İsrail'de her geçen gün yeni duvarlar yükselip Filistinliler'e yönelik engeller katmerlenirken, coğrafyanın bir açık hava hapishanesine çoktan dönüştüğü kesin. Bebekken elleri ve ayakları ampüte edilmiş Muhammed'in, senelerdir müşahede altında tutulduğu Tel Aviv'deki Tel Haşomer hastanesinde dedesi Abu Naim'le adeta mahsur kalması durumun vahametini teyit ediyor.
Annesi, babası, kardeşleri ve akrabalarıyla ender olarak görüşebilen çocuğa hastanede herkes Muhi diye seslenmektedir. Kurumda görevli personel, gönüllüler ekibi ve diğer hasta yakınları en başta olmak üzere, herkesin gözbebeği olup sevgi ve şefkatle sarmalanan küçük Muhammed'in kimlik problemi yaşamasına şaşmamak lazım. Barışın sağlanmasında dinlerüstü bir çözümden yana görünen açık fikirli insanların yolunda küçük Muhi fanatizm, öfke ve nefretten azade büyüyebilecek midir?
Muhi - Generally Temporary (Muhi - Mütemadiyen Muvakkat) adlı belgesel seyirciyi kavrayıp duygulu anlar yaşatıyor, şiddetten mustarip coğrafyada azınlıkta kalsalar da seçimlerini sevgi ve uzlaşmadan yana kullananların cesaret ve dirayetine ışık tutuyor.
Yönetmen hanesinde adlarını gördüğümüz Rina Castelnuovo-Hollander ve Tamir Elterman’ın yanısıra, İsrail devletinin kuruluş aşamasındaki bazı evrensel ideallere sadık yardım gönüllüsü ve barış aktivisti Buma gibi figürlere yalnız Muhi'nin değil, hepimizin ihtiyacı var.
Tezatlar derinleşirken...
İsrail'de genel gösterime girdiği Nisan ayından sonra sırasıyla San Francisco, HotDocs, Docaviv ve Human Rights Watch festivallerinde boy göstermiş olan, bir buçuk saate yakın uzunluktaki belgesel, kahramanlarının bulaşıcı enerjisi dışında hadiselerin fevkaladeliğiyle de kendini izlettiriyor.
Ebeveyn ve kardeşlerinden uzakta yaşamasından dolayı Muhi'nin hissedebileceği şefkat ve sevgi eksikliğini dirayetle telafi eden babacan dede Abu Naim, tanrıların kralı Zeus kadar haşmetli. Gazze Şeridi bombalanıp gencecik oğlunu kaybettiğinde hüngür hüngür ağlaması insanı sarsıyor.
İsrail'in ilgili birimlerinin güvenlik mazeretiyle yıllar boyunca hastanenin dışına adım bile atmasını engelledikleri Abu Naim, sabır ve irfan konusunda adeta ders veriyor; dinî inancından taviz vermediği gibi etrafındaki insanların çoğunun Yahudi olmasından doğabilecek çatışmalarla uzaktan yakından alakası olmuyor.
Sevgiyle beslenmiş bütün çocuklar gibi, bulunduğu her ortama hâkim parlak auranın tüm hususiyetlerine sahip küçük Muhammed de seyirciyi kendisine derinden bağlıyor. Bazen mutluluk saçan bir yıldız, bazen de durumunu sorgulayan, kabullenemeyen, hatta lanetleyen kızgın bir "adam".
Coğrafyadaki yarıklar derinleşip çözümsüzlük kangrene dönüşürken, genelde kayıtsız şartsız güvenilen ilahi adalete itimat giderek azalıyor, özlenen barış uğruna körü körüne inanılan geleneksel değerlerden ödün verilebiliyor.
Etkilenmemek elde değil
Coğrafyada vaziyetin hiç de sürdürülebilir olmadığına, bir şeylerin mutlaka değişmesi gerektiğine dair zihniyetin tezahürü olan belgesel takdire şayan. Filmi ortaya çıkaranlar mümkün olduğunca tarafsız bir yerde durmaya çalışmış, araya bilhassa serpiştirilen küçük anekdotlarla da seyirciye iki tarafın takıntıları konusunda beyin jimnastiği yaptırmaya itina göstermişler.
Kurmaca filmlerde görmeye alıştığımız girift olaylar dizisi gayet kıvrak bir senaryo ve montajla yansıtılırken, din bazlı rejimlerin nerelere varabildiğini izliyoruz. Filmde olağanüstü hal baskısı ve savaş tehdidi altında yaşayanların insanlıktan çıkmış yaşamlarına, İsrail güvenlik kuvvetlerinin yanında Hamas veya El-Fetih'in mantık dışı uygulamalarına da şahit oluyoruz. Hoşgörüsüzlük, peşin hüküm ve paranoyaya teslim olmuş Yahudiler ve de Müslümanlar, Abu Naim gibi saygın bir kişiye bile bulaşmaktan geri durmuyorlar.
Muhi - Mütemadiyen Muvakkat baskı, ayrımcılık, şiddet, kan ve ölümün hâkimiyetindeki bir diyardan bir barış çağrısı, bir "yeter" çığlığı; Filistinliler’in yanısıra İsrail'deki muhaliflerin sesini de duyurmaya çalışan bu çarpıcı belgesel sinema eserini kale almakta fayda var.
Filmin sonunda, hastanede yaşamayı sürdüren ve çelişkileri daha fazla hissetmeye başlayan kahramanımızın huzursuzluğu artar. Muhammed, Muhi olarak kalmaya devam eder mi, onu zaman gösterecek...
İsrail kurulurken...
Günümüzdeki kabul edilemez politikalar bir yana, İsrail devleti kurulurken uluslararası hukukun yerle bir olduğu durumları da unutmamak lazım.
Deir Yassin köyünde yaşanmış olanlar bunlardan biri.
Köydeki gaddarlık hakkında haberler yayıldıkça coğrafyanın muhtelif noktalarındaki Filistinliler'in memleketlerinden dehşetle kaçmalarına sebep olan Deir Yassin katliamı, ülkeye dışişlerinde zarar verebileceği için devletin bugün bile itinayla saklamaya çalıştığı bir sır.
Bölgeye mezalim sonrası atfedilen lanet yüzünden İsrailliler'in bir yerleşim alanı olmasını uygun bulmadıkları Deir Yassin köyüne 1951 yılında Kfar Şaul adlı akıl hastanesi münasip görülmüş. (Türkiye'de de benzer lanetlerin fışkırdığı birçok alanın enerjisini hissetmemek ne mümkün!)
Filmin senaryosunu, annesi mevzubahis sağlık kurumunda tutulurken orada doğan Dror üzerinden takip ediyoruz. Hastanenin arşivindeki kayıtlar veya annesinin kendisine bir zamanlar yazdığı mektuplar, mütevazı ve ciddi olduğu kadar müstehzi gülümseyişini gizlemeyen Dror'un hafızasındaki eksik taşların bir ölçüde yerine oturmasına vesile oluyor. Biz de bu arada kadın yönetmen Neta Şoşani ile projede kendisine senaryo ve sinematografide destek olmuş Tamara Erde'nin röportajları aracılığıyla Deir Yassin'in kanlı geçmişine vâkıf oluyoruz.
Katliamda fail olarak birebir bulunmuş, bazısı coşkusunu hâlâ koruyan eski askerlerin hatıraları gerçekleri teyit ediyor olsa da devlet, ülkenin imajına halel getireceğinden arşivlerdeki fotoğrafları film ekibine teslim etmiyor. Kamera karşısında itiraflarda bulunanlara film çekiminin sürdüğü günlerde gizli güvenlik birimlerinden gelen konuşmama uyarısı da cabası.
Born In Deir Yassin (Deir Yassin'de Doğmuş) adlı belgesel Kudüs Film Festivalinde mansiyon aldı, İsrail'de inkârcılara inat, günah çıkartılmasından yana olanlar ödüllendirilmiş oldu. Ülke itibarının yerle bir olduğu bir dönemde mantığın ve vicdanın, belirli bir azınlık tarafından savunulsa da muzaffer olabileceği ıspatlandı.
İşgalciler!
Milliyetçi hükümetin ve güdümündeki medyanın unutturmaya, hatta yok saymaya çalıştığı "yerleşimci" furyası son hızla devam ediyor. Filistinliler'in sıkıştığı daracık alanları daha da daraltan, ellerindeki son toprakları zapt eden, çeşitli yerleşimler arasındaki bağlantıları duvarlarla kapatan İsrail devletinin uluslararası hukuka aykırı icraatı tüm dünya tarafından sorgulanır hale geldi. Genelde Güney Afrika'yla özdeşleştirilen Apartheid terimi sık sık telaffuz edilmeye başlandı.
Vaziyet, doğru bildiklerini sorgulama konusunda en ufak bir vicdan muhasebesine niyetli değilmiş gibi görünenlere yakında "İsrailli'nin İsrailli'den başka dostu yoktur!" dedirtecek, ya rejimin ya da ülkenin sonunu getirecek gibi duruyor.
Ortadoğunun yıllardan beri yangın yeri olmasının başlıca aktörlerinden İsrail'deki sağcıların arsız politikası, 50 yıllık "yerleşimci" inadına endekslenmiş durumda.
Yukarıda gayet sıkıcı bir sekansını izlediğiniz The Settlers (Yerleşimciler) dünya prömiyerini Sundance'te yapmış, Lüksemburg, IDFA, Docaviv, Biografilm, New York, Docs Against Gravity festivallerinde oynamıştı.
Beyanatlarıyla kendi kendini ele verip adeta rezil eden fanatiklerin varlığı dışında, mesele çeşitli animasyonlarla renklendiriliyor, tarihî süreç tüm ayrıntılarıyla teşhir ediliyor.
Yönetmen Şimon Dotan'ın Oron Adar'la yazdığı sürükleyici senaryo sayesinde gayet karmaşık gibi görünen dinamik anlaşılır hale geliyor, ancak ironik bir yaklaşımın desteği sayesinde böylesine karanlık bir tabloyla mücadele edilebileceğini hatırlatıyor: Ha gayret muhalefet! (MT/AS)