘yaşlılık yükü’ adı verilen bir yük getirmekte ve sosyal birçok konuda problem oluşturmaktadır.
Cinsler arası iş paylaşımı, normlar, toplumsal değerler, yaşam ve davranış biçimleri, cinsiyete özgü tipik yaşlanma ve yaşlılık problemleri yaratmakta ve kadının yaşlılığının ayrı bir problem olduğuna işaret ediyor. Yaşlılık, bu yüzden kadının özellikli sorunu olarak ele alınması gereken sosyal bir problemdir (Köse, 2012).
Aktif yaşlanma
Filmin ilerleyen sahnelerinde yan tezgâhtaki pazarcıların özellikle yaşına vurgu yapan “Yaş yetmiş iş bitmiş” şeklindeki sözlü tacizlerine sert yanıtlar veren Sultan, satış yapabilmiş olmanın verdiği özgüvenle (belki de artık hesap vereceği bir eşi de olmamasının rahatlığıyla) inatla pazarcılık yapmaya devam eder.
Bu durum toplumsal yapı içinde yaşlıların hala belirli sektörlerde istihdam edilebileceği düşüncesini doğurur. Araştırmalar da sağlıklı ve aktif yaşlanmanın “gümüş ekonomi[1]”yi altına dönüştürebilen büyük bir potansiyel pazar ve muazzam bir fırsat olduğunu dile getirmektedir (Köse Görgülü, 2022).
Sultan pazarda başarı sağlayarak, düzene meydan okurken daha önce evlenme niyetiyle tanıştırıldığı kişinin tezgâhından, bilinçli olarak (parasız) aldığı elmayı nispet yaparcasına ısırır ve tezgâhına geri döner. Bu sahne “yasak elma[2]” mitini akla getirir. Yalnız burada kadın elmayı erkeğe yedirmemiş yani miti tersine çevirmiştir. Üstelik mitin aynı şekilde tersten okunuşu, komşu pazarcı erkeğin kendi tezgâhından seçtiği elmadan önce kendisi yedikten sonra bir dilim de Sultan’a ikram etmesiyle pekiştirilir.
Elalem susar
Bu arada Sultan’ın oğlunun (Nevzat) işlettiği kahvehanede artan dedikodular nedeniyle Nevzat; müşteri kaybetme, topluluktan dışlanma ve “elalem”e hesap verme korkularıyla annesini çalışmaktan caydırma planlarına kız kardeşini (Reyhan) ortak etmeye çalışır.
Reyhan’ın ise her ne kadar mirastan hakkı olan (eşit) payı alabilmek için abisiyle ortaklaşmaya gönlü olsa bile “elalem”e karşı annesini yüksek sesle savunması, Nevzat’ın hoşuna gider. “Taşaklı kadın” benzetmesiyle kız kardeşini öven Nevzat’ın bu söylemi, toplumsal yapıda cesaretin yalnızca erkeklere atfedilen bir duygu ve davranış olarak kabullenilişinin net bir örneğidir.
Sultan’ın verdiği mücadeleyle kurulan pansiyon, mahalledeki kadınların örgütlenip kendi kimliklerini kazanmalarını, kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olması gerektiğinin görünür kılınmasını ve “elalem”in susmasını sağlamıştır. Hikâyenin sonunda Sultan’dan, toplumun yaşlı, dul kadınlar üzerindeki tüm dayatmalarına rağmen kendi sorumluluğunu üstlenen, kararlarını özgürce verebilen bir birey olabilmenin gücünü vurgularcasına “İşim başımdan aşkın, kocayla uğraşamam” dediğini duyarız.
Son sahnelerde Sultan’ın motor kullanırken yüzüne bağladığı eşarbın rengi ise günümüzde kadın dayanışmasında sıklıkla kullanılan mor renge bir göndermedir.
(EÇ/EMK)
Kaynaklar:
Daşdemir, Ö. (2020), Kutsal Kitaplardaki Yasak Ağaç Hikâyesinin Görece Yeni Bir Versiyonu Üzerine, Journal of Turkish Research Institute, -(69), 329-338.
https://doi.org/10.14222/Turkiyat4359
EPRS, (2015). European Parliamentary Research Service, The Silver Economy Opportunities From Ageing, Briefing July 2015, Members' Research Service PE565.872.
Köse, N. (2012), “65 Yaş Üstü Gereksinimlerine Bağlı Konut Alanı Ve Çevresi Tasarım Ölçütleri İstanbul Ve Viyana Örneği”, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı, Kentsel Mekân Organizasyonu Ve Tasarımı Programı, Yüksek lisans tezi.
Köse Görgülü, N. (2022), “Yaşlı Nüfusun Aktivite Düzeyi Ve Yaşam Kalitesi İlişkisi, Sinop İli Örneği”, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı, Şehir Planlama Programı, Doktora tezi.
Vikipedi, (2024), https://tr.wikipedia.org/wiki/Yasak_meyve
*MUKADDERAT (2024)
Yönetmen: Nadim Güç; Senarist: Erdi Işık; Oyuncular: Nur Sürer, Aslıhan Gürbüz, Osman Sonant
**Bu analiz yazısı; Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir Planlama Doktora Programı 2024-2025 Güz Yarıyılında, Prof. Dr. Nilgün Çolpan ERKAN tarafından yürütülen KENTSEL MEKÂN VE İNSAN FAKTÖRÜ dersi kapsamında hazırlanmıştır.
[1] Gümüş Ekonomi: 50 yaşın üzerindeki nüfusun özel ihtiyaçları ile ilgili kamu ve tüketici harcamalarından kaynaklanan ekonomik fırsatlardır (EPRS, 2015).
[2] “Yasak meyve, insanların ilk yaratıldığında yasaklanmasına rağmen yedikleri meyvedir. Daha çok elma olarak bilinir; ancak İslam'da meyve olarak geçmemektedir. Daha çok, yapılan işin kötülüğüne (Tanrı'nın emrine isyan) dikkat çeken bir yaklaşım vardır.” (Vikipedi, 2024). “Âdem ile Havva’nın cennette tattıkları yasak ağacın hikâyesi Tevrat ve Kur’an’da çeşitli benzerlik ve farklılıklarla kayıtlıdır. Kur’an’a göre, Âdem ve eşinin yeryüzüne indirilmeleri, Allah’ın yasakladığı ancak şeytanın kandırması sonucu tattıkları bir ağaç (meyvesi) nedeniyledir. Tevrat versiyonunda ise yılan, kadını ayartan olarak takdim edilmiştir. Yılanın kandırdığı kadın bu yasak meyveden hem kendi yemiş hem de erkeğe yedirmiştir. Hikâyenin sonunda yılan, kadın ve erkek cezalandırılmıştır.” (Daşdemir, 2020).