4+4+4, Afet Yasası, üçüncü köprü, nükleer santral, şehir tiyatroları, HES, Roboski katliamı, başkanlık sistemi, Afyon'da içki yasağı, şike meselesi, Ergenekon, Balyoz ve KCK davaları, Cihan Kırmızıgül... Son zamanların gündem maddelerinden sadece birkaçı...
İktidar adeta önceden çalışılmışçasına sıraya dizdiği maddeleri devreye sokarak "Şimdi bunu konuşacaksınız" diyor ve biz de önümüze sürülen gündemle boğuşurken, önceki meseleleri unutuyoruz ve gücü elinde bulunduranlar "Siz onunla oynarken, ben de işime bakayım" dercesine "icraatlarını" birbiri ardına sıralıyor.
"Hadi şimdi kürtajla oyalanın"
Son gündem "Kürtaj cinayettir" de ne tesadüftür ki, Roboski katliamının en hararetle tartışıldığı dönemin tam ortasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ortaya atıldı.
Bu konuda da muhtemelen iktidar çıkmaza girdiğini farkettiği noktada önümüze yeni sürüm gündemler sunarak "Hadi bakalım şimdi bununla uğraşın" deyip bildiğini okuyacak.
Diğer bir ihtimal ise şimdi olduğu gibi "Tecavüze uğrayan kadının bebeğine devlet bakar" minvalinde sözlerle eşiği yukarıda tutup yapacağı yasal düzenlemede tecavüz, anne-bebek sağlığı gibi durumlarda kürtajı yasal kılarak, yasal kürtaj süresini bilimsellik adı altında on haftadan dört-altı haftaya düşürerek "uzlaşı" süslemeli cümlelerle vaziyeti geçiştirecektir.
İşte belki de bu nedenle ortaya atılan kürtaj tartışmasında ana konudan uzaklaşıp "bebeğin sakat olması", "tecavüz durumunda ne olacağı", "hangi haftada bebeğin kalbinin çarptığı" gibi konulara odaklanmaktansa, tek bir noktaya, kürtajın bir hak olduğu ve bu hakkı kullanıp kullanmamanın sadece kadının tercihi olduğuna odaklanmamız en sağlıklısıdır.
Dış mihrak paranoyası
Başbakan Erdoğan, 25 Mayıs Cuma günü İstanbul'daki Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı'nın uygulanmasına ilişkin 2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı'nda "Kürtaj cinayettir" değerlendirmesinde bulunarak gündemi gözüne ışık tutulmuş tavşana çevirdikten bir gün sonra esas hamleyi AKP Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi'nde yaptı: "Her kürtaj bir Uludere'dir."
Arkasından ne dedi?
"Anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmeden ne farkı var soruyorum sizlere. Bunun mücadelesini hep birlikte vermeye mecburuz. Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu bilmek durumundayız, asla bu oyunlara prim vermemeliyiz."
Burada Erdoğan'ın ajitatif bir üslupla "Anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmeden ne farkı var" söylemi bir yana, esas ilgi çekici olan, Cumhuriyet tarihi boyunca ilkokulundan, medyasına, ailesine, askeriyesine kadar hakim olan "dış mihrak" paranoyasının kürtaj özelinde tekrar nasıl canlandırıldığı.
Erdoğan, eskilerin "Vatanın milletin bölünmez bütünlüğüne karşı dış mihrakların anarşikleri kullanma" tezini bir adım öteye, yatak odasına taşıyarak, nüfusun azaltılıp ülkenin işgal edileceğini mi düşünüyor acaba?
Yoksa kendi ahlak dünyasının duvarları çerçevesinde toplumun iliklerine yaklaşık 90 yıl boyunca işlettirilen dış mihrak paranoyasından mı faydalanmak istiyor?
12 Eylül'le kürtaj üstünden hesaplaşılır mı?
Dış mihrak söylemi deyince 12 Eylül'ü anımsamamak olmaz. Kenan Paşa ve iktidarının iç mihrak-dış mihrak denklemi üzerinden yürüttüğü hesaplarla ortaya çıkan darbenin anayasası bugün hala raflardaki yerini koruyor.
Peki, Erdoğan ve iktidarı ne demişti 12 Eylül 2010'a giden bol sloganlı yolda? 12 Eylül'le hesaplaşacaklardı değil mi? Statükoyu ortadan kaldıracaklarını, özgürlükleri hakim kılacaklarını, Avrupa Birliği (AB) standartlarını yakalayacaklarını, Erdal Eren'in fotoğrafı önünde gözyaşlarıyla anlatmadılar mı?
Aradan geçen yaklaşık iki yıl içinde AB'nin adı anılmaz olmakla beraber, cezaevlerindeki insan sayısı kat ve kat arttı, kadın katli, insan hakları ihlalleri tabloları ortada.
12 Eylül'ün tüm kurum ve kuruluşları yerli yerinde dururken, tek din ve tek mezhebin sözcüsü Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesi her yıl yükseltilirken, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya bile kendi mahkemelerine getirilemezken, Erdoğan herhalde 12 Eylül'le hesaplaşmayı 1983'te 10 haftaya kadar serbest bırakılan kürtajla gerçekleştirmeyi düşünüyor.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, 30 Mayıs Perşembe günü yaptığı açıklamada halkı derin bir bilgiyle aydınlatmış ve "Kürtaj 12 Eylül yasasıdır" demişti. Bakan Akdağ'ın bu mühim açıklaması gazetelerde manşet olmasına oldu. Ancak ne yazık ki, "Kürtaj dışındaki 12 Eylül yasaları da düzenlenecek mi?" diye sorulamadı.
Biz soralım Akdağ'a: Zorunlu din dersi de 12 Eylül yasası. Kabineniz bu uygulamayı ne zaman kaldırmayı düşünüyor?
Kadının hakkı
Yoğun nüfus nedeniyle 1970'lerin sonundan bu yana tek çocuk zorunluluğunun uygulandığı Çin'de 29 Mayıs Çarşamba günü bir aile ikinci çocuklarını yaptığı gerekçesiyle Türkiye parasıyla 376 bin lira para cezasına çarptırıldı.
Türkiye'de iktidara yakın medya, bu haberi "ibretlik" olarak sunarken satır aralarında kadının doğurma hakkının engellenmesini eleştiriyordu.
Peki, bir kadının doğurma hakkının engellenmesi kadar doğurmama hakkının engellenmesi de absürt değil mi?
"Ama cenini öldürmek"le başlayan sözleri konunun uzmanlarına havale etmekte fayda var. Bir ceninin ne zaman kalbi çarpmaya başlar, ne zamandan itibaren canlı sayılır gibi konular bir haftadır zaten gündemimizin ana maddesi.
Burada esas tartışılması gereken konu, bir devlet nasıl olur da kadının üreme ya da ürememe özgürlüğüne müdahale edebilir? Bir devlet nasıl olur da bir kadına "Bakamayacağın çocuğa hamile kalmışsan o senin sorunun. Onu aldırırsan seni cezalandırırım" diyebilir?
Sağlıklı koşullarda bakılamayacak bir çocuğu yaşatmak, doğurmak istemeyen bir kadına "doğuracaksın" demek ne kadar insani? Tecavüz konusuna girmek bile istemiyorum. Sadece malum tezi savunan insanlara kendi yakınlarının başına böyle bir şey gelirse ne hissedeceklerini sorabilirim.
Yatak odamızdan çıkın
İnsanların özel hayatları üzerinden toplumsal veya dini referanslarla politika üretilmeye başlandığı zaman bunun sonuçları devlet mekanizmasının varlığının temeli olarak kabul edilen ailede erkeğin "Reis benim, dediğim dedik" söylemiyle aynı noktaya gelebilir.
Bugün kürtajı yasaklamaya çalışan zihniyetin evlilik dışı ilişkiyi de yasaklamayacağının garantisini kimse veremez; tezleri hazır zaten: "Kürtaj çoğunlukla evlilik dışı ilişki yaşayanlar da görülüyor."
İyisi mi devlet yatak odalarımızdan çıkıp, ödediğimiz vergilerle huzur içinde uyuyup, sabahları sağlıklı şekilde kalkmamıza yarayacak demokratikleşme adımlarını atsın ve insanları kendi tercihleriyle baş başa bıraksın.
Devlet merak etmesin, hiçbir kadın zorunlu olmadıkça kürtaj yaptırmaz ama "yasa" da deseniz "yasak" da deseniz, kadın doğurmak istemiyorsa bunun bir yolunu bulur. Siz sadece daha fazla kadının ölümüne ya da sakat kalmasına neden olur ve yatak odalarımıza sızarak "ahlakınızı", "namusunuzu", "normlarınızı" dayatarak insanların huzurunu kaçırırsınız.
Herkes herkesin inancına ne kadar saygı duymak durumundaysa, herkes herkesin yaşam tarzına da o derece saygı duymak durumundadır. İktidar, inançlar üzerinden "norm"ları şekillendirip "Beden senin ama can Allah'ın" derse, diğerine de "O senin Allah'ınla arandaki ilişki" demek düşer. (EKN)