Geçen hafta düşen BBP helikopteri ülkemize yeni bir ulusal kahraman daha armağan etmiş oldu. İktidar-muhalefet, milliyetçi-İslamcı-sosyal demokrat, yandaş-karşıt demeden elbirliğiyle merkez siyaset ve büyük medya Muhsin Yazıcıoğlu’na karşı son görevlerini yerine getirip onu ulusal kahraman ilan ettiler.
Öyle bir hava yarattılar ki, ulusal bir kahramana yaraşır mezar yeri de bulunarak, Mehmet Akif Ersoy’un yanı başında Taceddin Dergahı’na defnedilmesine karar verildi. Cenazesinde Anayasa mahkemesi başkanından, Genelkurmay başkanına, parlamentoda grubu bulunan -gereksiz bir siyasal nezaket içindeki DTP dahil- tüm parti temsilcilerinden, devlet ricalinin önde gelen tüm unsurlarına kadar herkesi görmek mümkündü.
Tüm bu tabloyu izleyen yabancı bir göz olsa, büyük olasılıkla ülkeye büyük yararlıklar göstermiş, ama en önemlisi siyasetler üstü uzlaşmacı bir kişinin kahramanlıklarına uygun bir defin törenine şahit olduğunu düşünürdü. Oysa Yazıcıoğlu, 1980 öncesi sivil faşist hareketin en önemli isimlerinden biriydi. Birçok açıdan Karadzic kadar insanlığa karşı işlenmiş suçlardan yargılanması gerekirken, giderayak itibar kazandı.
Doğrusu ulusal kültürümüzde ölenin arkasından konuşmak hoş karşılanmayan tutumlar arasında sayılır. Ancak aynı kültürümüz "bu dünyada da, ahrette de iki elim yakanda olacak" denilenler hakkında konuşmamıza şüphesiz izin verir, hatta bunu gerekli kılar. Yazıcıoğlu’nun yakasını bu dünyada da ahrette de bırakmayacak olanlar sanki yok gibi. Kimse onlara kamera çevirmiyor, kimse onların itirazlarını dinlemiyor. Kimi solcular da dahil, siyasetçiler unutsa da onun sembolize ettiklerini, onun eylemleriyle ölümlerine yol açtığı yüzlerce insanı unutmak o kadar kolay olamamalı. Gariban dostuymuş kendisi de garibanmış! Gariban işçileri grev çadırlarında kurşunlatan patronlara bu hizmeti verenlerin başı gariban olsa ne olur, olmasa ne olur.
Tarihin ve coğrafyanın ahı var ise…
Medya kahraman yaratacağı zaman olay öncesinde ve olay bölgesinde bazı “ilahi işaretler” arar ve burada kuracağı metaforlarla hikayesine akıcılık ve etki kazandırır. Zaten sıradan bir olay kahramanca bir olaya, sıradan bir insan bir kahramana böyle dönüştürülür. Ne ilginçtir ki bu kez kimse olayın gerçekleştiği yerle-coğrafyayla bağ kuramadı. Bu türden tek metafor “üşüyorum” şiiri ile bölgedeki havanın inanılmaz soğukluğu arasında kurulan anıştırma idi.
Oysa bu kez olay yeri öyle manidar öyle çok metafora olanak tanıyan bir zenginlikte ki...
Helikopterin düştüğü bölge Kahramanmaraş’ın Ilıca bucağı olarak biliniyor. İsim doğru ama ismin altını kazınca oranın aynı zamanda eski Zeytun kazası olduğu sanki hatırlanmak istenmiyor. Burası 1896 Ermeni isyanlarının en çetin geçtiği noktalarından biri ve ardından taş üstünde taş bıraktırmayacak şekilde Ermenilerin “kökünün kazındığı”, 1915 provalarından başlıcalarından birinin mekanıdır. Burada ölen de, Hrant’ın katillerinin, en azından tetikçilerinin, başbuğudur. Burada ölen apaçık bir mermerciydi. Burada ölen Abdullah Çatlı’nın cenazesinde saf tutmaktan utanmayan bir vatan evladıydı.
Hadi diyelim tarih bilgimiz 20. yüzyıl öncesine uzanmıyor. Ama Maraş deyince dondurmadan başka bir şey gelmiyor mu aklınıza. Maraş katliamını sanırım hiç duymamışlar ulusal kahraman yaratıcıları. Onlarca insanın işkencelerle katledildiği Maraş olaylarında rol oynayanlar tüm belgeleriyle ortada iken, bu kişilerin dahil olduğu organizasyonda Yazıcıoğlu’nun yeri de ayan beyan iken nedir bu görmezlik. Siz görmeseniz bile Aleviler, Maraşlı solcular tarihin ve coğrafyanın da bir ahı olduğunu konuşmuyorlar mı?
Hazır AKP-CHP yakınlaşması varken, hazır eski faşistler merkeze çekilmişken tatsız sözlerle bugünün huzurunu kaçırmaya ne gerek var değil mi?
Yazıcıoğlu giderayak kahraman olmakla kalmadı milliyetçi ve İslamcı olmayanları bile cidden üşüttü! (HG/EÜ)