"İkrare xore wayir biwejiye, rae xu wind meqe."*
Efsaneler, anlatılar, destanlar ve mitoloji öteden beri ilgi alanımın içindedir. Bu vesileyle bir günlüğüne Dêrsim'e, oradan da Ovacık ve Munzur'daki gözelere kadar uzanınca, Mu(n)zur Efsanesini bir kez daha düşünedurdum.
Çoban Muzur, Ovacık'a (Pulur) bağlı şimdiki Yeşilyazı (Zeranîgê) beldesine bağlı Topuzê (Topuzan) köyünün itibar gören ağası Şeyh Hasan'ın oğludur. İşi, gücü ailenin koyunlarına çobanlık yapmaktır.
İmam Hüseyin'in türbesi için yolculuk
Kış aylarında bile koyunlara yiyecek bir şeyler bulmak ve karınlarını doyurmadaki becerisini merak eden babası Hasan Ağa bir gün fark ettirmeden Muzur'u izler. Görür ki üzeri karla kaplı dallara elindeki sopayla vurup yaprakları düşüren Muzur hayvanlara yedirir.
Muzur, babası tarafından izlendiğini anlayınca kızar, köyünü ve aşireti terk eder. Muzur, Kewan aşiretinin Pezgevran kabilesinin bir alt kolu olan Topuzanların Ağası Şeyh Hasan'ın oğludur.
Öyle sıradan bir çoban da değildir. Buna rağmen aşiretine ve ailesine kızıp Bilgeç (Bilgês) Dağı eteklerindeki Büyükköy'ün (Dewa Pile) ağası Ali Haydar'ın yanına varır ve onun çobanı olur.
Kısa zamanda dürüstlüğü, çalışkanlığı, vefa ve fedakârane davranışları nedeniyle köyde de ağasının yanında da çok sevilir. Ali Haydar Ağa bir gün Aleviler için kutsallığı bilinen Kerbela'daki İmam Hüseyin'in türbesini ziyaret etmek istediğini ailesine ve aşiretine söyler, helallik isteyip köyünden ayrılır. Kerbela ziyareti o yıllarda uzun bir zaman dilimi içinde yapılabilmektedir.
Bir gün Muzur, Ali Haydar Ağanın eşinin huzuruna çıkıp der ki; "Hanımım, Ağamın canı senin her zaman yaptığın ve ağamın da sevdiği helvayı çekiyor. Helva yap da ağama sıcak sıcak götüreyim". Ali Haydar Ağanın eşi 'herhal garip çobanın canı helva çekmiş, yapayım da yesin garip' diye düşünüp helvayı yapar. Ve bir tabak ağa için, ayrı bir tabağa da Muzur'un payını koyup Muzur'a verir.
Kısa bir süre sonra eve geri dönen Muzur, evin hanımına "Hanımım helvayı Kerbelada ibadet eden ağama verdim. Sağlığı yerindedir, gördüm, tabağı da gelince getirir artık" der. Ali Haydar Ağanın eşi bir şey demez.
"Benim değil Muzur'un elini öpün"
Epey bir zaman sonra Dewa Pile'li Ali Haydar Ağa, Kerbela'dan kutsal yerleri ziyaretten döner. Köyün girişinde herkes heyecanla ağayı karşılamak için beklemektedir. Köylüler koşarlar ve seğirtirler ağanın elini öpmeye! Ağa "Benim değil Muzur'un elini öpün", hal-mesele böyle iken böyle işte kanıtı da helva tabağı diye ekler.
Muzur hayvanlardan yeni sağdığı içinde süt olan kapla ağasını beklemektedir. Köylünün kendisine doğru koşup elini öpmeye çabalaması üzerine gerisin geri koşmaya başlar.
Ve şimdiki Munzur gözelerinin olduğu yerde tökezleyip düşer düştüğü yerde süt dökülür ve her süt damlasının döküldüğü yerde su gözeleri oluşur. Muzur da kerameti ortaya çıktığı için sır olup kayıplara karışır...
Ve o su, yıllar içinde; yani adı bugün Munzur Çayı olarak kabul gören gözelerden toplanıp bir ırmak haline dönüşen debisi hayli yüksek, yürüyüp aktığı vadiye de (Munzur Vadisi) adını veren ve bir milli park olarak da kabul gören, soğukluğu nedeniyle elinizi birkaç dakika içinde tutmakta zorlanacağınız su, kutsal bir tören mekânı konumuna dönüşür...
Bütün bu hikayeyi yazdım
Dünyanın her yanından ağırlıklı olarak aleviler, her sene Temmuz sonunda düzenlenen Munzur Doğa ve Kültür Festivalini de dikkate alarak Dêrsim'e ve Munzur Gözelerine "yüz sürmeye- el almaya" geliyorlar.
Bütün bu hikâyeyi www.aleviweb.com/forum sitesinden ve İngiliz Yüzbaşı L. Molyneux Seel'in bundan tam yüz sene evvel 1911 yılının yine böyle bir Temmuz-Ağustos aylarında Dêrsim coğrafyasına yaptığı iki aylık seyahatinden sonra kaleme alıp 1914'te Londra'da yayınladığı "Dersim Günlüğü"nden derleyip kimi eklemeler yaparak yazdım.
Alevi Web İnternet sitesi de kısmen Dr. Suat Akgül'ün "Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında Dersim" kitabından beslenmiş.
Şimdi bir gözlemimi sıcağı sıcağına paylaşmama istiyorum ki izin veresiniz!
Munzur Gözelerinde, bir aşiret ağasının oğlu olan ermiş ve çoban Muzur'un efsanesine binaen sütten müsemma berrak, buz gibi Munzur Suyu yerine, suda soğutulmuş bira içiliyor artık. Kahverengi şişelerdeki bira ile muhabbet, adeta sisteme karşı duruşun göstergesi gibi! Soğuk, buz gibi Munzur Suyu ise çok içip sarhoş olanları ayıltmak, ya da ayaklarını suya salıp serinlemek için etkili bir araç gibi şimdilerde.
Meramım elbette alkollü içki içilmesine karşı bir duyarlılık oluşturmak değil.
Meramım; Muzur'un ve Munzur Çayının anısına bihakkın biattir.
Peki, ben ne mi yaptım? Nebahat ve Sevim Korkmaz Hanımefendiler ile eşleri Yusuf Bey ve Hıdır Tek'in konukları olduk, ailece. Munzur Çayı kıyısında Celal Doğan Restoran'da güzel bir kahvaltı ile Munzur Gözelerinde patila yedim. Köyevi'nde Dêrsim'in Zerefet (Babiko) ve Sirekurt'unu tattım.
Ha bir de Sevgili Arkadaşım Ahmet Kaya'nın dillendirildiği gibi, "Munzur'dan bir tas su, içem de ölem dedim" deyip de bir tasla yetinmeyip, çokça da Munzur suyu içtim Çoban Muzur'un hatırasını yâd ederek... (ŞD/EÖ)
*İkrarına sahip çık, yolunu kaybetme...
Not: Biz yazar takımı zaman zaman "yardım" talepli mektuplar alırız. Ama bu yardım istekleri takdir edersiniz ki "para" olmaz. Herhalde bilirler ki yazar dediğin "baldırıçıplaktır". Para işine kafa yormamıştır. Midesine değil beynine yatırım yapmıştır. Bu vesileyle ben dâhil yazar kavminden kitap isterler. İşte kıramadığım bir mektup adresini yazıyorum. Mücahit Gündoğdu, Sivas'ın Altınyayla'sına bağlı Başyayla Köyüne bir kütüphane kurmak istiyor ve kitap bağışlarınızı bekliyor. Adresi şu: Faruk Tokuş, Birlik Ticaret, Rıfat Öçten mah.-Altınyayla, Sivas tel: 0 544 330 36 59- 0 544 531 00 84