Medyanın tanımlamasıyla "Cannes'ı da güzelliğiyle fetheden" (!) Hülya Avşar, Türkiye'ye döndükten sonra gündemde kalmaya devam etti. ATV ana haber bültenine 21 Mayıs 2001 tarihinde Murat Birsel'in sorularını yanıtlamak için gelen Avşar, iletişim literatüründe duyurum (publicity), konuşma dilinde ise ücretsiz reklam diyebileceğimiz bir giriş yaptı.
Kot pantolonla "pırlantalı bilezik"
Reklamın konusu ; kot pantolonu ve keten gömlekten oluşan spor kıyafeti ile taktığı pırlanta taşlarla bezeli bileziğiydi . Anlaşılan bir pırlanta firması tarafından pazara yeni sunulan ürünün tanıtımı için Hülya Avşar seçilmişti. Seçim elbette bizi ilgilendirmez ama, röportajda konuşulanlar ve mesajlar hayli ilgilendiriyor.
Bileziğin özelliği , Avşar'ın da ısrarla vurguladığı gibi kullanabilmek diğer değerli taşlardan yapılmış takılarda olduğu gibi pahalı gece kıyafetlerine "ihtiyaç duyulmaması" (!) kot gibi günlük rahat/spor kıyafetlerle de takılabilmesiymiş!...
Ücretsiz reklam
Kuşkusuz spor kıyafetlerle pırlantalı bir şeyler takamama sıkıntısı yaşayan kadınlar ve erkekler vardır; onlar için atv ana haber bülteninde yer alan bu duyurum ya da ücretsiz reklam , çok bilgilendirici hatta "sorun çözücü" (!) de olmuş olabilir.
Ancak sorun; bu kesimin Türkiye'de, toplumun ancak tek basamaklı rakkamla ifade edilebilecek bir oranını temsil ediyor olmasındadır. Hatta, insanlık adına utanç verici böylesi uçurumların tüm dünyada varolmasının ötesinde, geri kalmış ülkelerde bu dengesizliğin/ sömürünün çok daha uçlarda yaşanmasındadır.
Türkiye'deki kitlesel medya, (haber bültenlerinden televole ya da onun versiyonları olan programlara kadar) işte hep bu kesimleri hedef kitlesiymiş gibi düşünerek, yayıncılık politikalarını da şekillendiriyor.
Hedef Kitle: Boğaziçi mi?
Bir yayın organı böylesi ekonomik dolayısıyla politik ve toplumsal gücü de elinde bulunduran kesimi hedef kitle olarak seçebilir, program içeriklerini de o kesimlerin ihtiyaçlarına yönelik geliştirebilir. Ancak, o zaman Türkiye'de; Boğaziçi gibi dar bir alana yayın yapmaları gerekir. Topluma zararları dokunmaz hiç olmazsa.
Murat Birsel'in Hülya Avşar'la röportajında, ünlülerin bütün "ihtişamlarıyla" üzerinden geçtikleri ve medya mensuplarına en "şirin" ve de insan olarak en yapay halleriyle üstünde pozlar verdikleri kırmızı halı , özel bir önemle ele alındı.
Kırmızı halıda yürüyebilmek "önemli" (!)
Murat Birsel, bir gazeteci olarak, Hülya Avşar'ın o kırmızı halıda neler hissettiğini tüm detaylarıyla gün ışığına çıkarmaya çalıştı... Böylelikle, hiç bozulmaması arzu edilen yöneten-yönetilen ilişkisi daha da açarsak modern zamanların hayli maskeli efendi-köle ilişkisi kırmızı halı aracılığıyla bir kez daha üretildi.
Zaten ancak "önemli" (!) kişiler , kırmızı halılarda arz-ı endam edebilirler.
Bu kırmızı halılarda sefa süren azınlıklar geniş insan topluluklarının omuzlarında "taşınmalıdır" (!).
Kırmızı halı ile güç arasında semboller aracılığıyla kurulan "organik" bir ilişki olduğu açık, ancak bu ilişkinin mantığını kavramak zor ve kırmızının çağrıştırdığı da çok şey var:
Ruhların Evi adlı film, komünistlerin seçimle iktidara geldiği ilk ülke olan Şili'de; seçimlerin ardından ordunun iktidara el koymasıyla ülkede yaşanan politik çalkantıları bir ailede bu gelişmelere koşut olarak gelişen psikolojik/toplumsal yansımalarıyla iç içe anlatır.
Ya Kırmızı Rugan Pabuç ?
Güçlü oyuncu kadrosuna sahip filmde, daha sonra milletvekili de olacak geniş topraklarıyla, çok sayıda işçiye de sahip baş rol oyuncusu -Jeremy Irons- ile bir fahişe arasında bir konuşma geçer. Fahişe,zengin aşığından para ister, ancak bunu borç olarak istemektedir. Bütün arzusu kırmızı bir elbise ve bunu tamamlayacak kırmızı bir çift rugan pabuçtur.
Filmin ilerleyen dakikalarında, seçim sonuçlarının açıklanması ve ordunun yönetime müdahalesi yer alır. Liberal partiden milletvekili olan zengin adamın komünist kızı da ülkedeki diğer komünistler gibi hapiste, her çeşit işkenceyle acılı günler yaşamaktadır. Milletvekili babanın gücü, kızını hapisten çıkarmaya yetmez, ta ki bir telefon konuşmasına kadar. Telefonda yıllar önce verdiği borcu hatırlatır, artık bunun ödenmesini talep eder:
"Kızımı hapisten çıkarabilirsin. Böylece yıllar önce benden aldığın borcu ödemiş olursun."
Kısa sürede kız, izleyicinin tanık olmadığı ama boşluklarını rahatlıkla doldurduğu ilişkilerle serbest kalır. Kırmızı elbise ve kırmızı rugan pabuçlar fahişeye genelev patroniçeliği yolunu açmış; ilkel güdülerin doyumundan da geçse, irrasyonel de olsa işte kırmızı, gücün oluşumunda bir basamak kurmuştur.
Tüm bunlar filmlerde olur, gerçek yaşamda olmaz mı? Tam tersi yaşananlar bir bu kadar irrasyonel , aynı oranda da sahicidir .
Yazımızı Murat Birsel'in Hülya Avşar'la röportajı ekseninde geliştirdik, ancak diğer televizyon kanalları ve gazeteler de Cannes'da düzenlenen gece konusunda farklı bir yaklaşım sergilemediler. Tüm gazeteciler "Kim katıldı?", "Kim ne giydi?", "Ne taktı?", "Kim kime ne dedi ?.." sorularının ve kadınların dekoltelerini görüntüleme peşine düştü.
Afrika, AIDS ve Pırlanta Üçgeni
Bugün Afrika'da AIDS hastaları yaşadıkları hastalıktan kaynaklanan sıkıntıların ötesinde ilaçlar çok pahalı olduğu için gerekli tedaviyi de alamayarak çok zor günler yaşıyor.
Geceyi düzenleyen mücevher firmaları ise, böylesi bir sermaye birikimini Afrika'nın ve diğer ilkel toplumların elmas başta olmak üzere topraklarındaki, tüm zenginliği kendi ülkelerine taşıyarak, bu bâkir toprakları ve halkları sömürerek sağladılar.
"Günah çıkarma" değil; halkla ilişkiler
Geçtiğimiz günlerde yapılan bu etkinlik elbette bir günah çıkarma değildi ; sosyal bir dayanışma ise hiç değildi. Sadece firmalar adına iyi bir halkla ilişkiler etkinliğiydi . Başarılı bir halkla ilişkiler çalışması oldu, çünkü uluslararası düzlemde tüm medya bu geceyi görüntülemek ve haber yapabilmek için kan ter içinde kaldı.
Ne kırmızı halıda poz verenler ne de onları haber yapma derdinde olanlar, böylesi bir sermayenin kime ve neye rağmen gelişebildiğini sormadılar. Gecenin sahteliklerine odaklanıp kalındığı sürece de kırmızı halı-güç ilişkisinin yıkıcı irrasyonelliği hiç bitmeyeceğe benziyor...