Birkaç haftadır cinsel şiddet başta olmak üzere kadına yönelik şiddet gündemi bir hayli meşgul eder oldu.
Aslında suçlarda bir patlama olmadı ama “Hüseyin Üzmez” vakasının da önemli katkısıyla bu problem daha görünür ve tartışılır hale geldi.
Cinsel şiddet görünür oldu
Hatta 4 Kasım 2008 tarihli Milliyet Gazetesi’nde “Kadın olmak bu ülkede zor” başlığı ilk sayfada yer aldı.
Özetle ülke olarak cinsel şiddet ve çocuk istismarı konularında ortak bir karşı duruş sergilendiği; birbirleriyle neredeyse her konuda kavgalı olanların bile birlik olduğu görüldü.
Bu görüntü, ilk bakışta devasa problemin bertaraf edilmesi için çok olumlu görülebilir.
Ama cinsel şiddet kadına yönelik şiddetten, kadına yönelik şiddet de kadın-erkek eşitliğinden bağımsız olarak düşünüldükçe bu mücadelede yüzeysel katkılardan ötesine ulaşmamız bir hayli güç.
Cinsel saldırılar, medyanın da yol göstericiliği ile gibi bir avuç sapık-sapkın insanın varlığı nedeniyle karşılaştığımız problemler gibi görülmekte.
Bu, çok boyutlu ve toplumsal bir problemdir. Bütüncül bir kavrayışa ihtiyacımız var. Bu kavrayışın da eşitlik anlayışını yanına almadan çıktığı yolda başarılı olması çok da olası değildir.
Sorunun kökenlerini ararken aslında çok çaba sarf etmemize de gerek yok.
Ama kısacık bir akıl yürütmeyle bile uzun bir liste çıktı.
Nerede mi bu taciz kültürünün, bu cinsel saldırıların kökeni? Kim mi suçlu ya da sorumlu?
- Bir çocuk istismarı vakasını ağır bir dille eleştiren Müjde Ar ve Aysun Kayacı’ya “bunlar pornocu değil mi ki bize ahlak dersi veriyorlar” diye özetlenecek yorumu yapan gazeteci;
- Bunun üzerine bu yoruma dava açılmasını “Pornocu Davası” diye haberleştiren gazete (Bugün);
- Çocuk istismarı ile zinayı benzer görerek zinanın TCK’den çıkarılmasını isteyenlerin Üzmez’i eleştirmelerini iki yüzlülük olarak gösteren bir yorumu yayınlayan başka bir gazete (Anadolu’da Vakit);
- Bir karikatüründe eşcinselliği bir hastalıkmış gibi gösteren karikatür dergisi; sarkıntılıkları ve hatta cinsel saldırıları bile meşrulaştıran diziler; cinsiyetçi reklamlar ve arka sayfa güzelleri başta olmak üzere kadın bedenini bir meta olarak kullanan tüm medya organları;
- Porno CD’lerin elden ele dolaştığı liseler;
- Gördükleri her istatistikte “bakın şiddet sadece bizim sorunumuz değil o kadar da büyütmeyelim” ya da “cinsel şiddet aslında Batı’da daha çok” diyen hatta Türkiye’nin eşitlik konusundaki vahim durumunu bir türlü kabul edemeyen savunmacı zihinler;
- “İçinde ahlaksız şeyler döndüğüne dair şikâyetler aldık” diye yapılan yurt baskını;
- Güneş dünyadan çekildiğinde, kadınların girmeye korktuğu ya da bir kadının sabah sporunu yapmak için gittiğinde erkeklerin gözleriyle sürekli tacize uğradığı parklar;
- Kadınlar sokaklarda her an sözel ya da ‘göz’el tacizi görmezden gelen ya da bazen buna bıyık altından gülen diğer erkekler;
- Çocukların yetiştirilmesinde sorumluluk almayan babalar,
- Çocuklarını cinsiyetçi işbölümü ile yetiştiren aileler;
- Sorgulanmayan namus ve erkeklik kavramları;
- Eşitlik söylemlerine görünüşte itiraz etmeyen ama bunu yaşama geçirmeyen kadınlar ve erkekler;
- Kadın bedeninin kontrolünün erkekte olmasını normal karşılayan bütün bireyler
- Ve eşitlik karşıtı bir düşünce duyduğunda bazen bu tür tartışmalardan yorulduğu için ya da başka sebeplerden diyaloga girmekten kaçan ben…
Bu mücadelede hepimiz sorumluyuz
Bu listede yer veremediğim sorumlular üzülmesin zira bu satırları okuyanlar biraz kafa yorarlarsa onları da bulurlar bu sadece benim bir çırpıda aklıma gelenler.
Mücadele etmemiz gereken üç beş sapık değil bir kültür. Baştan ayağa ataerkinin hâkim olduğu, kadınlar kadar olmasa da aslında erkeklere de zarar veren bir kültür.
Bu eril kültürle savaşmayıp hamasi nutuklarla sadece cinsel saldırılara ya da çocuk istismarlarına tepki göstererek sorumluluğumuzu yerine getirmiş olamayız.
Sessiz kalmak, müdahil olmamak da şiddetin yanında yer almaktır aslında. Belki biraz ağır bir itham olacak ama bence kadına yönelik şiddetle mücadelenin yanında aktif olarak yer almayanlar da tacizin ortağıdır.
Daha önce medyada cinsiyetçilikle mücadele ile ilgili yazdığım ama aslında eşitlik mücadelesinin her anı için geçerli olan söylem hiç çıkmamalı aklımızdan :“Bu mücadelede hepimiz sorumluyuz”.(ME/EZÖ)