Ben aslında öyle Müslüm Gürses hastası filan değilim.
Karıştırdım diskoteğimi, başka hiç Gürses yokmuş. Ama radyoda ya da televizyonda çıkınca da istasyon ya da kanal değiştirmem.
Müslüm Gürses portresi
İlginç bir adam. Bir kere çok doğal. Temiz hatta saf. Müthiş iyi niyetli. Çok görmüş geçirmiş bir hali var. Biraz bilge, sessiz, az konuşuyor, ama çok derinmiş izlenimi veriyor.
Hançeresi olağanüstü. Çok içten okuyor. Ama sadece kırsalla kent arasında değil, kentin gecekondu semtleriyle lüks eğlence mahalleleri arasında sanki bir sıkışmışlık.
Beyaz takım elbise, beyaz pabuç... Yüzü ise hep esmer. Hatta buruk. Belki de üzgün. Ve galiba yersiz yurtsuz. Yüz ifadesinde bin bir sıkıntı, bin bir çelişki var.
Mesela semt olsaydı Müslim Gürses, Sirkeci olurdu galiba.
Yersiz yurtsuz deyince tabi ki Said geldi yine aklıma.
Said piyanonun başında
Dünyanın önde gelen Litz yorumcularından biri olduğunu biliyordum. Nation'da haftalık müzik yazıları yazdığını da. TV5 ile El Cezire'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği belgesel de evinde Meryem Hanım ile piyanonun başında görmüştüm kendisi.
Ama "Nakışlar"ı okurken Said'in engin müzik bilgi ve kültürünü anladım. Bir sanat olarak müziğin toplumsal, siyasal, ideolojik boyutlarını derinlemesine kavrayıp aktardığına tanık oldum.
Müzik ile esas uzmanlık alanı olan edebiyat arasında kurduğu ilişkiler de okurun ufkunu açıyor.
Özgürlükten yana bir gür ses
Gelelim şimdi de üçüncü kahramanımıza: Murathan Mungan.
Yazarlık kalitesini çok geniş kitleler nezdinde onaylatmış parlak bir şair. Şarkı sözleriyle de önemli bir popülerlik kazanmış bir sanatçı. Ama ben Mardinli Murathan'ın en çok siyasal duruşuna önem ve değer verenlerdenim.
Herhangi bir örgüt ya da partiye angaje olmadan yazar sorumluluğunun gerektirdiği siyasal tutumları almakta hiç bir zaman şüphe duymamış, hakiki bir aydın.
Beyoğlu'nda Özgür Gündem gazetesini aydınlarla birlikte topluca satarken, Kürt meselesinden İnsan Haklarına kadar yurttaşı, yazarı ilgilendiren her alanda, sadece şiir ve yazılarıyla değil, bizzat, şahsen de demokrasiden, özgürlükten yana gür sesle tutum alan Murathan.
Tersten bir bakış
Murathan aslında ilk bakışta son derece ilginç bir proje gerçekleştirmiş.
Müslüm Gürses'e, Bob Dylan, Leonard Cohen, David Bowie, Serge Gainsbourg, Dabadie gibi Batılı besteci ve yorumcuların şarkılarını (*), kalem erbabı şair ya da şarkı sözü yazarlarına adapte ettirerek bir sentez yapmaya çalışmış.
Aslında son yıllarda daha çok Batılı sanatçıların Doğudan esinlenerek yaratıcılıklarını sürdürmeye daha doğru bir deyişle ayakta tutmaya çalıştıklarını hesaba katarsak, Mungan işe tersten bakmış gibi.
Rol modeller
Yerelliği, özgünlüğü törpüleyen bu yaklaşım bugünlerde artık küreselleşme adını almış olsa da, paradoks, yerel/yabancı ikileminin üstünde ve ötesinde.
Biz yabancıya nasıl bakıyoruz? Rol modelimiz olabilir mi? Kendi değerlerimizi nasıl bir süzgeçten geçirip benimsiyoruz?
Rumelihisarı'nda bir zamanlar lüks giysiler satan küçük bir dükkan vardı, adı da "Edward of Hisar" idi. O tabelayı gördüğüm günden beri itiraz ederim:
"Yahu Londra'da 'Ahmet of Kensington' yoktur da bizde neden bu yabancıyı taklit merakı?"
Düş kırıklığı
A la franga bir Müslüm Gürses dinleme hevesiyle takınca insan kulaklıkları pek beklediğini bulamıyor.
Murathan hemen "Bizim amacımız o değildi ki?" diyecek herhalde.
Şarkıları dinlerken bir düş kırıklığı yaşadım ki, mesele yüzeysel ve tersinden bir Oryantalizm değil.
Bir kere her şarkı birbirine çok benziyor. Çünkü şarkılar orijinallerine pek benzemiyor. Bob Dylan'a da yazık olmuş, Müslüm Gürses'e de bence.
Orijinallik ve alıntı
Orijinallikle adaptasyon farklı şeyler ama, her iki tür de kalitesiz, yeniliksiz olunca da bambaşka bir şey çıkıyor ortaya.
Galatasaray futbol takımının efsanevi bir orta saha üçlüsü vardı: Okan, Suat, Emre.
Üçü de hem teker teker, hem de birlikte çok iyi futbol oynuyorlardı. Ama kimsenin aklına kalkıp da Okan, Suat, Emre'yi bir basket takımına koymak gelmedi.
Müslüm Gürses'in geleneksel dinleyici kitlesinin bu CD'ye yakınlık duymayacağını herkes biliyor. Olası yeni Gürsesçilerin de dudak büktüğünü gördüm.
Çok parlak çok başarılı bir sanatçının başarısının en önemli özelliği kimliği, orijinalliği olsa gerek.
Mesele salt Batılı şarkıcılardan alınmış sözler değil.
Müzik de böyle biraz şık görünmek isteyen üçüncü sınıf eğlence yerlerinin havasını andırmıyor mu? Sözleri yerli olanlarda bile var bu düğün orkestrası atmosferi.
CD'nin adı da Mungan'ı düşününce şaşırtmıyor: "Mucize ve Buluşma."
Buluşmanın kim ile kim arasında olduğunu biliyoruz da, bu "Mucize" sanki biraz sallantıda kalmış, kokusuz, renksiz hatta neredeyse soyut, görünmez ve etkisiz bir mucize.
Adı var sadece CD kapağında.
Doğallık ve yapaylık
CD çıkarken beş kanalın altısında düzgün ama gergin ve sevecen Murathan vardı.
Gürses ise her seferinde "Murathan Bey çok kültürlü" dedi durdu.
Her şeyin olduğu gibi kültürün de fazlası ya bizim gibilerce anlaşılamıyor ya da ortada bir bozukluk var.
Mungan, geçen bir hafta sonu ekinde projeye yönelik eleştirilerden ne kadar rahatsız olduğunu gizlemeye çalıştı.
Bir sanatçının özgün, ilginç, beklenmedik, şaşırtıcı bir projeye girmesi kadar doğal hatta cüretli bir tutumu ancak saygıyla karşılanır. Ne var ki sonuçta eleştirileri kabullenmek de erdem sayılmalı.
Bob Dylan'la Cohen nasıl buldular acaba, merak etmiyor değilim doğrusu.
Ertaş'a opera
Neşet Ertaş bu ülkenin herhalde en iyi saz sanatçılarından ve türkücülerinden biri olsa gerek.
Şimdi kalkıp Ertaş'a opera söyletmenin alemi var mı? Ertaş'a mı kızgınsınız, yoksa opera mı sevmiyorsunuz? Zaten büyük bir ihtimalle Ertaş da böyle bir öneriye gülüp geçer bence.
Her aldığım yeni CD'de yaptığım üzere "Aşk Tesadüfleri Sever"i de, tekrar tekrar dinledim. Hiç olmazsa dudağıma takılacak bir şarkı, bir melodi, bir dize, bir sound yakalamak istedim. Olmadı, olamadı. Halbuki ne çok isterdim başarılı bir sentez olmasını.
Irish Coffe ve yerli versiyonu
Sanat herhalde sadece sanat değil. Edward Said, "Nakışlar"da müziğin siyasal, ideolojik, kültürel alanla neredeyse organik bağlantılarını o kadar güzel anlatıyor ki...
Ecevit dönemiydi, yaşı müsait olanlar hatırlar.
70 sente muhtaç kaldığımız günler.
"Irish Coffee", bilirsiniz viski, kahve ve creme chantilly'den yapılır. O dönem bu üç malzeme de yok. Amma ille de Irish Coffee içmek isteyenlere, Türk barmenlerden biri yerli bir versiyon üretmişti:
Viski yerine rakı, kahve yerine çay, creme chantilly yerine de yoğurt!
Ben işte buna Mucize derim... (RD/AD)