Mor Çatı’nın hikayesi sorulduğunda anlatmaya 1987’de yapılan “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü”nden başlamak kaçınılmaz oluyor. Sadece erkek şiddetine karşı kadınların Türkiye’de sokağa döküldüğü, binlerce kadının feminizm ile tanıştığı ilk eylem olduğu için değil, Mor Çatı’nın kurulmasına ve feminist sığınak açılmasına giden yol buralardan geçtiği için, Mor Çatı Dayağa Karşı Kampanya’nın kurumsallaşmış yüzü olduğu için.
Dayağa Karşı Kampanya Çankırı’daki bir hakimin şiddet gördüğü için boşanmak isteyen bir kadının talebini “karının sırtını sopasız, karnını sıpasız bırakmayacaksın” sözleriyle reddetmesinin ardından 4 Nisan 1987’de Sultanahmet adliyesini koridorları ellerinde dilekçeleri ile 1 Lira manevi tazminat talebiyle başvuran kadınlarla dolmuş. Tıpkı bugün kadın cinayeti davalarında feminist örgütlerin müdahillik talebinin reddedilmesi gibi, “taraf olunmadığı” gerekçesiyle dava reddedilmiş. Sonrasında, 17 Mayıs’ta ise Dayağa Karşı Yürüyüş yapılmış. Askeri darbeler, sokağı fiilen eyleme, siyasete kapatan bir baskının yansıması olarak kayıtlara geçmişken, Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü, sokağı yeniden siyasete açan, erkek şiddetine karşı kadınların evlerden, işyerlerinden, mekanlardan sokağa taştığı bir dönüm noktasıydı.
Fatma (Mefkûre Budak), Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü‘nü “12 Eylül’den sonraki muhalif birilerinin ilk kez sokakta olması haliydi” diye açıklıyor ve “yürüyüş sırasında, sokakta yakalarımızdaki dayağa karşı kampanya yazılarını gören kadınların yanımıza gelerek kendilerini ne kadar iyi hissettiğini söylediler” diyor; “sonrasında da aynı etki devam etti. Bakkalda, sokakta, yakamdaki' dayağa karşı kampanya’ kokartını gören kadınlar gelip, ‘iyi ki varsınız’ diyorlar, kendi hayatları ile ilgili sorular soruyordu. Yakalarımızdaki o yazı, kadınların arasında gizli bir dil oluşturmuştu.”
Dayağa Karşı Kampanya’nın Kariye Müzesi’nden, Bağır Herkes Duysun kitabına kadar pek çok ayağı var. Ancak Fatma’ya göre; “yürüyüş, kadınların en çok seslerini duydukları etkinliklerden biri olarak tarihe yazılıyor.” Kampanya öncesi tartışmalardan Gülnur’un (Acar Savran) aktardığı üzere feminist kadınlar kampanyanın somut hedeflerinden biri olarak kadın sığınağı açılmasını belirlemişlerdi. Sadece şiddet yaşayan kadınları “korumak” için değil, sığınak fikrinin politik yanı olan kadınları güçlendirmeyi hedefleyerek. Çünkü, kadınları maruz kaldıkları erkek şiddeti karşısında, mağdurlaştırma eğilim ve diline karşı bir karşı duruş olarak “kadınların güçlenmesi” dile getirildi. Kadınların şiddeti durdurmak, kendilerini, hayatlarını ve bedenlerini savunmak için şiddetten kaçmak, ilgili mekanizmalara başvurmak, şiddeti reddetmek, şiddete karşı mücadele etmek için geliştirdiği stratejiler, kadınların güçlenmesine işaret ediyordu ve kadın sığınağı, bu güçlenmenin ilk duraklarından biri olabilirdi.
Dayağa Karşı Kampanya ile Mor Çatı’nın kurulması arasında, kadınlar öncelikli olarak büyük bir dayanışmanın örgütlendiğini ifade ediyorlar. Fatma, “dayanışma telefonu ve diğer çeşitli kurumlardan gelen başvurular ile ilgileniyorduk. Dayanışma birden hızla kendiliğinden genişleyen bir hal aldı ve bu genişlemeyi de zorlayan bir ağ ile karşılaştık. 1987 ile 1990 arasındaki süreç yaygın bir dayanışma ağının örüldüğü bir zaman dilimiydi. Bir taraftan kampanyalar yapıldı bir taraftan dayanışma devam etti.”
Mor Çatı 1990'da ilk kurulduğundan itibaren bir sığınak açmak fikri vardı. Hatta vakıf olarak kurulmasının iyi olacağına karar verilmesinde en önemli sebeplerden birisiydi bu. 27 Şubat 1990 tarihli vakıf senedinde de, aile içinde ve dışında şiddete maruz kalan kadınlarla dayanışmak, ihtiyaç duydukları tıbbi ve hukuki desteği sağlamak, kendilerine yitirdikleri güven duygusunu yeniden kazanabilmeleri için destek olmak ve şiddetten kurtulmak için sığınaklar açmak, Mor Çatı’nın kuruluş amacı olarak yer almıştı (1).
Kadınlar mücadele için örgütlenirken, kadınların şiddet hikayelerinin de ne kadar çok olduğunu fark ediyorlar. 80'lerin sonu 90'ların başından itibaren örgütlü mücadeleleri yükselirken, birbirlerine aktardıkları kadınlık deneyimlerinde eviçi şiddetin ne kadar fazla olduğunu görüyorlar. Mor Çatı’nın kurucularından Siper o dönemi şöyle aktarıyor: “Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği'ne de şiddet gören kadınlar gelirdi. Küçük bir yerleri vardı. Tabii Mor Çatı’daki gibi bir başvuru alma olmuyordu bu. Ama çok fazla ev içi şiddet gören kadın geliyordu.”
Mor Çatı kuruluşunda doğrudan yer alan, almayan sayısız feminist kadının mücadelesi sonucunda kurulabildiği gibi, sığınak fikri ve deneyimi de bu kadınlar sayesinde olgunlaşmış. Yaprak Mor Çatı kuruluş sürecini şöyle aktarıyor: “Yürüyüşten sonra dayanışma telefonu kurduk. Dayak yiyen kadınlar bizi arasın diye kurmuştuk. Belli saatlerde nöbetleşe telefon başındaydık. 2-3 kişi kadınlarla buluştuk, evlerine gittik. 6-7 ay böyle devam etti. Sonra bu deneyimle vakıflaşmaya karar verdik, adresimiz olsun dedik.” Canan Arın’ın ön ayak olmasıyla, dönemin şartlarına en uygun kurumlaşmanın vakıf olduğuna karar vermişler. Fatma, bu adresin olmasının gereğini ise, kadınlarla dayanışmanın kendilerine ne kadar iyi geldiği üzerinden açıklıyor; “Kadınlarla buluşuyorduk, kadınların evlerine gidiyorduk, gönüllüler evlerini açıyorlardı. Ne kadar çok kadınız bu durumu yaşayan ve bu birlikte olma hali, dayanışma bize ne kadar da iyi geliyor diye düşünüyorduk.”
Dayanışma merkezi kuruluyor
Dayağa karşı mücadele için ilk toplantı ve buluşmaların önce evlerde başladığını söylüyor Şahika (Yüksel); “Evlerden sonra Beşiktaş’ta bir dernek merkezinde bir araya geliyorduk. Giderek bir yer bulma, merkez açma ihtiyacımız ortaya çıktı. Artık bir yer kuralım, anonim olmayalım, çeşitli dernekler olsa da feminist ilkeler ile çalışan bir merkez olmasını istedik.”
90’lar, asker darbeler sonrası her şeyin gözetim ve denetim altında olduğu yılları olması sebebi ile de, Mor Çatı’nın nasıl kurulacağı ile ilgili birtakım tartışmalar yapıyor kadınlar. O tartışmaları Şahika şöyle anlatıyor: “Dernek olarak kurulursak, kurulduğunda kapatılması, para toplama konusunda güçlükler, denetimler, engellemeler ile karşılaşmasının pek mümkün olması nedeni ile vakıf olarak kurulma seçeneği üzerine düşünüldü. Ancak vakıf olarak kurulmak ancak belirli bir malvarlığını tahsis etmek ile mümkün olabilirdi. O dönem sadece böyle bir maddi kaynağa sahip olan aileler vakıf kurabiliyordu. Yurtdışında da destek arayışları ile belirli bir kaynak bulunabildi ve Mor Çatı daha bağımsız hareket edebileceği vakıf statüsünde kurulmuş oldu.”
Mor Çatı dayanışma merkezinin kurulması, 1987’de başlayan kampanyanın somut hedeflerinden birine ulaşılması konusunda önemli bir adım oluyor. Merkez kurulduğunda, kadınların şiddete karşı gönüllülük yaptığı, bir araya geldiği, kadınlarla birebir buluştuğu bir yer olmasının yanı sıra, polisin de kadınları arayan kocalara, babalara adres gösterdiği yer haline gelmiş kısa zamanda.
Merkeze fiili saldırılar çok fazlaydı, diyor ve sürekli bu tehdit altında Mor Çatı’da olduklarını anlatıyor Fatma: ”Polis, kocaları doğrudan Mor Çatı dayanışma merkezine yönlendiriyordu. Biri hastane sorsa o kadar cevvalce getirmezlerdi ya da biz destek istediğimizde gelmezlerdi. Ama Mor Çatı’nın Elmadağ’daki merkezine adamları ‘karını orda bulursun’ diyerek gönderiyorlardı. Kapımız yumruklanıyordu. Bir keresinde, Canan (Arın) ve ben kaçarak arabaya bindik. Bekleyen bazı adamlar arabayı taşladılar.”
Avrupa’da feminist hareketin kazanımı olan sığınakların nasıl çalıştığı, kadınlarla birebir dayanışmanın nasıl sağlandığı konusunda Avrupa’daki feministlerden kadınları güçlendiren sığınak konusunda deneyim aktarımı sağlandığı yıllar, Mor Çatı’da da sığınağın kurulması sürecine büyük bir katkı sağlıyor. Avrupa’da kurulan feminist sığınakları ziyaret bu deneyim paylaşımlarının bir parçası oluyor.
Sığınak bina ve sabit giderlerinin karşılanması amacıyla öncelikle Şişli Belediye Başkanı Fatma Girik’e gidiyorlar. Temel talepleri masrafların belediye tarafından karşılandığı fakat feministlerin işlettiği bir sığınak. Feminist dergisine o dönemde yazdığı bir yazıda Gül bu girişimi şöyle aktarıyor: “Şişli Belediye Başkanı Fatma Girik'e gittik. Projeye sıcak bakmasına karşın, Şişli Belediyesi'nden de büyük Büyükşehir Belediyesi vardı. Dolayısıyla Sözen'e gittik. O da projeye olumlu yaklaştı ve destek vereceğine söz verdi. (..) Belediye ile işbirliği ise, maddi koşulların dayattığı kaçınılmaz zorunluluklar. Ancak gerçek zorluklar bundan sonra bizi bekliyor. Böyle bir evin işleyişi, korunması, gizli tutulması (bu çok önemli, Avrupa'daki bütün kadın evlerinin adresleri poliste bellidir, ancak soranlara-özellikle kocalara- verilmez.) gibi konuları bakalım Mor Çatı ile nasıl göğüsleyeceğiz”. Sığınak için belediyeden destek alamıyorlar.
1995: İlk feminist sığınak açıldı
95'e kadar ekonomik yetersizlikler yüzünden sığınak açmak mümkün olamıyor. Zaten ilk zamanlar her şey cepten ödeniyor çoğunlukla. Can güvenliği olmayan, birlikte yaşadığı erkekten işkence düzeyinde şiddet gören, eve geri dönemeyecek kadınlara bir süreliğine otel sağlanıyor. Siper (Güvenç Şanlı) şöyle aktarıyor “Elbette sorunlar çıkıyordu otellerle, zamanla başvuran kadınları tanıdık yerlere yönlendirmeye başladık biz de”.
“Sığınak açılması ve bu faaliyetin sürdürülmesi sadece mali kaynaklar ile ilgili bir konu değildi. Mor Çatı o dönemde tüm ihtiyaçlarını gönüllülük ile karşılıyordu. Bir yandan da Mor Çatı’da sığınak açılması tartışmalarında sürekli ‘böyle bir gücümüz olup olmadığını soruyorduk kendimize’, koordinasyon, ilkeler gibi gücümüzün olup olmadığını sorgulamak bizi en çok düşündüren konulardı” diyor Fatma.
Sığınak binası olabilecek bir bina ihtimali üzerine kadınlar gidip görüyorlar yeri. Mor Çatı kolektifi olur kararını veriyor ve böylece 1995 yılında Mor Çatı sığınağını açıyor. Birgül’ün aktarımıyla “O dönem ilk defa feminist bir sığınak açılıyor. Dolayısıyla bu tarih açısından önemliydi. Yasak kavramı bir de burada çok önemliydi. Eğer bir yasak olacaktıysa, biri kimsenin kimseye kimliği, yaşı, sınıfı vs... dolayısıyla şiddet uygulayamayacağı diğeri de sığınağın yerinin gizliliğiydi. Bunun dışında her şey değişecekti biliyorduk”. Yıllar içerisindeki tartışmalarla uygulamada pek çok değişti ancak gerçekten eğer “yasak” diyeceksek adına sadece bu iki kriter değişmedi.
Hülya (Gülbahar), sığınağın ilk açıldığı yıllarda en önemli konunun, sığınaklarda kalan kadınların bilgilerinin gizliliği ve sığınağın adresinin gizliliğinin korunmasını ve bu ilkelerin devlete karşı savunulması olduğunu şöyle açıklıyor: “Savcılardan, değişik karakolların komiserlerinden, hatta emniyet müdürlerinden tanıdıklar bulan erkekler, ellerinde aldıkları kararlar ya da bizzat bu tanıkları yetki sahibi kişiler aracılığı ile doğrudan polis göndererek kadınlara ait bilgileri tespit etmeye çalışıyorlardı. Mor Çatı bu bilgileri vermeyi sonuna kadar reddettiği gibi, bu konuda oluşturduğu en önemli stratejilerden biri ise kadınların Mor Çatı’ya başvuru yapıp yapmadığı ile ilgili hiçbir bilgi vermemek oldu. Çünkü, aranan kadının başvurmadığını söylemek de, kadınların hayatını tehlikeye sokabilirdi. Hem devletin ilgili yerlerinden hem erkeklerden bazen de kadınlara ulaşmak için gelen kadınların anneleri, akrabası olan kadınlardan gelen talepleri, kadınların Mor Çatı’ya başvurduğu bilgisini de başvurmadığı bilgisini de paylaşamayız diyerek geri çevirdik.”
95'ten bu yana kadını güçlendirecek, feminist bir sığınağın nasıl olması gerektiğiyle ilgili dünyadaki başka deneyimlere de bakarak, kendi yöntemini ve 25 yıllık deneyimini biriktirdi Mor Çatı.
“İlk zamanlar Mor Çatı gönüllüsü aynı zamanda Baltalimanı Kemik Hastanesi'nde hemşire olan iki kadın kalıyordu, nöbetçi kalıyordu geceleri. Çocuklar da var acil bir şey olursa diye.. Gündüz çalıştıkları için gönüllü bir şeyler yapmaları zor oluyordu. Toplantılara gelmeleri.. Ama sonra geldiler toplantılara da” (Siper).
“Hemşire vardı çünkü olanlarla ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bir panik hali biz de yaşadık. İlk zaman bunlar üstten bir şeydi, kabul etmek gerekir. Korku ve bilememektendi. Sonradan bu yapının gereksiz olduğunu fark edecektik. Bilmemeden kaynaklı bir korku vardı tabii..” (Birgül Akay).
Daha sonraları sığınağın nasıl yürütüleceği, kadınlarla nasıl bir dayanışma örüleceği tartışmaları devam etti, ediyor. Gece nöbetçi olmadan, güvenlik önlemlerinin uygun şekilde düzenlenmesiyle devam etmek değişen pek çok şeyden biriydi.
“İlk kadına ben eşlik etmiştim, hatırlıyorum. Ben misafirdim onun evine gitmiştik ama bir yandan da orası hiç onun evi değildi. Bu ara bir dönemdi, sığınak bir süre içindi elbette. Farkındaydık ki, sığınak artık bizim değil oraya gelen kadınlara ve kadın hareketine aitti.” (Birgül).
Devlet ve belediye sığınaklarının aksine ilk açıldığından bugüne, kadınlara 3 ay gibi bir kalma süresi belirlemiyor Mor Çatı. Her kadının hikâyesi biricik olduğundan, güçlenip şiddetten uzak bir yaşam sürdürecek hale gelmesi de farklı sürelere denk düşebiliyor.
“Kimi kadın sığınağa gelir gelmez hemen bir şeyler yapmaya başlıyor, kimsenin daha fazla zaman ihtiyacı oluyor. Bir kadın vardı epey uzun kaldı sığınakta ama çok güzel bir yaşam kurdu kendisine sonunda. Muhtar adayı oldu. Çok iyi sonuçları oldu (sığınağın) kadınlar için” (Siper).
Dayanışma merkezine başvuran ve sığınakta kalan kadınlara destekler sağlandı. Uzun süre, bazı maddi desteklerin yanı sıra, gönüllü gücüyle yürütüldü tüm çalışmalar. Psikolojik destek sağlandı, sığınakta kalan kadınlarla çeşitli atölyeler yapılıyordu. “İç dökmelerde sığınakta biz de onlarla birlikte içimizi döküyorduk. Mor Çatı kolektifinden kadınlar mutlaka oralarda olurdu. Böyle güçlendiğimi hissediyordum. Kapalı kapılar ardında bir yer değildi sığınak” (Birgül).
Kadın Sığınakları Kurultayı
Mor Çatı, sığınak ile ilgili bir yandan Avrupalı kadınlarla deneyim paylaşımı bir yandan da sığınakların nasıl çalışacağına ilişkin kendi içinde tartışmalar ile feminist sığınak poliitkasını kurarken, öte yandan Türkiye genelinde, kadına yönelik erkek şiddetine karşı kadın dayanışması ve sığınak politikasının nasıl yaygınlaştırılacağı ile ilgili tartışmaları sürdürüyordu.
1998 yılında kadın örgütlerini “Kadın Sığınakları Kurultayı”na çağırırken yaygın erkek şiddetine karşı artan kadın mücadelesini de işaret ederek şöyle diyordu;:
“Türkiye’nin her yerinde kadına yönelik şiddet, çok yoğun olarak yaşanıyor ve görünen o ki, kadınlar şiddete karşı giderek artan biçimde mücadele ediyorlar. Bu mücadele çerçevesinde yeni sığınakların açılması, kadınlar açısından aciliyetini koruyor. Tam da bu nedenle artan sığınak talepleri karşısında, hem yaşadığımız deneyimleri, birbirimize aktarmak üzere bir araya gelmek, deneyimlerimizi paylaşmak hem de bu konuda işbirliği içinde olmak istiyoruz.”
1. Kadın Sığınakları Kurultayı’nın örgütlendiği 1998 yılının kadın hareketinde özel bir önemi var. Bu yıl aynı zamanda, kadın hareketinin mücadeleleri sonucunda çıkarılmış olan 4320 Sayılı Yasa’nın yürürlüğe konulduğu yıl.
Hülya bu süreci şöyle aktarıyor: “Şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırılması, şiddet uygulamaktan men edilmesi konusunda yasa çıkartılmasını savunduk ve böylece 4320 Sayılı Yasa’nın çıkartılması için mücadele başladı. Devlet taleplerimize karşılık olarak kadınları sürekli oyalıyor ve kanunu erteletiyordu. İnternetin olmadığı koşullarda, telefon ve faks yolu ile ulaşabildiğimiz tüm kadın gruplarına ulaşıldı ve eş zamanlı imza kampanyaları başlatıldı ve yasa çıkarılıncaya kadar düzenli eylemler yapıldı ve kanun eksiklikleri ve sorunlu düzenlemelere rağmen Ocak 1998’de çıkarıldı.”
Yasa için bir araya gelen, örgütlenen kadınların, sığınak ve kadına karşı erkek şiddeti konusunda politika üretebilmesi için bir zemine ihtiyacı vardı. “Yasa çıkmış olsa da, bu yasayı unutturmak isteyen ve uygulamak istemeyen sisteme karşı mücadele etmek gerekiyordu” diye ifade ediyor Hülya bu ihtiyacı.
Türkiye'nin pek çok yerinde kadınlar örgütlendikçe, aile içi şiddet ile mücadelenin aracı olarak dayanışma merkezi ve sığınak açmak istiyorlardı. Mor Çatı, 1990’dan itibaren bunu deneyimlediği için, kendi deneyimini paylaşmak üzere diğer kentlerdeki kadın örgütlerini ziyaret ediyordu. Aile içi şiddetle mücadele etmek amaçlı İstanbul ve Ankara dışında da kadınlar dayanışma merkezi ve sığınak çalışması yürütmeye başladılar.
Birgül o dönemde çıkan ihtiyacı şöyle tarif ediyor; “Hayat şiddetten yana kendini dayatıyordu, bir de kadın örgütleri bir şeyler yapmak istiyordu. Sadece onlara aktarım yapmıyoruz tabii ki, biz gidince oranın deneyimini öğreniyoruz, mesela Diyarbakır. Ama orası bu sefer diyelim ki Adana deneyimini bilmiyordu. Dolayısıyla en azından senede bir ya da iki gün bir araya gelelim dedik. Hep bir araya gelelim ve bunları paylaşalım.”
“Böylece, kampanyalar, eylemler ile örgütlenmiş, bir araya gelmiş kadın grupları ile ortak mücadeleyi örgütlemek ve kadına karşı erkek şiddetinin sonlandırılması için gerekli politikaların oluşturulması ve bunların uygulatılması konusunda baskı kurmak için Mor Çatı’nın önerisi, girişimi ve çağrısı ile Kurultay toplanıyor” diyerek Mor Çatı’nın çağrısını açıklıyor Hülya.
“Mor Çatı’nın kurulma aşamasında zaten kadın hareketinde olan, feministlerin ağırlıkta olduğu kadın grupları vardı. Başı İstanbul ve Ankara gibi şehirlerin çekmesinin yanı sıra, farklı şehirlerde de kadın grupları vardı. Bu kadınlar ile beraber olmak, strateji oluşturmak, geliştirmek, deneyim paylaşmak, kampanyalar düzenlemek, ki o dönem farklı kampanyalar da çıkmıştır bu zeminden, adına bir araya gelmeler ile ilgili tartışmalar yapıldı. Farklı feminist anlayışları benimseyen kadın gruplarının da geleceği bir toplantı. Belirli konuları ve ajandası olan kurultayın ilk toplantısı böyle bir ihtiyaç ile örgütlendi.” (Şahika)
Kurultay’ın adının neden “Sığınaklar Kurultayı” olduğunun gerekçesi ise, devletin erkek şiddeti ile ilgili kavramlarına karşı çıkışın dönüm noktalarından biri olarak karşımızda duruyor. “Kurultay, erkek şiddetine karşı tüm politikaları kapsayıcı bir isim ile toplanacaktı. Ancak devletin sığınakların politik önemini görmezden gelerek, konukevi, misafirhane gibi isimler koyarak meseleyi sulandırmasına karşı çıkmak, alışkanlık olarak insanların sürekli dillendirdiği ‘sığınma evi’ ifadesine de karşı çıkmak için kurultay ‘kadın sığınakları kurultayı’ olarak isimlendirildi.” (Hülya)
Mor Çatı sığınak deneyimini paylaşmak ve dayanışma merkezi ile sığınaklarda, erkek şiddetine maruz kalan kadınlara verilen sosyal, hukuksal ve psikolojik desteklerin verilmesi ve uzun süreli dayanışmanın nasıl örgütleneceği konusunda politika üretmek adına her yıl kadın sığınakları kurultayı düzenlemek üzere, ilk kez 25 Kasım öncesinde, 22-23 Kasım 1998 tarihinde yola çıkıyor.
1. Kadın Sığınakları Kurultayı’nın sonuç bildirgesinde, kurultaya katılan kadınların erkek şiddetine karşı kadınların mücadelesi zemininde birlikteliğine dair önemli bir söz söyleniyordu; “Hiçbir ulusal, dinsel ve dilsel ayrım yapmadan, tüm kadınları ve kadın gruplarını, ortak noktamız olan kadınlık bilincinde birleşmeye davet ediyor ve taleplerimizin hayata geçirilmesinde herkesi katkıda bulunmaya çağırıyoruz.”
18 yıldır her yıl toplanan Kurultay, kendi tarihinde kadın örgütleri içinde pek çok tartışmanın zemini oluyor. Bu kurultaylara, devletin ilgili resmi makamlarından katılımların olması, kurultayların sürdürülebilirliğinin sağlanması için finansal kaynak üretilmesi, sığınak açılmasının devletin bir yükümlülüğü olarak tespit edilmesi ve devletin kadın örgütlerinin sığınaklarını kontrol altına almak için çıkardığı yasal mevzuata karşı mücadele kurultay tarihinin ilk deneyimleri içinde yer alıyor.
Bu tartışmaları nihayetlendiren tespitleri ise Hülya şöyle sıralıyor: ”Devlet temsilcilerinin kurultaya katılımı tartışması, kadın örgütlerinin devletten bağımsızlığı ve kendi politikalarını özgürce üretimi açısından kritik önem taşıyordu. Tartışmalar, kamudan temsilcilerin, kadın örgütlerinin ihtiyacı oranında davet edilmesi şeklinde netleşmişti. Diğer kritik tartışma, sığınakları kimlerin açıp yürüteceği tartışması idi. Bu tartışma bağımsız kadın örgütlerinin doğru, feminist ilkelerle yürütülen sığınak modelinin geliştirilmesi ancak bu konuda asli yükümlülüğün devlet ve yerel yönetimlere ait olduğu tespiti ile sonuçlandı. Devlet ve yerel yönetimler, kadın örgütlerinin sığınak faaliyetlerine destek olacaksa da bu ancak kadın örgütlerinin iç işlerine ve sığınağın yürütülmesi ilkelerine karışılmadan mümkün olabilirdi.”
Böylece her yıl Kurultay çağrısına KSGM’de görev yapan kadınlar ve o dönemin SHÇEK’inde ilgili birimlerde görev alan sosyal hizmet uzmanları da karşılık veriyor. Yıllar içerisinde devlet ve belediyeler sığınak sayısını artırdıkça (6) buralarda çalışan kadınların katılımı da arttı. SHÇEK’ler kaldırılıp Özel İdarelere devredilene, Kadın Bakanlığı yerine kadın örgütlerinin tüm ısrar ve uyarılarına rağmen Aile ve Sosyal Politikalar adlı bir bakanlık kurulana kadar, SHÇEK altındaki kadına dair başkanlığı seviyesine kadar varan bir katılımla gerçekleşti. Kurultay, dayanışma merkezi ve sığınaklarla ilgili, yani ev içi şiddet gören kadınların güçlenmesi amaçlı, feminist ilkelerle bir araya gelinen bir tartışma ve karşılaşma zeminiydi, hala da öyle. Kadın örgütleri çoğalarak katılmaya devam ettiler, ediyorlar.
“Ferman devletinse sığınaklar bizimdir”
“Mor Çatı merkezi ve sığınağında başvuru almaya başladığımızda şun
u gördük. En önemli bilgi başvuran kadınların deneyimleri ile ortaya çıkıyordu. İlk zamanlar Mor Çatı, kurultaylarda bu deneyimleri paylaştıkça anlaşıldı. Kadınların deneyimleri ile elde edilen veriler, politika üretilmesinde çok önemliydi. Türkiye’de kadına yönelik şiddet var, bu biliniyordu ama deneyimleri, bireysel, tekil örneklerin dışında bir örgüyü, sistematikliği ortaya koyan bir şeyi, deneyimleri ilk defa ortaya koyduk. Ne ile mücadele edeceğimizi bilmek ve görmek için çok önemliydi. Hem bu kadınları mağdurlaştıran bir yöntem değildi. Başvuran kadınların danışmanlık alması, güçlenmesi, destek alması, meselenin diğer tarafı idi. Çok heyecanlıydık. Farklı dsiplinlerarası toplantılar düzenliyorduk. Biz farklı mesleklerden kadınlar, edindiğimiz deneyimi, kendi mesleki alanlarımızda da uyguluyorduk. Çeşitli eğitimler, toplantılar düzenledik. İçten paylaşım, bu alanda politika üretmek, pratikte de bize heyecan olarak bize yansıyan bir dönemdi bu. Bu heyecanı, Ankara’da farklı illerde başka kadın grupları ile de en çok Kurultay’da paylaşma imkanı bulduk.” (Şahika)
Kadınlar ilk kurultaydan itibaren tartışmaları ve kurultay bildirgelerini, sonuçları yazılı olarak herkesle paylaştılar (7). Kurultay bileşeni kadın örgütleri hali hazırda dayanışma merkezleri ve sığınakların nasıl olması gerektiğini ısrarla dile getiriyor, bunun politikasını üretiyor.
Kurultay 18 yıldır hala feminist sığınak politikasına sahip çıkan ve bu politikayı geliştiren en önemli zemin. Bugün de devletin kadın örgütleri tarafından kurulan ve sürdürülen sığınak faaliyeti, geçmişte de çeşitli yasal araçlar ile denetlenmeye, kapatılmaya çalışmış. Hülya o dönem, kadın örgütlerinin sığınaklarını denetleme ve devlete bağlı hale getirme amacı ile çıkarılan bir yönetmeliğe karşı yayınladıkları bildirinin, “ferman devletinse sığınaklar bizimdir” adı ile yayınlandığını söylüyor. Tıpkı bugün de, kadın örgütlerinin kurultay zemininde, hali hazırda mevcut olan Aile Bakanlığı’nın kadın örgütlerinin sığınaklarını denetleme ısrarı ile gerçekleştirdiği uygulamalara karşı çıktıkları gibi.
Kurultay bileşeni kadın örgütleri hala, uğradığı şiddeti sığınak desteğiyle geride bırakan ve hayatına çocuklarıyla devam eden Çiğdem’in ilk kurultayda dile getirdiklerini ısrarla kendilerine ve devlete hatırlatmaya devam ediyor: “Kısaca tekrar doğdum, dünyaya geldim, sadece hayatım kurtulmadı, sadece hayatımı kurtarmadım, birçok şeyi kazandım, inanılmaz şeyler. Sığınak açılırsa sadece sığınak olmasın, sığınmak adına olmasın bu.”
Kurultay’ın ilk yılında yayınlanan sonuç bildirgesinde yer alan bir ifade, neden kadınların ulusal, dinsel ve dilsel ayrım yapmadan tüm kadın gruplarını erkek şiddetine karşı mücadeleye davet ettiğinin gerekçesi: “Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin çok uzun soluklu ve zorlu olduğunu biliyoruz. Öyle ki, şiddete karşı mücadele ederken, şiddetin en ağır biçimine uğrayan Konca Kuriş’in kaybolması, Serpil öğretmenin tecavüz edildikten sonra öldürülmesi ve diğer örnekler, içinde bulunduğumuz durumu açıklıkla ortaya koyuyor.”
Sığınak mücadelesi politiktir
Mor Çatı, sığınak faaliyetini yürütürken ve kadınlarla birebir dayanışma kurarken, devlet ile ilişki kurma ve birlikte çalışma konuları en çok tartışma konusu yapılan hususlardan biriydi. Bu tartışmaların sonuçlandığı ortak nokta, devletin aile içinde ve dışında kadına karşı erkek şiddetini önleme yükümlülüğü olduğu idi. Bu yükümlülüğün önemli bir parçasını da kuşkusuz sığınaklar oluşturuyordu. 1990’larda, ilk sığınak örnekleri Bakırköy Belediyesi ve Şişli Belediyesi sığınakları oldu. Ne var ki bu sığınaklar, kadın örgütlerini, kadınları dışlayarak kurulmuş ve faaliyetleri sürdürülmüştü.
Mor Çatı, devletin belediyelerin sığınak açmaları için büyük bir mücadele verdi. Bu mücadelesinde de ısrarlı bir şekilde kadın örgütlerinin de katılımını talep etti. Mor Çatı’nın sığınağının Beyoğlu Kaymakamlığı’nın verdiği desteği geri çekmesi ve sığınağı kapatması ile Mor Çatı Kolektifi’nin Kasım 2008’de yayınladığı basın açıklaması, 1987 yılında başlayan kampanya ve 90’larda verilen sığınak mücadelesinde, erkek şiddetine karşı sığınak açmanın politik olduğu vurgusu önemli:
“Kadın örgütleri olarak bunu yıllardır vurguluyoruz. Asıl olan kadına yönelik şiddetle mücadelenin önemine inanıyorsa devletin bunun için kaynak ayırmasıdır. Para ve bütçe konuları da politik konulardır ve politik seçimlerdir. Sığınakların açılması kadınların 20 yıl boyunca sürdürdükleri mücadelenin sonucunda gerçekleşmiştir. Kazanımlarımızdan geriye adım atılmasına izin vermeyeceğiz. Şiddete karşı mücadelenin öznesiyiz. Sığınakların kadın örgütlerinin çalışmalarına, denetimine açık olmasını savunmaya devam edeceğiz." (DB/İG/SB/ÇT)
(1) Mor Çatı vakıf senedi.
(2) Feminist Dergisi sayı 7 Mart 1990
(3) Kadın Sığınakları I ve II. Kurultayları, Mor Çatı Yayınları
(4) Kadın Sığınakları Kurultayı, Mor Çatı yayınları.
(5) Devlete ait sığınakla hala çok yetersiz ve bu konuda bir adım atılmıyor.
(6) Devlete ait sığınakla hala çok yetersiz ve bu konuda bir adım atılmıyor.
(7) Kurultay kitaplarına Mor Çatı Yayınları’ndan ve Web sitesinden ulaşmak mümkün.