Masanın üzeri doluydu. Sözlük, dergi, kitaplar, kalem, defter, kâğıt ne bulduysam yazmıştım adeta. Kaç zamandır üzerinde yoğunlaştığım ekonomi çalışmamın "istihdam, işsizlik" başlıklı kısmına gelmiştim. Gelmiştim ya, öteye gidemiyor, hiç ilerleyemiyordum bugün.
Kafamı toparlamak ne mümkün. Gözlerim çalışma notlarımda, aklım ise O'ndaydı. Derken, gözlerim de aklıma uyup, karşı duvardaki fotoğraflarda gezinip gelip O'nun fotoğrafına takılıyordu. Siyah dalgalı saçları, ışıltılı, zekice bakan kapkara gözleri, dudaklarının kenarlarını hafifçe kıvıran o muzip hoş gülümsemesiyle bana bakıyordu.
Arkasına "Ortadaki benim" yazmıştı. Oysa fotoğrafta tekti. Bir de şunu eklemişti: "Bekleyin geliyorum. Üç vakte kadar ordayım. Artık üç asır mı olur, üç milenyum mu olur, bilinmez" diye eklemişti. Bu cezaevine sevk olmak için Adalet Bakanlığı'na dilekçe yazmıştı defalarca. Neden mi? Çünkü her defasında dilekçesine olumsuz yanıt veriliyordu da ondan. Olumlu yanıt verilseydi ne diye defalarca dilekçe yazılsın ki sevgili okur?
Ve nihayet sevki çıktı işte. Bekliyorduk, gelecekti. Masal gibi, büyü gibi, düş gibi. Ama gerçek. Gelecekti.
Mektuplarımızı çoğumuz şu dilekle bitiririz: Görüşmek umuduyla. O ise daima "görüşeceğiz" ya da "GÖ-RÜ-ŞE-CE-GİZ! Bir gün mutlaka" derdi. Bir defasında da "En kötü ihtimalle dışarda görüşürüz. Sayılı gün tez geçermiş. Müebbetimin bitmesine topu topu 20 senecik kaldı" diye yazmıştı.
20 senecik değil ama çok uzun bir 20 gün bekledik. Sevk gelinişti gelmesine de, 20 günlük hücre cezası varmış. Doğruca hücreye götürmüşlerdi. Daha biz yüzünü görmeden, sesini duymadan dokunmadan. Bugün son günü. Akşamüzeri gelir. Berrin arkadaş mahkemede olduğundan hücrede yalnızdım. Beklemek zordur, biliyordum. Yapayalnız beklemek çok daha zormuş, öğrendim. Şu son gün, son saatler geçmek bilmiyordu.
Böyle durumlarda en iyi çare çalışmaktır. Ben de bir kez daha bunu bugün kaçıncı defa yaptığımı hatırlayamıyorum. Kendimi silkeleyip "Hade Ayşe, iş başına! En azından elindeki işsizlik konusunu yaz bitir" dedim. Bu sert uyarımla hemen kendime gelip beş altı cümle yazıvermiştim ki kapı açıldı. Bu saatte bu da nesi demeye varmadan O'nu gördüm. Oydu! Rojda!
"Rojda!" "Ayşe!"
Zıplayarak içeri girdi. Sıkıca sarıldık, sımsıkı. Bir an "herşeyin fazlası zarardır" kuralını unutmuşuz meğer.
"İmdat! Nefes alamıyorum!" dedi gülerek.
"Sen mi? Ben öldüm bile!"
Kuralı unutmayan gardiyanlar ise bir yandan Rojda'nın eşyalarını ararken bir yandan da "Hadi bayanlar! Sonra sarılırsınız, eşyaları içeri alın, bayanlar!" diye söyleniyorlardı.
Rojda bana doğru dönüp, dil ucuyla "Bayan sizsiniz. Baydınız bizi" dedi gülerek. Sonra onlara dönüp "Daha az önce aradınız ya eşyaları; hücreden çıkarken. Şimdi ne arıyorsunuz ki?" dedi iğneli iğneli. Biri ters ters baktı. O devam etti "Siz sekiz kişi bulamadınız galiba. Ne aradığınızı söyleyin de biz de arayalım, belki buluruz!" dedi. Dudaklarının uçları yine öyle kıvrılmıştı.
Arama bitip de eşyaları içeri aldığımızda biz sohbetimizi çoktan koyulaştırmıştık bile. Sanki yıllardır yan yana, berabermişiz gibi daldan dala atlayarak, daha birimiz bitirmeden diğerimiz lafı alarak, birbirimizin sözünü kese kese, güle eğlene, sohbet ediyor, konuşuyor, konuşuyor, konuşuyorduk.
Bir ara masadaki yığıntıya el attı. İstihdam verilerinin olduğu yayının sayfalarına göz atarken bir yandan da "Bunlar ne? Ekonomi mi çalışıyorsun?" dedi. "Evet" dedim. Elimde, üst satıra güzel yazımla büyükçe yazdığım "İşşizlik" başlığı ve başlığın devamındaki yazdığım satırlarımı beğenmeyerek, güzel çarpılarımla bir güzel karaladığım iç karartıcı yazı yazma girişimimin belgesi olan sayfayı işaret ederek, "Evet ama gördüğün gibi bir arpa boyu yol alamadım daha" dedim.
"İyi ki yazamamışsın. Artık gerek yok!" dedi.
Yine o muzipçe kıvrılan dudaklar.
"Neden? İstihdam sorunu, işsizlik çözüldü mü yoksa!"
"Tabii ya! Dur anlatayım dinle de kararı sen ver."
"Çok merak ettim sahiden de... Anlat, neymiş bu parlak formül?"
"Şimdi ben bu cezaevine geldim ya, girişte dört gardiyan vardı. Beni bir odaya aldılar. "Soyun" dediler. "Soyunmam. Bu insani de değil, hukuki de" dedim. Olay çıkmadan halletmek istiyorlardı. Hatta biri, "Ne var soyunsan? İnsanlar plajda bikiniyle dolaşıyor" dedi. Mantığa bakar mısın? "Kesinlikle haklısın, Ama belki gözünden kaçmıştır(!) diye hatırlatayım, burası plaj değil" dedim.
"İyi demişsin. Sonra?"
"Diğeri lafı aldı. Aman soyun işte, ne olacak ki, hepimiz bayanız, utanma, dedi. "Eh madem bu kadar normal görüyorsunuz, öyleyse buyrun siz soyunun. Hepimiz bayanız(!) utanmayın!" dedim. Neyse, çok uzatmayayım lafı. Epeyce tartıştık. "Öyleyse zorla soyarız deyip telefon etmeye gitti biri. Az sonra bir yardımcı müdürle iki de gardiyan geldi. Zorla soydular..."
"Bir yaran beren var mı? İyi misin?" dememe kalmadan, sözümü kesip "İyiyim, merak etme. Nerde kalmıştım? Ha, sonra giyin dediler. Madem siz soydunuz, siz giydirin. Giyinmem ben dedim. Bu daha zordu ki az sonra iki gardiyan daha çağırdılar, öyle giydirdiler."
"İstihdam diyorduk, bunların konuyla ne ilgisi var?" dedim.
"Tamam oraya geliyorum ben de... Sonraa bunlar beni kalacağım hücreye götürdüler. Bunlar dediysem aynı gardiyanlar değildi. Üç başka gardiyan. Blok görevlileri ayrı oluyormuş... Hücre cezam var diye muayene ediyorlar önce. Sözüm ona hücrede kalmaya sağlığı müsait mi diye. Kesinlikle insani, sağlıklı olmayan hücre uygulamasına doktorları da suç ortağı ediyorlar, rapor verdiriyorlar! İşe bak! Neyse nerde kalmıştım? Ha, doktor, hemşire, bir sağlık memuru, iki de gardiyan geldiler. Bir "iyi misin?" deyip kameralarda muayeneye gidildiği kaydedilsin, iş kitabına uydurulsun diye tam beş kişi gelmişti."
"Sorma, tutsakların sağlığı için yapmayacakları şey yoktur!!"
"Doktora, "Bir hayvan, bir ot bile yalnız yaşamaz, yaşayamaz. Siz bir hekim olarak nasıl bir insana tek kalabilir raporu verirsiniz?" dedim. Bir şey demedi, apar topar gittiler. Tabii ki onayladı."
"Hep böyledir. Ağır hasta tutsaklara bile cezaevinde, hücrede kalabilir raporu veriyorlarken "
"Evet" deyip devam etti. "Onlar gidince, az sonra mektupçu geldi. Yanında iki de blok görevlisi gardiyanla. APS, fax kâğıdı dağıtıyorlardı. Sonraa infazdaki gardiyanlar geldi, biri sivil ikisi gardiyan, üç kişi. Cezayı tebliğ etmeye üç kişi!"
"Hiç kimse tek dolaşmıyor ki, elemanlarına da güvenmiyorlar. Aynen Uçurtmayı Vurmasınlar filmindeki gibi; "Git kitabı yak!" "Git kitabı yakıp yakmadığını kontrol et" "Git kontrol edip etmediğine bak..." Aynı mantık... İyi de, konumuzla ilgisi ne?"
"Sayıları takip ettin mi? Kaç kişi oldu! Toplam?"
"?!... Yo sayamadım"
"23! İşte sonra akşam yemeği geldi. Getiren bir gardiyanla iki adli tutukluydu. Sonra kütüphaneci gardiyanla bir adli tutuklu geldi. Kitap formları verdiler. Akşam sayımına da dört gardiyan geldi. Gece 10.30 gibi iki gardiyan gelip "yarın savcılık ifaden var" dediler. Girişteki çıplak arama olayından dolayı suç duyurusu yapmışlar bana... Bunların hepsi başka gardiyanlar. Sabah oldu, savcılığa giderken biri ring şoförü altı asker yedi kişi, sırf beni götürmek için seferber olmuştu! Savcılıkta da bir savcı, bir kâtip bir de mübaşir üç kişi vardı. İşte böyle. Daha unuttuklarım da vardır kesin! Görüyorsun, bir benim için bu kadar kişi koşturuyor, istihdam ediliyor." dedi gülerek.
"Gerçekten de tek başına bu kadar istihdam olanağına vesile edilmişsin" dedim.
"Öyle. İşte düşün, bu hükümet döneminde cezaevlerinin, tutukluların sayısı sürekli artıyor. Niye? Çünkü hayırlı bir iş yapıyorlar, işsizlikle mücadele ediyorlar. Tamamen iyi niyetlerinden!"
Kahkahalarla güldük. Ben hemen ciddi halimi takınıp, sağ elimle kulağımı çekip duvara vurdum üç kez. Kısık sesle:
"Aman ha, hükümetin kulağına falan gider. Karikatüristlere, mizah dergilerine bir sürü dava açmış, şakadan espriden anlamayan bir başbakan var memlekette. Bunu da duyup ciddiye alır; hemen işsizliğe çare çılgın projemiz var deyip, tutuklamalara, cezaevi inşaatlarına fırtına hızıyla devam eder. Yapmayacaklan iş değil. Aman ha, aramızda kalsın!"
"Haklısın valla. Kürdistan'a gidip "Size müjdem var; yeni cezaevi yapacağız" diyen bir başbakandır, yapar mı yapar. Aramızda kalsın. (DT/NV)
* Bu yazı siyasi nedenlerle müebbet hapse mahkum edilmiş insanların tek kişilik hücrelerden yazdıkları metinlerden oluşan "Kimse Yok" kitabından alındı.
** Korkma Kimse Yok, editörler: Sibel Öz ve Ayşegül Tözeren, Notebene, 2014, Ankara, 224 sayfa.
*** Kitapta yazısı olan mahpuslar: Ergin Atabey, Mahmut Ulusan, Nizamettin Özoğlu, A. Rahim Akalp, Salih Gün, Ö. Hayri Konar, Ali Tekin, Yüksel Yiğitdoğan, M. Nuri Özen, Sait Dayan, Deniz Tepeli, Muhabbet Kurt, Metin Yamalak, Mehmet Akpolat, A.Vahap Kavak, Zeynep Avcı.