İlkokul ikideydim. Babam Sümerbank Basma Fabrikası'nda fabrika işçilerinin sosyal hizmetlerine bakan bir bölümün müdürüydü. İç lojmanlarda otururduk, işçilerin lojmanları fabrika dışındaydı. O koca fabrikada çalışan ve dahi çalışmayan bir sürü insanın çocukları aynı ilkokula gidiyorduk.
Bir gün okulda bir çocukla kapışır gibi olduk, ben haksız olduğumdan hemen özür diledim ama sınıf arkadaşım ben özür dileyince "yok yok olmaz öyle şey, ne yaparsan yap benim sana iyi davranmam lazım, babam öyle tembihledi" dedi. Şaşırdım, "niye ki?" dedim. "Sen müdürün kızısın ya, babam sakın ona dalaşma, yoksa babası beni işten atar dedi" deyince şaşkınlığım iki kat arttı. Bir şeyler tersti ama kafam basmamıştı çocukluktan.
Hayatımda yediğim ilk tokat
Akşam eve gelince babama anlattım bunu, oturttu beni karşısına; bunun hiçbir şekilde doğru olmadığını, böyle bir şeye ne yetkisi ne de hakkı olduğunu, hangi işte çalışırsa çalışsın herkesin eşit olduğunu, arkadaşımla konuşup bunu ona anlatmam gerektiğini anlattı uzun uzun. O zamanlarda da aklım havada gezdiğim için dinlediklerimin bir kısmını anladım, bir kısmını anlamadım.
Ertesi gün okula gittiğimde ilk teneffüste koşarak arkadaşımı buldum. "Ben babamla konuştum, hiç öyle bir şey yokmuş, senin babanı işten falan atamazmış babam, arkadaşına söyle sana istediği gibi davranabilir, isterse seni dövebilir, ben hiç karışmam dedi" dedim. "Gerçekten mi?" diye sordu ilkin, sonra ben "evet bana kötü davranabilirmişsin, hatta dövebilirmişsin" deyince şiddetli bir tokat patlattıydı yüzüme. Hayatımda yediğim ilk tokattır, anısı bu!
İmamın sözleri o tokadı hatırlattı
Neredeyse kırk beş yıl geçmiş yediğim bu tokadın üstünden. Konya Şehir Hastanesi'nde bir hasta yakını tarafından alçakça katledilen Doktor Ekrem Karakaya'nın ölümünün hemen ardından yine aynı şehirde imamlık yapan bir zatın söylediklerini duyunca bu tokadı hatırladım. Cami imamı, vaazında giderek tırmanan sağlıkta şiddet olayları sonrasında iş bırakan sağlık çalışanlarını hedef alarak "Sen olsan öldürmez misin, dövmez misin, sövmez misin" diye buyuruyordu. Minberin (Diyanet için bilgi notu: hutbe okunan merdivenli yer) orta kısmında durmuş dünyanın en derin çukurundan dinleyenlere eğer sağlıkta şiddeti protesto eden doktorları öldürmeye, dövmeye, sövmeye kalkarlarsa haklı olduklarını vaaz ediyordu.
Birden gözümün önüne bana o tokadı atan çocuğun yüzü geldi. O kadar mutlu olmuştu ki bana vurduğu için, neredeyse ben bile sevinmiştim bunun onu bu kadar mutlu etmesine. İnanmayacaksınız ama gerçekten sevinmiştim. Hiçbir zaman cin gibi biri olmadım ama ayan beyan anlaşılacağı üzere çocuklukta ayrı bir saftım. Hatta akşam eve gittiğimde, arkadaşımın beni tokatladığını, eşit olduğumuz için bunu yaptığını, iyi olduğunu söyleyince hem annem hem babam oturup eşit olacağız diye kimseye kendimi tokatlatmamam gerektiğini, benim meseleyi çok yanlış anladığımı anlatmışlardı yine uzun uzun. Anladım bu kez, bir daha da birinin bana bunu tekrar anlatması gerekmedi.
Hayatımda ilk defa o gün "yaptığım" bir şeyden dolayı değil, "olduğum" bir şeyden dolayı zarar gördüm. Müdürün kızı olma hâlim nedeniyle yedi yaşında bir çocuk olan ben, yedi yaşında olan başka bir çocuk için 'nefret nesnesine' dönüşmüştüm. Üstelik müdürün kızı olmak için herhangi bir çaba göstermiş de değildim.
Çocuktuk nihayetinde, üzerinde durmadım, tokadı niye yediğimi de anlamadım. Lisansüstü eğitim yıllarımda uzun uzun düşündüm bu "olma" nedeniyle maruz kalınan nefret üzerine. Anca, olamadıkları herkesten nefret eden ve yapamadıkları her şeyi yasaklamaya çalışanların zamanında anladım o tokadın niye atıldığını.
Ekmek alırken bile siyatik ağrısını dinlemek...
İletişim Fakültesi'nde yüksek lisansa başladığımda Halkla İlişkiler dersinin efsane hocalarından Metin Kazancı'nın girdiği ilk dersi çok iyi hatırlıyorum. İlerleyen yaşına rağmen son derece atik bir şekilde dersliğe girip sınıfa bile göz atmadan doğrudan tahtaya yönelip birbirine değmeyen, biri küçük biri büyük iki daire çizmiş ve kalemi masasına koyup sınıfa dönmüştü; "Bu iki ayrı dairenin iki insanın hayata dair sahip olduğu anlamlar bütünü olduğunu düşünün. Bu iki insanı temsil eden dairelerin birbirine teğet bir noktası olmadığı takdirde iletişimden bahsedilemez. İletişim sadece ve sadece o teğet noktasında başlar, orada cereyan eder" demişti. Akademide karmaşık bir konuyu basit anlatabilmek -en azından benim için- öğrenme/öğretme kalitesini belirleyen bir şey. Belki de sonraki yıllarda nevi ne olursa olsun en çok "ilişki" kavramına ilgi duymamın nedeni o gün o dersi almış olmamdı, şanslıydım.
Biz lisedeyken en zekilerimiz, en parlaklarımız tıbbı yazardı üniversite sınavlarına girerken. Gelecek vadeden öğrenciler tıp okurdu. Biz üniversitede iken tıp okuyan arkadaşlarımız bizden daha çok ders çalışmaya zaman ayırırdı. Biz iş hayatına girdiğimizde mesai saati diye bir kavram vardı, bizler şanslıydık ama doktor arkadaşlarımız ekmek alırken bile bakkalın siyatik ağrısını dinlemek ve çözmekle yükümlüydü sanki.
Yeni zamanlar bizlere yaşam becerisi katmak için değil, yetersizlik duygusu katmak için var adeta. Modern yaşamın ürettiği güçsüzlük duygusu katlanılır boyutta değil. Modern şiddetin düşük özsaygı ile bir bağı olduğunu iddia eden ve 'güçsüzlük duygusunun bir ifadesi olarak şiddet' çeşitlemeleri içeren sayısız metin okudum. Şiddetin önüne geçmek için yetersizlik duygusunun yenilmesi ve her insanın önemli olduğuna ikna edilmesi gibi çok uzun soluklu çareler içeriyordu çoğu.
Psikiyatrist İlker Küçükparlak "ülkedeki genel durumun sıkışmışlık oluşturarak saldırganlığı körüklediği gerçektir. Yine de hekimlere yönelik şiddetin ayrışan bir tarafı vardır" diyerek resmi ağızların katledilen doktoru alelacele şehit ilan etmesine karşı çıkıyor; "Hekimler şehit olmuyor, iktidarın yönetemediği sağlık ekonomisine ilişkin kabahatini kamufle edebilmesi için sorumlu ilan edilip hedef gösterilerek kurban edilmektedirler" diyor. Durumun daha iyi bir özeti yok bence.
"Kulak çekme" tweet'i
Ben bu yazıyı yazarken televizyonda siyasi irade alınacak önlemlerden bahsediyor. Kendisi de doktor olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın 6 Temmuz'da katledilen doktorun ardından Twitter hesabından yaptığı açıklama şöyle bitiyordu: "Halkımızdan hekimine karşı daha büyük bir saygı, daha özenli bir tutum bekliyorum." Açık söyleyeyim bu "kulak çekme" tweet'inden fazlasını beklemek de safdillik olurdu zaten.
Sistematik bir şekilde tırmanıyor sağlıkta şiddet. Yıllardır sürüyor hem de. "Daha özenli tutum" istiyor Bakan. Doktorlar dövülüyor. Öldürülüyorlar. O iki dairenin hiçbir teğet noktası yok. Yıllardır dizilerden, siyasi demeçlerden, dini vaazlardan aldıkları icazet ile saldırıyorlar. Doktor olduğu için saldırıyorlar. Kendi güçsüzlüklerini yenmek için saldırıyorlar. 'Ben doktora haddini bildirdim' demek için saldırıyorlar.
Tarihe 'karanlık zamanlar' olarak düşecek bu zamanlar, 'biz de oradaydık' diyeceğiz başımız önümüzde... Çok utanıyorum...
(AA/AÖ)